İçimizde bir soykırım tasarısı var...

NASIL DA kolayca çalkanıyor içimiz! Birisi bir yerde el kaldırmış, bir oy farkla tasarı kabul edilmiş, yüreğimiz ağzımıza geliyor. Bir başkaları bir başka ülkede "soykırım" tasarısına "hayır" deyiverseymiş, bayram edecekmişiz. Parmakların inip kalkmasıyla gönlümüzde "gel-git"ler... Adını bile bilmediğimiz bize bir faydası olmayan adamlar yüzünden hop oturup hop kalkmalar...

"Ermeni Soykırım Tasarısı"nın Amerikan ya da İsveç meclisinde kabul edilmesiyle "aşağılandığımıza" hükmediyoruz: "Türk halkı aşağılanamaz!"

Psikolojiden de biliyoruz ki, "aşağılanma"yı aşağılayanlar üretemez. Aşağılanmaya hedef olan, "aşağı" ya da "yukarı"da olduğunu "aşağılama" eyleminin öznesine göre belirliyor olmalı ki, aşağılama hedefini tutturabilsin. Bir takım ülke parlamentolarının alt komisyonlarının kararlarıyla "aşağılanabilir" olma konumuna kim itti bizi? Cevap: Onlar değil; biz!

Aşağılanabilir olmayı kabullenmektir aşağılanmak...

Bir rüzgârın esmesiyle yalım yapalak titremeye başlıyorsak, "dal"ımızdan kopmuşuz olabilir miyiz? Öyleyse şu dalı yeniden bulalım.

Nedir zorumuza giden? Bizim hiç işlemediğimiz bir soykırımı yıllar sonra ellerini kaldırarak "işlemiş" göstermeleri mi? İşlemediği suçla suçlanınca insan, niye aşağılanmış görsün ki kendini... Onuruyla dimdik durur. Kılını kıpırdatmaz. Yoksa biz soykırım suçu işlememiş olmanın onurunu bir başkalarının "işlemişlerdir" suçlamasıyla yitiriyor muyuz?

Yoksa biz işledik bu suçu da, işleyip işlemediğimiz gündeme gelmediği ve oylanmadığı sürece mi onurluyuz? O halde başkalarının elinde onurumuz. Başkaları sustuğu sürece mi onurluyuz?

Amerikan meclisinin bilmem ne komisyonunda "tasarı" bir oy farkla reddedilseydi, çok mu mutlu olacaktık? Adını bile bilmediğimiz bir adamın eli midir koskoca bir milleti kurtaracak olan? Eğer böyle kazanacaksak onurumuzu, ne onursuz bir onur kazanımıdır bu!

Onurumuzu devletin onuruna endekslemişiz. Yıllar önce devlet adına yapılanlar yüzünden hepten karalanacağımızı düşünüyoruz. Haliyle şimdiki aklığımızı da devlet adına birilerinin bu işi yapmamış olmasına bağlıyoruz. "Yapmışlarsa bize ne?" diyemiyoruz. Dememeliyiz de! Peki o zaman "Yapmışlar/yapmışız ama keşke olmasaydı..." deme dürüstlüğümüz de mi yok? "Yok, bizimkisi tehcir; soykırım değil!" diyerek yırtacağımızı mı düşünüyoruz? Bakın ki, her şeyi Öz-Türkçeleştirdiğimiz yerde "zorla göç ettirme"yi üstü kapalı tutuyoruz, "tehcir" diye ağzımızda yuvarlıyoruz. Saklıyoruz yani. Demek ki "tehcir" bile olsa saklama ihtiyacı hissediyoruz yaptığımız işi. Demek ki, utanıyoruz yaptığımızdan. Savunulmaz buluyoruz. Arkasında duramıyoruz.

Öyleyse bunca ezilip büzülme niye?

Gelin, devleti de, devlet adına yapılanları da unutalım. Kendi vicdanımızla sıcak temas kuralım. "Soykırım yapılmış mı yapılmamış mı?" sorusunu da bir kenara bırakalım. "Biz" diliyle konuşmayalım bu defa. Tarihi değil, şimdi'yi tartışalım.

"Ben soykırım yapar mıyım?" diye soralım hiç olmazsa bir kerecik. İşte o zaman sahici bir "dal" tutunuruz. Böylece utancımız da sahici olur, onurumuz da.

Neydi "soykırım"? İnsanı "soy"undan ötürü "kırmak". Doğuşuyla kendini içinde bulduğu "soy"u yüzünden, bir insana hiç yargısız hasım kesilmek "soya kıymak"tır. Bunun ayna görüntüsü de "soykırım"a dahil olmalıdır: Bir "soy"un tüm üyelerini, ne ederlerse etsinler hiç koşulsuz "temiz"e çıkarma girişimi de "soya kıyım" teşebbüsünün uzantısıdır. Soykırım suçu için belli sayıda insanın öldürülmesi şart koşulmuyor tanımlarda. Bir kişiyi bile"soy"undan ötürü öldürmek, dahası "hiç olmasaydı keşke" diye varlığını lüzumsuz görmek de bir "soykırım" sayılır. Öldürmeseniz bile ona aşağılayıcı bir bakışla bakmak da soykırımdır. Kendi soyundan biri açık suç işlediği halde, "Ermenilik vardır soyunda!" diye suçu kendi soyuna kondurmayıp bir başka soya atıvermek de "soykırım"dır. Onca yıldır "bebek katili" diye ilan edilen terör başının "bebek katili" suçlamasıyla aynı aşağılayıcı tonda "Ermeni dölü" diye anılmasında bir gariplik görmemek de "soya kastetmek"tir. "Türk olsaydı, bebek katili olmazdı!" demeler, Türk soyuna mensup birinin ağzında olabiliyorsa, doğuştan başka bir soydan gelmiş olsaydı "Bebek katili" ile "Türk dölü"nü aynı derecede aşağılayıcı bir suçlama olarak kullanabilecekti demek ki. "Tehcir" bile olsa yapılan, "tehcir"i özür dilenmesi gereken, utanılası bir iş görmeyen, kendi soyuna "zorla göç ettirme"yi yakıştırıyor, kendi soyunu "tehcir"den dolayı utanmayacak kadar utanmaz görüyor olamaz mı? Bir başka soyun bütün üyelerinin, sırf o soyun üyesi oldukları için, sırf o soyun üyesi olan başkalarının işledikleri suçlar yüzünden "zorla göç ettirilme"yi hak ettiklerine hükmediyorsa, olup bittiği belli "zorla göç ettirme"ye vicdanen de olsa itiraz etmiyorsa, kendini bir "Ermeni"den üstün kıldığına inandığı Kitab'ının en az dört ayetine "kıyıyor" demektir. Kitab'da ısrarla aynı uyarı gelir her defasında: "Birinin suçuyla bir başkası suçlanamaz!" (Bakınız: En'âm Sûresi, 164; İsrâ Sûresi,15; Fâtır Sûresi, 18; Zümer Sûresi,7.) Kim olduğuna aldırmaksızın, ahlâkı konusunda en ufak bir fikir sahibi olmaksızın en başından"Diyarbakırlılara verecek kızımız yok diyebilen!" secdeli hacı anne, bir "soy"a kıymıyor musun sen? Adını bile duyar duymaz, "bu evde Alevî damada yer yok!" diyen "milliyetçi muhafazakâr" amcacığım, hangi sünnî ilkeyi muhafaza ediyorsun sen?

Hakkaniyet ölçüsünü kaybedenin başkasının soyuna da kendi soyuna da faydası olamaz. Bütün "soykırım"lara katılacak, katkıda bulunabilecek, en azından karşı çıkamayacak bir taraftarlık sağırlığına mahkûm olur.

Haydi, içimizde öfkelenmeyi bekleyen, sığ sloganlarla beslediğimiz, "tehcir"ler yapmaya hevesli gizli"soykırımcı"ları bir oylayalım. "Soykırım yapıyorum!" diyenler, el kaldırsın! "Soykırım yapmam, yapmadım!" diyenleri de bir görelim. Eller, lütfen!

Elimizi vicdanımıza koyarsak, başkaları bizi aşağılayamaz. Elimiz vicdanımızda olsaydı, başka parlamentolardan önce TC parlamentosunda görüşülürdü "tasarı"... Kimse bizi üzemezdi! Değil mi?

  27.06.2010

© 2021 karakalem.net, Senai Demirci



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut