HANİ ŞU ÖLÜM DEDİĞİN VAR YA

Mona İslam

“Her şey, her şeydedir. Herhangi bir şeyin, belirli bir şey üzerinde sebatı yoktur; herşey sabit gözükse bile, bulunduğu durumdan sürekli bir başkalaşma halindedir.” Sadreddin Konevi, İlahi Nefhalar.

İNSAN, DOĞDUĞU ANDAN itibaren ikrama, ihsana mazhar olur. Tüm ihram ve ihsanlar varlık ihsanının üzerine bina edilirler. Hakikat-i halde varlık en büyük ihsandır. Bütün ihsanlar da Varlık’tandır.

İnsan evvelde yoktur. Bu yokluk mutlak bir yokluk değildir. Ancak zahirde, yaratımda, tecellide yokluktur. Yoksa ilm-i İlahi’de o vardır. Bu durum, bizdeki zihinde varlık haline tekabül eden bir haldir. Sonra zihinde varlık, kelamda varlık, yazıda varlık yahut zahirde varlık kazanır. Bunlar varlığın dört halidir. Bir vecihten, insan yazılmış bir harf olarak tezahür eder. Bir vecihten o, nefesten hasıl bir kelimedir. Bir vecihten, suret giydirilmiş bir anlam. Hepsi insan. Bunlar insana nereden baktığınıza bağlı olarak değişen görünümlerdir. Hepsi haktır.

İnsanın evveldeki yokluğu mutlak yokluk olmayınca, onda hakim olan isim Batın’dır. İnsan batında vardır. Batın bizatihi Hak’tır. Onun indinde her bir hakikat gibi hakikat-i insaniye de mevcuttur. Onun indinde var olan hakikatler, yine Onun iradesi ve seçimi ile, belirlenmiş ve takdir edilmiş bir zamanda, belirli bir hikmetle tezahür ederler. Tezahür edişleri de mertebe mertebedir. İnsanın gayb aleminden şehadet alemine gelişine ev sahipliği yapan tüm menziller/mevtınlar zahir isminin zuhurunu kademe kademe arttırdığı ve batın isminin hükmünün kademe kademe kaldırıldığı hallere tekabül eder. İnsan bunların her birinde birer basamak iner. Nihayet insan doğar ve görünür bir varlık kazanır.

Ancak insan bebekken de belirli ölçüde batın isminin hükmü altındadır. Onun melekeleri, kabiliyetleri, onda tezahür edecek isimler, henüz çekirdek hükmündedir. O vakitler içinden çıkacak ağacı göremeyiz, zaman içinde intişar eder de zahir olur. İç dışa dönüşür, hüküm bir kez daha zahire geçer. Zahir bu aşamada batına karşı hep galip olur. Her şeye bir ifşa ve zuhur sirayet etmektedir. Varlık kendini göstermeye meyillidir.

Zahir ismi insanın kemali ile kemal bulur. Onun potansiyeline derc edilmiş tüm isimler tezahür ettiğinde o artık tam bir mazhardır. Buna pürüzsüz bir ayna da diyebiliriz. İşte zahir isminin kemale erdiği an, batın isminin de hükmü yeniden ele aldığı andır. İş yapılmıştır. Maksat hasıl olmuştur. Açık kitap dürülmeye başlanır. Buna da zeval diyoruz.

İnsanın batından zahire çıkışı nasıl tedricidir, zahirden batına dönüşü de öyledir. Zahir de batın da Hak’tır. Bu noktada ‘Min Allah İlallah’ sırrı açığa çıkar. İnsan yavaş yavaş yaşlanır, gücü azalır, hafızası körelir, akli muhakemesi zedelenir, güzelliği gider. İnsanın görünüşteki tüm vasıfları gurub eder. Hüküm Batın’ındır. Batın Hak’tır. Artık batın zahire galebe etmektedir. Her şeye bir gizlenip örtülme meyli sirayet etmektedir.Varlık kendini gizlemeye meyillidir.

Bu gurubu yok oluş zannedenler insanın evvelini bilmeyenlerdir. İnsan yokluktan gelip yokluğa gitmez. Yahut döngü topraktan toprağa değildir. Mebde neresi ise, gaye de orasıdır. İnsan ilm-i İlahi’den zuhur etmiştir, tekrar ilmi ilahiye rücu eder. Gayb perdesi altına girer gizlenir.

Çıktığımız kaynak Odur, döndüğümüz kucak Odur. Seyr-ü sefer ettiğimiz tüm menziller, tüm mevtınlar Onun isimlerindendir. Böylece Allah’tan Allah’a Allah’ta seyr edilir. Bu fark edenler için zevkle baş döndürücü, hayretten hayrete düşürücü bir seyahattir. Ardımızda önümüzde altımızda üstümüzde sağımızda solumuzda cihat-ı sittede zuhur eden hep Odur. Bilemeyip merakımıza, özlemimize düşen de hep Odur. İnsan çepeçevre Onunla sarılıdır. Nereye baksanız Allah’ın vechi oradadır.

Zahir tecellisinin artıp Batın tecellisinin azaldığı durumlarda insan nüzul eder. Zahir tecellisinin azalıp Batın tecellisinin arttığı durumlarda ise insan uruc eder. Mirac denilen şey, hakikatte ism-i Batın’ın hükm altına girmek, verilenleri tek tek sahibine iade etmek, zahir değil mazhar olduğunu hatta mazhar olarak dahi varlığının, Onun Varlığının bir tecellisinden ibaret olduğunu idrak etmektir. Ölüm dediğimiz şeyin de, ‘ölmeden ölmek’ dediğimiz şeyin de hakikati budur.

Aynada görünen ne varsa Onundur. Ayna da Onundur. Onun olanı Ona iade edince geriye ne kalır? Fena denilen şey budur. Zahir mazhar ile zuhur eder, mazhar Zahir’le beka bulur. Öyleyse O varlığımızın garantisidir. Beka denilen de bu olsa gerek.

Konevi bunu anlatmak için şöyle der:

Alemdeki sürekli değişiklik ve yenilenme tecellilerin zahir-batın arasında sürekli gidip gelmesindendir. Böylece alem, sürekli zahir ve batın olmakta devam eder: Varlık, zuhur ve batınlık arasında gider gelir.(Füsus-ul Hikem’in Sırları)

Ve ekler:

Tecelliler, zuhurlarının kemale ulaşmasından sonra zuhur mertebesinden tekrar batınlık mertebesine döner. Çünkü, ya batından zuhur veya zuhurdan batınlık vardır: batından eksilen her şeyi zahir alır, zahirden eksileni batın alır.(El- Fükuk)

Bunun sebebi alemdeki sürekli akıştır. Alemde iki temel ayrımla, cemali ve celali isimler vardır. Hüküm Muhyi, Mucid, Mübdi, Rahman, Musavvir gibi isimlerin olunca hüküm Zahir’e geçer. Hüküm Mumit, Kahhar, Darr, Kabıd gibi isimlerin olunca da hüküm Batın’a intikal eder. Bu isimler birbirlerini izale etmezler. Bu yüzden varlıkta zahir ve batın tecellisi daima bulunur. Bu yüzden varlık sürekli fena ve beka makamındadır.

Kimileri bu dünyayı fani, ahireti baki zannederler. Bu perdeli bir nazarın fehmidir. Hakikat-i halde her şey hem fanidir, hem bakidir. Zira fenayı intac eden isimler de, bekayı intac eden isimler de daimidir. İsimler daimi olunca mazharlarda da, şe’nlerde de devamlılık vardır. Bu yüzden sürekli fenaya ve sürekli bekaya mazhar oluruz. Bunu fark eden için bu dünya ile ahiret arasında bir fark kalmaz. Ölüm de hükümsüzdür.Yahut daha doğru bir deyişle ancak nisbi bir hükümdür. Çünkü o zaten her an ölmekte, her an dirilmektedir. Her an zahir ismi de, batın ismi de üzerinde mütecellidir.

İnsan fena makamından bakarsa sadece kendini üzer. Bu nazarla bakana varlık bir yokoluş, ya da zeval hikayesidir. Her şey batıp gider, gurub eder. Her an ayrılık, her an ölüm, her an hüzün. Kimi müminler böyledirler.Gördükleri haktır, ama nazarları eksiktir. Hayatı hüzün tecellileri ile yaşarlar, zeval ve ayrılık üzerlerinde kaimdir. Ancak bu kısmetsizliklerinden değil nazarlarındandır. Onlar umumi gelen tecellilerin ekseriyetle hüzne dönük olanlarını nefis aynalarında kabul ederler.

Kimi de beka makamından bakar ve ‘her dem yeniden doğarız, bizden kim usanası’ der. Bu insanlar hayatlarını neşe tecellileri ile yaşarlar. Daima pırıldayan güneşçiklere bakarlar, güneşten emindirler. Sönük damlalara nazar etmezler. Gördükleri haktır, ama onların da nazarları eksiktir. Ama eksikleri evvelkilerden daha azdır. Zira onları hükmü altına alan isim, evvelkileri hükmü altına alan isimden daha büyüktür.(Allah’ın isimleri arasında da bir hiyerarşi vardır, ‘rahmetim gazabımı geçmiştir’)

Muhyi ismi Mumit ismine galiptir.

İnsan kendinde ne varsa dünyada onu görür. Fena varsa fena, beka varsa beka. Vahşet ve nefret varsa vahşet ve nefret, üns ve muhabbet varsa üns ve muhabbet. Dünyanın anlamı bizden gayrı değildir. Söyledikleri ise bizim iç sesimizden ibarettir. Çünkü enfüste ne varsa afakta o görülür, o işitilir.

Bir grup insan da, ki bunlar muhakkiklerdir, madalyonun iki tarafını da görürler. “Onlar kainatı ne ispat ederler, ne nefyederler. Bilakis onlar kainatı itiraf ederler.”(Konevi) Onlar bir gözlerini fenaya bir gözlerini bekaya dikerler. Onlar aczle kudret, fakla gına, mümkünle vücub arasında, zahirle mazhar arasındaki ilişkiyi hayretle seyr ederler. ‘Batmayı gördün mü, öyleyse doğmayı da gör’ derler. Bu insanlar kendilerindeki vahşetin de ünsün de, nefretin de muhabbetin de, celalin de cemalin de, ademin de vücudun da, gölgenin de nurun da farkındadırlar. İnsanın içinde ikisi de mevcuttur. İkisini birden yalnız muhakkikler görür. Yahut ikisinde itidal ancak onlara hastır. Bu yüzden onlar, gölgenin de nurun da ashabıyla konuşacak dile sahiptirler. Zira insan ancak kendi içindekini anlayabilirse dışarıdakini anlayabilir.

Onlar ölümün ve yaşamın iki nispet, iki izafet, iki isim iki varlık tecellisi olduğunu bilirler. Onlar hep vardırlar.Varlıklar kendilerinden değil Ondandır. Varlıkları Onunladır. Zira varlıklarının garantisi Hayy ve Kayyum’dur. Bilirler ki tüm isimlerin tecellisi insanın varlığına bağlanmıştır. Kainat insanla kaimdir. Allah’ın hazinelerinin bekçisi, mührü insandır. Dünya da Allah’ın hazinelerindendir, ahiret de Allah’ın hazinelerindendir. İnsan gidince dünya hazinesi dağılır, iş ahirete intikal eder.

  29.07.2010

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut