BİZİ ÖĞÜTÜP duran büyük bir değirmen olan zaman, yavaşlama ve hızlanmaya; inişe çıkışa; yaza kışa ayarlıdır.
Bizi menzil-i maksuda doğru hızla götüren şu küremiz, yıllık deveranında güneşe yakın olduğu zaman hızlı, uzak olduğu zaman ise daha yavaş döndürülmektedir.
Dünya ikliminde, uzmanların “oscillation” dediği salınımlara şahit oluyoruz. Bir bölge, bakıyorsunuz on, on bir sene kurak gitmiş, arkadan tekrar bir o kadar yıl yağışlı bir döneme geçmiş. Kur’ân-ı Hakîm’de Yusuf kıssasında hikâye buyrulduğu üzere, Mısır’da yedi yıl yağışlı, dolayısıyla tarım mahsulleri açısından verimli bir dönem, müteakip yedi yıl ise kurak bir dönem müşahede edilmiş.
Zeytin gibi bazı ağaçlar, bakımları ne kadar özenli yapılırsa yapılsın, üst üste iki yıl aynı ürün verimi göstermiyorlar.
1و تلك الأيام نداولها بين الناس sırrınca, çarklar bazen bir ülkenin, bir kıtanın, bir dinin lehine dönmekte, bazen de aleyhine çevrilmektedir. Ezcümle, 1492’den beri Asya’nın çöküşüne, Batı âleminin ise yükselişine şahit oluyoruz.
Kendi halimize baksak, neşeli, üzüntülü; sağlıklı, hastalıklı günlerimizin ardı ardına geldiğini görürüz.
Bunları niye mi anlatıyorum?
Dünyayı bir imtihan yeri olarak yaratan Rabbimiz, âhireti büsbütün unutmamamız sırrından olsa gerek, sıkıntıları ve sevinçleri; kabz ve bast hallerini; ticarette kazançlı çıkma ve kesata girme hallerini art arda yaratıyor.
Fıtrattaki bu hâlden hareketle, acaba hiçbir riski olmadan, on iki ay aynı maaşı sağlayan bir görev, iktisadi hayat kesatta da olsa kazançta da olsa sürekli aynı faizi veren banka sistemi ne kadar normal ne kadar sağlıklı?
Peki, fıtratla pek uyuşmayan memurluk bizce niye bu kadar mergup bir iş?
Bunun sebeplerinden biri bizim, “sa'y ve ameldeki lezzet ve saadeti” bilmememiz. Cenab-ı Hakkın, “kemal-i kereminden, hizmetin mükâfatını, hizmet içinde dercetmiş” olduğundan gafiliz. Rabbimizin “amelin ücretini, nefs-i amel içine koymuş” 2 olduğundan bihaberiz. Bir gönül dostumun, belki bu sözleri izah sadedinde dediği gibi, “tevekkül sürece odaklanmaktır.” Oysa bizi mutlu eden, kısa süreliğine mutlu eden, işin sonucunda elde edilen üründür, başarıdır. Onun için çiftçi hasat işi bitiverse de, buğdayı ambara koysak der. Yolda araba kullananımız, şu yolculuk bitiverse de eve dönsek havasındadır. Öğrenci derse, şu kitabı bitiriversem de sınavı geçsem hayaliyle çalışıyor.
Hasadı yapan, hasadın kendisine odaklanmıyor, araba kullanan virajları dönmenin, düz yollarda gerekirse süratin gerekirse sağ şeritte kalıp boş şerit kollamanın, arada bir kısa dinlenip kâinat tefekkürünün zevkini tatmıyor. Ders çalışan, o çalışma içindeki zevki; kıvrım kıvrım giden mantık dizileri içindeki heyecanı yaşayamıyor. Varsa yoksa sonuçtur, çoğumuzun kafasındaki.
Üstadın bu Notayı “hırs”ı işlediği Notaya komşu eylemesi bu ilişkiden olsa gerek. İşten zevk alamayan, ondaki zevke, az kazanca kanaat etmeyip hırs gösteren insanlar basamakları salimen geçip arzu edilen maksada tam ulaşamıyorlar. Ulaşamadıkları için de “garantili” işler arıyorlar.
İşte o yüzden, “müstehlikler çoğalır, müstahsiller azalır. Herkes gözünü hükûmet kapısına diker… "san'at, ticaret, ziraat" tenakus eder. O millet de tedenni edip sukut eder, fakir düşer.” 3 diyen çok doğru söylemiş.
Hal-i pür melalimizi, hatta komşumuz Yunanistan’ın aylardır didinip durduğu hali iyi anlatan bir tespittir bu. İşinden zevk almayan, onu şevkle daha güzel nasıl yaparım, yeni teknikleri bu işte nasıl uygularım gibi hesaplar yapamayan, yalnızca kafasını kazanmaya diken, şartlara, basamaklara müraat etmediği için onu da kaybeden fertler, çocuklarını sürekli “garantili iş”e, devlet kapısındaki görevlere teşvik etti.
Ders çalışma stilleri büyüklere benzeyen; çalışmadaki zevki tanımayan, tadamayan; öğrenmenin, bir İngiliz deyişi ile varılacak bir menzil değil, bir seyahat olduğunun farkına varamayan öğrenciler, sınavları geçe geçe; bildiklerini hatırlaya unuta KPSS’ye (benim muzipçe deyişimle KaPıSeSi: devlet kapısının sesi) kadar geliyorlar. Ona çalışırken de zevk ve şevk duymuyorlar. Sınav sonucu açıklanana kadar beklettikleri kitapları, ya çöpe atacak ya da birilerine verecekler, onlardan öğrendiklerini de kısa sürede unutacaklar.
Devlet kapısından adımlarını atacak olanların çoğu, ödüllendirmeyen, kötü işleyen çarktan ötürü işinden zevk ve şevk alamayacak, ‘akşam olsa da gidip yatsak’ mantığı ile çalışacaklar… Sonuçta biz, hantal ve verimsiz devlet yapısından şikâyet etmeye devam edeceğiz.
Dünyanın gidişatından anlayanlar, ileride memuriyetin kalkabileceği bir düzen gelebileceğini söyleyenlerin bulunduğu bir çağda, memurluğa özentinin bu denli fazla oluşu sizce hayra alamet mi? 4
Yiğit düştüğü yerden kalkar. Yahudi, Rum ve Ermenilerin ticarette birkaç yüzyıldan beri elde ettiği başarıya bedel, bizim memurlukla yetinişimizin zararları fazla izah gerektirmeyecek kadar açıktır.
Rızık risktedir. Hayatın yuvarlanmaları, inip çıkmaları içindeki heyecandadır, yeknesaklıkta değil.
KPSS’ye giren milyonlar, o sınava girmek için harcadıkları milyarları, ortak bir teşebbüse dönüştürseler işin rengi değişebilir.
Bunun için de hür teşebbüsü esas alan bir eğitim sistemine, güvene, iş kuracak gencin elinden tutacak insaflı sermayedara ihtiyaç var. Üstadın dediği gibi bu da “dinin evâmir-i kudsiyesiyle ve takvâ ve salâbet-i diniye ile olur.” 5
- Bkz., Al-i Imran Suresi, 130. Ayet
- Said Nursi, Lem’alar, (İstanbul: Yeni Asya Neşriyat 1994) s. 127.
- Age, s. 149.
- Meraklısına not; Alvin Toffler Future Shock (Gelecek Şoku) adlı kitabında adhocracy'den söz eder. Bürokrasinin zıddı; işler, sabit memurluğa göre değil, projelere odaklı olarak yürütülüyor. Çalışanlara da projenin verimi ölçüsünde ücret veriliyor. Özellikle online organizasyonlarca uygulanıyor.)
- Age, s. 126.
© 2021 karakalem.net, Muhammed Şeviker