Hazin bir kıyas ve çare

KÜÇÜLDÜK KAÇ asırdır. Hataları, yanlışları ile beraber üç kıtada hâkim olan, yetmiş iki milletin az buçuk bir ahenk içinde yaşadığı bir devletten, kendi içinde bile birçok unsurun çekişip durduğu bir ulus devlete geçişin serüvenini yaşadık.

Bu daralmanın sembolik bir göstergesi olarak bir dostum, Kadıköy sahilinde yürürken “ağabey, bir bu karşımızdaki haşmetli Haydarpaşa tren garına bakın, bir de Ankara’daki daracık tren garına!” demişti.

Batının ve doğunun birçok şehrinde var olan parkların büyüklüğü dikkatimizi çekti mi? Bir Central Park’ımız ya da bir Hyde Park’ımız var mıdır? Bizde, ufku dar bir belediye başkanı ufacık bir park yapar ve adına da Mehmet Akif Ersoy parkı koyar. İstiklâl Marşı yazmak ve onu yazan değerli ise, onun adını alan bu park niye bir şehit onbaşının adını alan park kadar küçük?

Bu daralma serüveni içinde lisandaki, yozlaşma derekesindeki küçülmenin hazin hikâyesinin ayrı bir yeri vardır.

İşte o küçülmenin lisana ilişkin kısmını, yaşadığım bir iki tecrübeden sonraki hissettiklerimle anlatmaya çalışacağım. İlk paragraflar sıkıcı gelebilir, okurlarım mazur görsünler.

2007 sonbaharında bir hafta kadar İtalya’da kaldım. Toscana bölgesinde ve Roma’da birkaç günlük bir seyahatim oldu.

Roma’dan Floransa’ya, saatte yaklaşık 135 km hızla giden Eurostar adlı trenle ulaştım. İstense, pasaport vize kontrolü olmaksızın Baltık Denizine kadar da gidilebilir. (Bir başka büyüklük öyküsü).

Floransa’da, gardan çıktıktan sonra elime tutuşturulan, bedava dağıtılan bir mahalli gazeteye, merak saikasıyla bakıyorum.

İşte bir başlık (ufak tefek harf hataları yapabilirim, mazur görülsün): “Caso di Hani; l’homicido 30 anni.” Kendimi biraz mürekkep yalamış bir İngiliz yerine koysam, bu haberden hemen şunu anlayabilirim: Hani davasında katile otuz yıl hapis. Neden? İngilizcenin “case”i (dava) “caso” olmuş. “Homocide”; adam öldürmek; “homo”, “insan” demek, “–cide” ile biten kelimelerde öldürme fiili vardır. “Anni” de yine İngilizceye geçmiş “annual” (yıllık)dan çıkarılabilir.

Yine, şehirlerde görülen levhalara bakılsa, birçok ortak kelime bulunabilir. Söz gelişi, bir çöp konteynırında yazan “solo per carton”un, “sadece kâğıt için” demek olduğu anlaşılacaktır. Ya da bir sinema önündeki “solo per adulti” levhasının “yetişkinlere özel” demek istediği kolayca anlaşılabilir. Bir başka örnek: “Passo pedale”: yaya geçidi. “Pass” geçiş olduğunu bilmek kolay, İngilizcedeki “orthopedy”den de “pedi”nin ayak olduğu bilinebilir.

Bir alışverişten sonra, para üstü veren kasiyerden duyduğum “wenta cenq”in “yirmi beş (twenty five)” olduğunu sezdim, bir İngiliz de sezebilir.

Uzatmayayım; bir İngiliz İspanya, Portekiz, Fransa ve İtalya’da, kendi dilindeki Fransızca ve Latinceden alınan kelimeler sayesinde meramını anlatabilir. Benim tahminime göre, eğer hevesi varsa, beş altı ay içinde de bu dilleri mükemmele yakın bicimde öğrenebilir.

Zulümle ve hileyle olmasını tartışma hakkımızı saklı tutarak diyebiliriz ki, Büyük Britanya (Great Britain) olmanın sırrı bu olsa gerek. İngilizcenin, girdiği her yerden, az veya çok kelime alma eğilimi diğer sömürgeci ulusların dillerininkinden fazladır. Bu anlayış farkıyladır ki, İngilizce bugün kelime dağarcığı bakımından Fransızcadan üç kat daha zengindir.

Bize gelirsek, birazcık Osmanlıca eğitimi alan biri, Arapça, Farsça ve Urducanın harekesiz okunma kurallarını bilmese bile, açtığı bir gazetedeki yazının neden bahsettiğini kabataslak da olsa anlayabilir.

Bu fakir, bu yönden şanslı bir yerde üç yıl kadar bulundum. Farsça bir gazetede şu başlık mesela; “tufan der fincan: bir kaşık suda fırtına.”

Şimdi dönelim buraya; “imkân”ı, “ihtimal”i, “teressübât”ı, “avârız”ı, “kureyvât-ı hamrâ”sı ve “kürevyvât beyzâ”sı, “mansabb”ı, “maatteessüf”ü, “bi gayri hakkın”ı, “aşina”sı, “asayiş”i alınmış bir dille, komşu Suriye ile İran’da ve Pakistan’da anlaşın bakalım anlaşabiliyorsanız… Onlardan geçtik, bu dille, ‘kendileriyle bir millet iki devletiz’ diye övündüğümüz Azerilerle bile anlaşamayız. Bizim liselimiz, Azeri bir spiker ‘Birleşik Statların Harici İşler Nâzırı’ dediğinde bir şey anlayabilecek midir acaba?

Şu fani, pardon geçici “acun”daki “yaşam”ımızda “olanak” ve “olasılıklar”la idare edip gidiyoruz işte. Hatta Osmanlı terbiyesi görmüş yetmişine merdiven dayamış büyüklerimiz bile alıştı yeni tarz “tümce”ler kurmaya. Yazık…

Konuştuğu dilin zenginliği ile Bosna- Hersek’ten Pencap’a kadar anlaşabileceği birileri olan bir millet, fertlerinin birçoğunun bile anlamadığı, basit bir kabile diline mahkûm edilmiştir. Ne acı…

Yabancı dil öğretmeyi pek beceremeyen eğitim sistemimizin, bazı okullarda seçmeli Arapça dersi koymuş olması bir tesellidir.

Bu daralmayı durdurabilecek tek bir kaynak vardır: bir İslam Kültür ve Medeniyet şaheseri olduğu, İttihad-ı İslâm’ın temellerini fikren ve ilmen inşa ettiği kadar, kullandığı dil ile de buna zemin hazırlayan Risâle-i Nurlar. Onun, doğrudan İslâmî, Kur’ânî terminolojiye ilişkin kelimelerdeki ısrarını anlıyoruz: bir “Sani-i Hakîm”in bir “Rabb-ı Rahîm”in hakiki tercümesi ve başka şekilde ifadesi adeta imkânsızdır.

Ama Risâle’de, temel terminolojimizle doğrudan ilgisi olmayan, dünyevi gördüğümüz siyaklarda bile art arda sıralanan müteradif (özdeş) kelimeler vardır. Bunlar bazılarımızda bir fazlalık (redundancy) hissi uyandırabilir. Mesela On Üçüncü Lem’adaki şu cümlede olduğu gibi: “…:dalalette ve küfürde hem adem ve terk var ki, pek kolaydır, hareket istemez. Hem tahrip var ki, çok sehildir ve âsândır, az bir hareket yeter.” Bu cümle ile Üstat bizi, “kolay” ile Türk dünyasına, “âsân” ile Farsça konuşan kavimlere “sehil” ile Arap âlemine açıyor. (Açmak açılımı hatıra getirdi; adam gibi bir dil konuşuyor olsaydık, şu doğu komşumuz olan biçare kavimden bazıları ile güya Türkçe konuşan diğerleri arasındaki mesele daha kolay çözülür müydü? Fasl-ı diğer…)

İşte, ayrıntı gibi gelen böyle bir dil üslubunun bile, bu vatandaki insanların dildeki ve dolayısıyla başka alanlardaki ufuklarını açacak anahtarlar ihtiva ettiğine inanıyorum.

Kısacası, başka alanlarda seksen küsur yıldır yaşamakta olduğumuz daralma, dil konusunda da ayan beyan bellidir. Önümüzde bu daralmanın da kilitlerini açacak bir hazine duruyor: Risaleler.

Rabbim istifade ve feyzimizi ziyade kılsın.

  09.10.2010

© 2021 karakalem.net, Muhammed Şeviker



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut