EN YETKİN MÜŞAHEDE MAHALLİ: KADIN

Mona İslam

Ben senin kayıp parçanım, sense benim evim.

FÜSUS-UL HİKEM’İN ZİRVE BAHSİ, hiç şüphesiz Muhammed Fassı’dır. Şeyh-i Ekber eserin başından sonuna her peygamberin fassını, hikmetini, ismi azâmını bize bildirir. Muhammed Fassı: Ferdiyyettir.

Evvelce Fütuhat-ı Mekkiye’ye atfen, başka bir yazıda belirttiğimiz Ferdiyyet, üç koşula dayanır. İlim, kudret ve irade. Buna dilerseniz zât, sıfat ve alem* de diyebilirsiniz. Bu üç şeyin birliğine ferdiyyet denilir. Getirilen misal Allah’ın erkeği yaratması, erkekten de kadının yaratılmasıdır. Böylece Allah, erkek, kadın üçlemesi karşımıza çıkar. Buna ilişkin enteresan atıflar yapılır.

Tüm bu ontolojik izah Efendimiz’in “Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi” demesini şerh etmek içindir. Şeyh bu üçlemeyi de onun ferdiyyetine delil sayar. Sevdirilenlerin ilki kadındır. Çünkü kadın “en yetkin müşahede yeridir”. Şeyh’e göre Rasulullah(sav), kadınları onlarda Hakk’ı müşahede edilebildiği için sevmiştir. Sevmesi de kendiliğinden değil, ona sevdirildiği içindir. Bu noktada anlaşılması gereken kadınları sevmenin, bir erkek için fıtratın olmazsa olmaz ilk koşulu olduğudur. Hakikat-i Muhammediye insan nevinin en yetkin halidir, ve o ‘en yetkin tecelligah’ olarak kadınları görmektedir.

Şeyh kadını doğaya benzetir. Doğa Allah’ın müşahede alanıdır. İnsan Onu kainata bakarak müşahede eder. Yoksa kimse bizatihi Onu, ölmeden görecek değildir. Görme fiili başka, müşahede fiili başkadır. Biz ‘eşhedü’derken bu müşahedeyi kast ederiz. Müşahede , ilk iman kelimesindedir.Bu ne kadar mühim olduğunun da göstergesidir. Müşahedesiz iman tam olmaz. Buna dayanarak söyleyebiliriz ki, insan doğada Allah’ı müşahede etmeye çalıştığı gibi, kadında Allah’ı müşahedeye çalışmalıdır. Doğayı dışlayan, ‘çiçek-böcek muhabbeti’ diye tahkir eden yaklaşımlardan bunu anlamalarını elbette bekleyemeyiz. Ancak Risale-i Nur Talebeleri kainata ne kadar önem verirlerse, kadına da o kadar önem vermeleri gerektiğini buradan anlayacaklardır. Kadınları müşahede etmek, kadınları sevmeyi netice verir. Çünkü marifet, muhabbeti doğurur.

“Kadınları sevmeyen erkek var mıdır?” diye bıyık altından gülenlere peşinen söyleyelim ki, ‘kadınları sevmekten’ kasıt, onların anladığı şey değildir. Öyle olsa Rasulullah(SAV) malumu ilam etmiş ve abesle iştigal etmiş olurdu. Haşa! Onun o fem-i saadetinden asla abes bir söz sâkıt olmamıştır. Kadınları sevmek, onları bütünüyle sevmektir. Ruhları , kalpleri, düşünüş biçimleri ile, nefisleri , hayalleri, kuruntu ve vehimleri , kıskançlıkları ve nazları ile, ve elbette suret ve görünümleri ile de. Rasulullah’ın taife-i nisayı sevdiğini ve değer verdiğini onun “Ene ebul benat” (Ben kızlar babasıyım)diye övünüşünde de görebiliriz. Ayet-i kerimenin “O içinizden hiçbir erkeğin babası değil, o Allah’ın Rasulüdür” derken, ‘racul’ifadesini kullanışı da bu anlamda manidardır. Çünkü her tavrı ve sözü ile apaçık izhar etmiştir ki, Rasulullah(sav) ümmetinin kızlarının babasıdır. Hep onları kayırmıştır. Çünkü kayırma aciz olana yapılır. Onları öz babalarından daha çok düşünür. Şeyh der ki, “Kim bir kadını salt doğal arzu bakımından severse bu müşahedenin bilgisi onda eksik kalır, o ruhsuz beden gibidir.”Müşahedenin kamil olması için kadına bütünsel bakmak gerekir. O kimi zaman eştir, kimi zaman anadır, kimi zaman kızdır, kimi zaman akrabadır, komşudur, kimi zaman da arkadaştır.

İnsan yaradılış itibariyle tamdır. Tamlık potansiyeline herşeyin koyulmuş olması anlamındadır. Ancak kâmil değildir. Çünkü potansiyelini gerçekleştirmemiş, kuvveden fiile çıkarmamıştır. Kemal bulmak için, Allah’ın cemali ve celali sıfatlarının sizde itidalle cem etmesi gerekir. Kadının erkeğe, erkeğin kadına yönelimi ve sevgisi, hakikatinde kemale yönelimdir. İnsan bulunduğu noktada, hakikati sadece tek gözle görür. Ancak kadın ve erkek bir aradayken insan iki göz sahibidir ve kemal bulabilir.

“Nefsini bilen Rabbini bilir”. Erkeğe nispetle kadın, ruha nispetle nefis gibidir. Ruh ancak nefsi bilirse, tanırsa onu yönetebilir. Yönetmek, sanıldığı gibi iktidar arzusundan değil, hakikate bütünsel olarak erilebilmek arzusundandır. Uyum sağlanmalıdır ki, iki taraf için de göz doğru bir görüş kazanılsın. Bu sayede insan Rabbini nakıs değil, kâmil olarak bilebilir, ona böyle kulluk edebilir. Bu yüzden birbirimiz için hayati önem taşıyoruz. Zira, varlık sebebimiz marifetullah için, birbirimize muhtacız.

Bir adamın kemalini görmek isterseniz, etrafındaki kadınlara bakın. Onlara nasıl muamele ediyor? Onlarla uyumu nasıl? Onları ne kadar dinliyor, ne kadar anlıyor, ne kadar seviyor, değer veriyor? Bunun için sadece eşi olmaları şartı da yoktur. Bir erkek etrafında bulunan, hayatına temas eden, akrabası olsun-olmasın tüm kadınlara karşı hayırlı ise, Peygamberi’nin sünnetini yerine getiriyor demektir. Çünkü o “En hayırlınız kadınlarına karşı hayırlı olanınızdır” demiştir. Burada nisa kelimesi kullanılmış, ezvac kelimesi kullanılmamıştır. Bu da gösterir ki, kasıt sadece eşler değildir. Üstelik hayırdan murat, sureta bir iyilik de değildir. Hakiki bir marifet ve muhabbettir. Bir erkek karşısındaki kadının eksikliğini gördüğü nispette, kendi eksikliğini de görmelidir. Onlar ancak birbirlerinin eksiklerini tekmil ederek kamil olabilirler. Bunun için Kitap’ta “Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velisidir” denilmiştir. Burada da anlam eşler denilerek sınırlandırılmamış, ayrıca velilik sıfatı, koruma kollama, gözetme, yol gösterme sadece kadına, yahut sadece erkeğe atfedilmemiştir.

Şeyh bize sebep ve sonuç ilişkisinden söz ederken Allah’tan erkek, erkekten kadın zincirini kurar. Bunun ardından özleme dair nefis bir açıklama getirir.

“Hak insan hakkında şöyle der: Ona ruhumdan üfledim. (15/29) Sonra kendisini insana kavuşmaya özlem duymakla nitelemiş ve kendisine kavuşmak için özlem duyanlar hakkında şöyle demiştir: “Ey Davud! Ben onlara daha çok özlem duyuyorum.” Kastedilenler Allah’a kavuşmak içinözlem duyan kimselerdir. Hak kendilerini gördüğü halde, bu yakın kullarına özlem duyar. Onların da kendisini görmesini ister, halbuki bulunulan makam buna imkan vermez.

Sonra insandan kendisine benzeyen kadın diye isimlendirilen bir şahıs türetmiştir. Böylece kadın erkeğin suretine göre ortaya çıktı.(Burada insanın Rahman suretinde olmasına da atıf var).Erkek bir şeyin tıpkı kendisini sevmesi gibi,(Allah’ın insanı sevmesi de böyle tanımlanıyor)kadına sevgi duydu. Kadın da tıpkı bir şeyin vatanına özlem duyması gibi erkeğe sevgi duydu. Suretteki benzerlik ilişkilerin en büyüğü en yücesi en yetkinidir. Böylece üç şey ortaya çıkmıştır. Hak, erkek ve kadın.”(Füsus-ul Hikem, Muhammed Fassı)

Kadınlar acizdir, zayıftır, kırılgandır. Doğa da öyle. Kadın doğurgandır. Doğa da öyle. Kadın güzeldir, doğa da öyle. Modern dönemde insanın doğayla savaşı, kadınla savaşına paralel gitmiştir. İnsan doğayı ele geçirmek istemiş ve onu zorlamıştır. Kadını da öyle. Doğa insana kısmen boyun eğmiş kısmen de felaketlerle ona cevap vermiştir. Kadın da öyledir. Kadın da doğa gibi cebbarlardan sessiz-sakin intikam alır. Kadın da doğa da ele geçirilmeye gelmez, küser, sırlarını göstermez. O ikisiyle de barış ve selamla yaşanmalıdır.

Kadın erkeğe, kulun Rabbi karşısında olması gereken konumunu hal diliyle hatırlatır. Erkek de varoluş karşısında, aslında kadın kadar aciz ve zayıftır. Ama onda tecelli eden kudrete aldanır. Onu bu aldanıştan kurtaracak şey, kadına doğru bir nazarla bakmasıdır. Doğru nazar, kadının kendi suretinde olduğunu idrak eden nazardır. Hakikat-i hali ile onun aynıdır. Demek aslında, erkek de böyle kırılgan ve çaresizdir. Ona verilen kudret ancak nisbidir, vehmidir. Kudret tek elde toplanmıştır, o da Hak’tır.

Erkek kadını iki şekilde sever dedik. İlki kadında Onu müşahede ile, ki bu aşkla sevmeyi netice verir. Bu sevgi yukarıya doğrudur. Zira görülen O’dur. Ona layık sevgi de aşktır, incizaptır. Bu aşk tecelligaha yönelerek kendini izhar eder. İkincisi ise Hakk’ın insanı sevmesi gibidir ki, bu da şefkattir. Bu aşağıya doğrudur. Erkek bu durumda kadını kendi parçası gibi görür. Sevdiği kadın kendisinin uzantısı, kayıp parçası gibi gördüğü kadındır. Ona zulüm kendine zulümdür. Bu yüzden kadın erkek ilişkisinde şefkat, erkeğe düşen paydır. Aşk, şefkat burcunda tezahür eder.

Kadın da erkeği iki şekilde sever, biri onun vatanıdır, aslıdır. Bu yüzden kadın, kimin yanında en çok kendi gibi olabiliyorsa onu sever. Erkek kadının evidir. İçinde yanında her hal ve şartta rahat ettiğidir. Bu insanın Hakk’a olan sevgisine benzer. O zaman kadın aşıktır. Çünkü bu aşağıdan yukarıya bir sevgidir. Bir incizaptır. Zira görülen O’dur. Burada kadın görünenin yani erkeğin ardına, hakikate bakmaktadır. İkincisi yine aşağıdan yukarıya bir sevgidir, zira erkek kadının üzerine yağan rahmetin, emniyetin, rububiyetin bir aynasıdır. Bu durumda kadın erkeği vefa ile sever. Kadın erkek ilişkisinde kadının payına düşen şey vefadır. Aşk, vefa burcunda tezahür eder. Bu durumda kadın görünene, sebebe, yani erkeğe bakmaktadır.

Rasulullah’ın bir sıfatı cevami-ül kelim olmasıdır. Bakınız, kendisine sevdirilen üç şeyden ilkini bile bu kadar konuşmak, bu kadar düşünmek gerekir. Benim bu mesleye ilişkin anladığım, elbette kendim kadardır. Meseleye benim gölgemde kalmadan bakmak isteyenler, Füsus-ul Hikem’de Muhammed Fassı’na bakmalıdırlar. Elbette o zaman da Şeyh’in gölgesinde bakacaklardır. Ama emin olun Şeyh’in gölgesi uçsuz bucaksız genişliktedir. Gün gelir mesleye ondan daha büyük birinin gölgesinde bakmak isterseniz o zaman nereye gidersiniz? Ben bunun cevabını bilmiyorum. Zira bu hadisi onun kadar güzel anlatan kimseyi görmedim.

Şeyh hayatı ile de bu hadisi hakk-al yakin idrake çalışmıştır. Bize anlattığı bir rüyasında kendisine şefaat izni verilirse kime şefaat edeceği sorulur.*** O da dört hanımın ismini zikreder. Bunların hepsi onun eşi değildir. Kimileri araştırıcıların da tespit edemediği Şeyh’in hayatına temas etmiş kimi kadınlar olmalıdır. Hatta birini Hatun sıfatı ile zikretmiştir, ki bu bize onun Selçuklu soylularından bir hanım olduğu zannını vermektedir. Açık olan şudur ki Şeyh kurtarma imkanı kendisine verildiğinde, ilk olarak kadınları saymaktadır. Bu onun ‘kadınları sevmek’noktasında Efendisi’ne iktida ettiğinin de açık kanıtıdır. Bilindiği gibi rüya, insanın en derin bilincine yer etmiş şeylerin zuhur ettiği bir alandır.


*Risale talebeleri buraya esmanın konması gerektiğini düşünebilirler. Ancak vahdet-i vücud’a göre alem zaten Esma’dır. Esma’ya kendileri için bakarsanız alemi, Zât için bakarsanız da Onu görürsünüz.

**Elbette hemcinslerin arkadaşlığı gibi olmaz, ama kadın ve erkek şeriatın çizdiği sınırlar içerisinde arkadaş olur, bir fikri, bir hayatı, bir yolu paylaşır. Bunun için sun’i ayrımlar, kendini kasan uzaklaşmalar abestir. Edep her ilişkide olması gereken sınırdır. Edep yeterlidir. Bu benim şahsi kanaatimdir.

***Kibrit-i Ahmer’in Peşinde, Claude Addas, Gelenek YAYINLARI

  24.06.2010

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut