Karanfille Gelen

Nuriye Çakmak

DÜNYA TELAŞI denilen şeyin eteklerimi çektiği bir gün, hafifçe kokunu aldığımı duyumsuyorum. Sonra ne olduğuna bile bakmadan çekip gittiğimi… Burası bir cam balkon; incecik camlar size sanki dışarıdaymışsınız hissini verse de, parçalar kapalıysa içerisi tam bir odaya dönüşüyor. Tek bir karanfilin kokusunu salacağı ve bu kokuyu hissedebileceğiniz kadar hem de.

Varlığını hissettiğim ama üzerinde düşünmediğim o gün, orada ne işim vardı bilmiyorum. Senin gibi onu da unuttum. Sonra başka bir gün, baharla selamlaşıyorum aynı balkonda. Işıl ışıl deniz öyle çekiyor ki beni, sırtımı sana dönerek oturuyorum. Ki zaten farkında bile değilim. Saksılar… Bir tablo gibi bakıp geçtiğim, evin içindeki yerlerini bir türlü kestiremediğim, oturtamadığım garip şeyler benim için. Sen farklısın ama. Kokunla hafifçe omuzuma dokunuyorsun, bana da bak.. Ne olduysa o zaman oluyor işte. Tek çiçekle bahar gelmez diyenlere inat, bana baharı getiriyorsun. Öyle hayret etmeme hayret ediyor annem de, karanfilimiz açtı, fark etmedin mi?

Demek o gün bir an duraksayıp anlamaya çalıştığım tatlı rayiha senden geliyordu. Oysa koca kış ne zaman o balkona işim düşse gözüme batıyordun. Annemin her köşeyi işgal eden saksıları… Hele sen. Sarı, kuru(ş)muş, hatta birbirine dolanmış bir görüntün var. Senden asla bir hayat emaresi beklemiyorum. Ben bitkilerden anlamam, zamanında ne çiçeği olduğunu da zaten çoktan unuttum. Seninle ilgili tek varsayımım annem senin saksını değerlendireceği için orada olduğun. Başka bir mana ifade etmiyorsun. Hatta kalabalık ettiğini düşünüyorum içten içe. Boş veriyorum sonra.

Oysa karanfilleri çok severim ben. Ya da sevdiğimi sanırdım eskiden. Hakikatini bilmiyordum senin, cevherini fark etmemiştim. Çiçeklerin solalı, seni fark edenler, kokuna iltifat yağdıranlar, eğilip de kadife teninden öpenler yok olalı ne de uzun zaman geçti. Hele o koca kış tamamen unutulduğun mevsimdi. Acaba annem hatırlıyor muydu seni, hiç su vermiş miydi. Evden bir süreliğine uzaklaşacağında bana sıkı sıkı tembihlediği ve benim sırf sevap umarak yaptığım çiçek sulama işlemleri sırasında sıra sana geldiğinde hep duraksadım ben. Senden umudum yoktu ya. Bazen pas geçtim, bazen öylesine döküverdim, özensizce. Kuru bir toprak ve sadece kuru birkaç sert kabuk. Tüm görüntün buydu senin.

Şimdi utançla karışık bir sevinç yaşıyorum sayende. Kokunun omzuma dokunan ellerinden tutuyor, bu kez alnından öpüyorum seni.

Hiçbir zaman bir köyüm olmadı. Tatillerde gidip doğayla biraz daha içli dışlı olabileceğim bir “memleket”im de. Hiç dert etmedim bunu kendime. İstanbul gibi bir dünya güzelinde neden mahrum kalabilirdim ki! Ya da köysüz olmamın bana ne gibi bir etkisi olabilirdi?

İlk kez geçen yıl düşündüm bunu. Baharın geldiğini kupkuru dallarından çiçek açan bir ağaç fısıldadığında. Bu kadar çabuk umutsuzluğa kapılma nedenim, toprağı hiç tanımıyor olmamdan kaynaklanıyor diye düşünmüştüm. Yeşillik denilince aklıma ahşap piknik masaları, çim biçme makinelerinin uğultusu, peyzaj çalışmaları geliyor zira. Öyle ortamlarda yaşıyoruz ki, bahçelerin o abartılı güzellikleri öyle hesaplarla oluşturulmuş peyzaj harikaları ve bahçıvan ustalıkları sergiliyor ki, -haşa- Rabbi ve baharı değil de sanki gittiğimiz bahçenin kendisini övüyoruz. Tefekkürümüz sadece Cemîl’de, Sâni’de, Musavvir’de kalıyor. Emirgan korusunda laleler, Fethipaşa korusundan erguvanlar, her bahçede tüm mevsimlerde açan rengarenk öbek öbek güller. Kısmen yapay ortamlar, eksik tefekkürler. Benim için.

Oysa birçok kişi için kupkuru dalların bir anda yaprağa bile değil çiçeğe dönüşmesi ve bunun sadece bir çeşit ağaca has olmayan genel bir bahar haşri özelliği olduğu gerçeği şaşılası değildir. Bunu, ne zamandan beri bildiklerini hatırlamayacakları kadar önceden beri biliyorlardır belki. Oysa ben, belki hep fark ettiğim halde üzerinde durup düşünecek kadar haşir neşir olmadığımdan olsa gerek, bunu ancak geçen yıl tam olarak idrak etmiş, hayret ve sevincimden “Baharım Sensin” demiştim.

Şimdi bu dersi bir karanfilden alıyorum. Tarifsiz bir mutluluk yaşıyorum onunla. Bu aralar en vefalı dostum, en sevdiğim öğretmenim o benim. Her şeye rağmen özünü yitirmeyen, cevherini “dışarıdaki caydırıcı sebepler”in örseleyemediği, vefasızlığın, unutulmuşluğun, bitmek bilmeyen zamanların kendisini yıkamadığı... Ama tüm bu başarıların da kendisini sertleştirmediği bir kahraman bu karanfil çiçeği. Aradan geçen bunca hengameye rağmen yine kadife elbisesine sarınmış, o güzel kokularını sürünmüş. Öyle narin, öyle asil. Sadece duruyor. Ve bana o duruş yetiyor.

Öyle şeyler hatırlatıyor ki bana, yüreğime dokunuyor.

Gülleri de severim, ama uzaktan. Asillikleri bir süre sonra caydırır sizi, narinlikleri. Ele geçmemek içindir sanki güzellikleri. Sahip olduğunuz an, ellerinizde can vererek intikam alırlar gibi gelir bana. Ellerinizde solarlar. Cefa nedir bilmez güller. Vefa nedir bilmez. Güzellikleri sarmaz içinizi, gözlerinize hitap ederler. En çok peygamber gülleri sıcak gelir bana, zaten gülün hatırlattıklarıdır sevilen, en sevgiliye olan muhabbetimizden.

Ama karanfiller öyle değildir. Gül kadar narindir ve onun gibi iç içedir yaprakları, sanatlıdır. Onun gibi güzel kokar, onun gibi süzülür incecik boynu. En az onun kadar güzeldir, asildir duruşu. Ama anladım ki, karanfil vefayı bilir, cefayı da bilir, fakat ömrü öyle kısa değildir, sana uzak değildir, güzeldir ama nadan değildir. Ellerinde ölmez karanfil, seni sevdiğine pişman etmez. Sen unutsan, o gelir sana. Hatta kokusuyla seni mest etmek için tâ uzaklardan seslenir, istersen yakanda gezdir, istersen kucağında demetlendir…

Belki de herkes sevdiğinin bir karanfil olmasını ister. Belki de herkes sevdiğini, karanfile benzettiği için sever. Ve bunun için de karanfilleri bir kez daha sever.

Benim bahar müjdecim, tefekkür öğretmenim, umut vericim, yüreğime dokunan tek çiçekli karanfilim, Rabbi ona ömür verdiği müddetçe selamlayacak beni. Ama bu kez solduğunda bende bıraktığı manalarda yaşıyor olacak. Bana hatırlattıkları. Hafızamın hayalinde, vazifesi için mücadele veren narin emekçim olarak kalacak. Beklentisiz güzelliğiyle. Ben yine alnına buseler konduracağım. Ve bu kez solduğunda, bende yeşerdiğinin idrakinde olacağım.

Karanfil için, karanfille gelen için ve tüm bahar için; sana sonsuz teşekkür ederim Rabbim. Gafil kafama karanfilden bir değnek değdirdin; onu bana enis, beni ona hayran ettin.

Bakıp da göremediğim tüm isimlerinle, Seni tesbih ederim.

  10.06.2010

© 2021 karakalem.net, Nuriye Çakmak



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut