Köleliği besleyen gaflettir

Mehmed Boyacıoğlu

SEKİZ YIL kadar Türkiye’de kalmış olan BBC muhabiri Chris Morris bir kitabında1 şöyle bir anekdot anlatır: Ankara’da işlek bir caddede (Kızılay demiş olabilir, kitap yanımda değil, taşınmaların verdiği dağınıklık, mazur görülsün) ellerindeki Mustafa Kemal’in posterlerini ve onu anlatan broşürleri heyecanla dağıtan birkaç genç gördüm der. Yanlarına yaklaştım, ne yapıyorsunuz diye sordum, onlar da bana onun Kurtuluş Savaşı, öncesi ve sonrasında yaptıklarını anlattılar. Ona duydukları şükranı ve bağlılıklarını ifade ettiler.

Yazar sonra şu şekilde bir faraziye kurar, eğer ben Londra Oxford Street’te Churchill’in posterlerini ve onu anlatan broşürleri aynı heyecanla dağıtan bir genç grubunu görsem, etrafın ona ne cevap verebileceğini tahmin ediyorum. İnsanlar buna “so what, (ne olmuş yani?) tarihin bir zamanında yaşamış ve doğru yanlış bazı icraatlar yapmış bir adamı niye bu kadar yüceltiyorsunuz?” gibi ifadeler kullanacaklarından eminim der.

Yazarın bu dediklerini ben bir mesai arkadaşıma anlattım. O hemen itiraz etti. “O İngiliz büyüğü ile bizdeki malum zat nasıl kıyaslanır ki hocam?”

Belki, Teslise bile inanan, ona inandığı için de “sebepler” perdesini yırtması kolay olamayabilecek bir yabancının, kolaylıkla anlayabileceği, hatta dalgasını da geçebileceği bir konuda bizim “ehl-i tevhid” arkadaş farklı düşünüyordu.

Kökü derinlerde olan, malum devrimlerin getirdikleri ile ivme kazanan, her biri birer atom bombası kadar tahribat yapan gece baskınları ve muhtıralar ile de iyice katmerleşen çağdaş bir köleliğin izleri vardı arkadaşımızın benliğinde.

Kölelik bir “tabiat deformasyonu” idi. Köle bağımsız düşünme, bağımsız iş yapabilme, alternatifler arasından en doğrusunu bulabilme, orijinal projeler üretebilme yeteneklerinden uzaktı. 2

“Normal” bir insan olabilmesi için uzun eğitimler, uğraşlar gerekiyordu bu yüzden.

Bizde uzayıp giden bu çağdaş köleliği besleyenin gaflet olduğu aşikârdır.

Neden mi?

Mü’min her şeyin dizgininin Allah’ın elinde olduğunu bilir. Sebepleri birer perde görür. Onlara perestiş etmez, tapınmaz. Sebepleri de sebeplerin sonucu olarak var edilenleri de Allah’ın yarattığını bilir.

İllet ile iktiranı karıştırmaz. İlletin Allah’ın iradesi, ilmi ve kudreti… olduğunu, ilk bakışta biri birinin sebebi veya sonucu imiş gibi görünen iki şeyin aslında ikisinin de Allah tarafından yaratıldığını bilir.

Üstadım, bunu izah sadedinde verdiği örnekte çevresindeki ihlâs ve samimiyet halkası içindekilere, onlara verilenin “nimet-i istifade”, kendine verilenin ise “nimet-i ifade” olduğunu; bu ikisini “beraber kılan”ın yani asıl sebebin (illet) “Rahmet-i İlâhiyye” olduğunu hatırlatır. 3

Günlük hayatımızda çok düştüğümüz yanlışlardan biridir: “Sen buraya gelmeseydin bu iş bitmezdi” deriz sıklıkla. Doğrusu, benim işimin bitmesini isteyen bana o şekilde nimet veren Allah seni de iyilik yapma nimetini bahşederek bizi bir araya getirdi.

Biz iyilik yapmak isteriz, Allah bir yolcuyu, dilenciyi, muhtacı ayağımıza getirir.

Bir ırmağın ortasında, küçük bir çöpün başında dönüp duran karıncayı Allah kurtarmak isterse ona hiç ummadığı yerden bir yolcu gönderir ve kurtulmasına vesile olur.

Büyüğümüzün bahçedeki cedvel örneğine bakarsak, Allah o bahçenin kurumamasını murad etmişse bir başkasını vesile eder ve bahçenin sulanmasını, ağaçların kurumamasını temin eder.

İllet ile iktiranın karıştırılma endişesinin tarihimizde, hemen herkesin bildiği şaheser bir örneği de vardır:

Hz. Halid b. Velid’in (ra) daha hidayete ermediği zamandan beri hiç yenilgisi yoktu. Buna rağmen Hz. Ömer (ra) onu komutanlık görevinden almış, alırken de şöyle demişti: "Halid! Allah şahit ki seni çok seviyorum. Ama halk bütün zaferleri senin şahsında buluyor. Hâlbuki bize bu zaferleri ihsan eden Allah'tır. İnsanların şirke düşmesine meydan vermek istemiyorum. Ve bunun için de seni kumandanlıktan azlediyorum.4

Önceki paragraflarda anlatılanları baştaki konuya uygularsak şöyle düşünmemiz gerekir: İlâhî rahmet İstiklâl Savaşında düşman çizmesinden kurtulmamızı dilemiştir. Bize bu kurtulma nimetini, birilerine de kurtarma nimetini vermiş, ikisini birbirine mukarin kılmıştır deriz. (O hareketin, sonucu itibariyle gerçek bir kurtulma getirip getirmediğini müzakere etmek ayrı bir yazı konusu). Hak ediyorlarsa teşekkürümüzü de ederiz.

Ama on yıllarca bir fetiş olarak da muhafaza etmeyiz.

Uzatmayalım; sözünü ettiğimiz çağdaş kölelik, uzun bir sürede içimizde kök salmıştır. Kaldırılması da bir iki mevzuat değişikliğine değil, uzun soluklu çalışmalara bağlıdır.

Yoksa durumumuz, ABD’de, Abraham Lincoln zamanında kölelik kaldırıldıktan yıllar sonra, bazı kölelerin eski sahiplerine tekrar gelmeleri ve biz sizsiz yapamıyoruz demelerine benzeyecektir.

Kur’ân’ın buyurduğu üzere “fekkü rakabe (köle azat etme, köleliği bütün vesileleriyle birlikte bertaraf etme)” aşılması gereken önemli “akabe –sert yokuş”5 olarak karşımızda duruyor.

Her kesimde, özellikle eğitimde, sözünü ettiğimiz köleliği tedricen kaldırıcı çalışmalara ihtiyaç var.


  1. Chris Morris, The New Turkey: The Quiet Revolution on the Edge of Europe (Londra: Granta Books; 2006).

  2. http://www.cevaplar.org/index.php?khide=visible&sec=9&sec1=44&yazi_id=3372

  3. Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar (İstanbul, Yeni Asya Neşriyat 1994) ss. 137-8

  4. http://www.hikmet.net/content/view/58544/10/

  5. Bkz., Beled Suresi, 11-18

  06.08.2010

© 2021 karakalem.net, Mehmed Boyacıoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut