ÜÇ MESELE

Mona İslam

Yolcu! Bil ki, kalbine hükmün geçmez.

“AŞK VE HİKMET insanın iki gözü gibi olmalı” der Şeyh-i Ekber. Nasıl tek göz görmeye kâfi gelmezse, doğru bir görüş için ikisinin birlikte çalışması şartsa, aşk ve hikmet de öyledir. Hikmet aşksız soğuk, tatsız, kanatsız; aşk hikmetsiz dengesiz, muvazenesiz, itidalsiz. Aşk hikmeti ısıtır, hikmet aşka sınır koyar. Aşkın sınıra, hikmetin ısıya ihtiyacı vardır. Kimilerinin salt aşkla gözü kapalı gittiği yolculuklar, kimilerine hikmeti aşkın yanına katar da gözü açık yol aldırır. Hikmet yerden gökyüzüne bakar, aşk ise göğe kanat açar. Aşk da hikmet de tek tek yeryüzünde sürünürler. Aşk mecazi mahbublardan ah eder, hikmet sonsuz sebeplerle boğuşup durur. Ancak beraberce alemin melekutuna çıkarlar.

İkisi ateş ve suya, nefis ve akla benzerler. Birbirlerine zıt iki unsur. Birliktelikleri en ziyade düşünülemeyen iki şey. Birbirinin yok edicisi, amansız düşmanı. Doğru ölçü ve terkiple biraraya getirilirse ikisi de bambaşka bir hale girer. Buhar olurlar. Doğru ölçü ve terkip şeriatın vaaz ettiğidir. Buhar ikisinin de, en latif, en yüksekte, gökteki hali, zirvesi, miracı. Buhar, enerjisi ateşten, maddesi sudan. Madde ve enerji, varlığın iki hali. Biri diğerinde mündemiç. Biri zahirken, diğeri batın. “Cemm-i zıddeynde kemal vardır”* hakikatinin doğrulayıcısı. Muhteşem birliktelik.

***

Kur’anî anlatım ruh kelimesinden sadece insanın bidayetinde bahs eder. İlk yaradılış, ruhlara sorulan ilk sual, ilk ruh üfleme. Ruh bedenle buluştuktan sonra her hal ve şartta ondan nefs diye bahs edilir. Bu anlamda Kur’ani nefs kavramı bedene girmiş ruh anlamına gelir. Ayrı ve mücerred hali ruh, bedenle imtizaç etmiş hali nefs. Bir şey-i vahidin iki görünümü. Bu yaygın kullanımı ve tasavvufi anlatımıyla nefs kavramından farklıdır. Aslında Kur’anî nefs kavramı tasavvufî nefs kavramını kapsar. İnsanın kötücül dürtülerini, arzu gücünü, gazabını, hayvani yönünü kast edenlerin dilindeki nefs, Kur’andaki nefsin sadece bir vechinden ibarettir.*

Nefsin bedene yayılı ve yerleşik mahiyetinin merkezi, çekirdeği, kalptir. Nefse afaktan da bilgi gelir, bunlara malumat denilir. Nefs afaktan vesveseleri, günahları da içine alabilir. Ancak kalpte iman varsa kalp kapısı kilitlidir. Bu kirler kalbe giremezler. Bu kilit, yahut mühür, kafirdekinin aynıdır. Biri içeri hayrı kabul etmez, diğeri ise şerri. Bu yüzden “Mümin günahlarından ötürü ateşe girse dahi onun uzuvları ve onlarla alakalı olarak nefs-i hayvanisi acı çekecektir. Müminin kalbine ateş değmez. Çünkü hiçbir günah kalpteki imanla boy ölçüşemez.

Bir insanı değiştirmek için onun kalbini değiştirmek gerek. Kalpte bir değişiklik bütün latifelere ve bütün nefse yayılır. Hatta bedene de tesir eder. Kalbi değiştirmenin yolu zikir ve duadır. İnsanın kalpte bundan fazla sözü geçmez. Bu aczin zirve halidir. Bir şeyi sevmek ya da sevmemek, bir şeyle ilgilenmek ya da ilgilenmemek, bir şeye meyl etmek, arzu etmek yahut istiskal ve nefret etmek elinizde değildir. Kalp size kul olduğunuzu en çok hatırlatan şeydir. Sair latifelerde belki kendinizi fail gibi, irade eden gibi görebilirsiniz. Ama kalpte öyle değildir. Kalp tüm yanılsamaların sona erdiği, hakikatin mutlak ve çıplak müşahede edildiği yerdir. Çünkü kalp, kişi ile kalbi arasına giren Zât’ın emrinde, Onun iki parmağı arasındadır. O ismini aldığı ‘kalebe’ kelimesi gibi, onu bir halden bir hale kalb eder(çevirir)durur. İnsan acizdir, Fail O’dur, Mürid O’dur. Bunun için Efendimiz(sav), “Kalbimi dinin üzere sabit kıl”(Sebbit kalbi ala diynik) diye niyaz etmiştir.

Kalp günde kırk kere hal değiştirir. Bu kırk belki kast edilendir, belki kesretten kinayedir. Bukalemun gibi girilen ortama uyum sağlar. Bu yüzden kalbine sahip çıkanlar, kiminle oturup kalktıklarına, nerelerde gezdiklerine, neler konuştuklarına dikkat etmelidirler. Kalp mekanın boyasına boyanır, kalp sevdiği kişiye benzer, kalp dinlediği yahut söylediği sözü içine zikir gibi zerkeder. Bu yüzden “Ya Hakkı söyle, ya sus” denilmiştir. İnsanın her organının zaman zaman dinlenmeye çekildiği vakidir. Ancak kalp için öyle değil, kalp daimi çalışır. Zikir de daimi olmalıdır. Salat-ı daimeden kasıt bu olmalıdır. Öyle ki insan zikir ve dua ile en uzak zannedilen hallerde dahi zikir ve dua halinde olur. Her hal Onun bir vechidir. Her halde hatırlanan, anılan, müşahede edilen, sevilen, huzurunda titrenen O.

İbn-i Arabi kalp hakkında şöyle söyler:

“Kalpler şekilden şekile girer. Kalplerin ısınması,hakikatlerinin gerektirdiği şekilde, bütün işlerde şekilden şekle girmeleridir. Fakat kalpler, tek bir göz karşısında şekilden şekle girerler ki o da Allah’ın gözüdür.(YN: Burada göz’ayn’, kaynak, göze, pınar anlamında)Kalplerin Ona ısınmaları budur. Farklı gözler kalplere sahip olamaz. Gaflet o göz suyunu tutup insanı o gözden alıkoyduğunda, onun suyunu tuttuğunda, akıp gelen kollar fayda vermez.(Bir pınar ve ondan akan su kolları gibi bir metafor)”**

***

Üç kelime öğrendim. Biri tevvab. Biri münib. Biri evvab. Bu üç kelime, kalple alakalı üç hale tekabül ediyorlar:

Tevbe dönüş demek. Yoldan sapılmış, ancak geri dönülmüş. Kalp yönünü şaşırmış ancak toparlanmış. Pusulası sapmış, ancak düzelmiş. Tekrar tekrar sapmış, tekrar tekrar düzelmiş. Bu kalbin sahibine tevvab diyoruz.

Münib ise yönelmiş, adanmış, bağlanmış gibi anlamlar taşıyor. İnabe kelimesinden türetilmiş. Bu kalbin sahibi rotayı tutturmuş, kolay kolay sapmıyor, şaşırmıyor; kontrolü sağlam, yolunda düzgün bir biçimde ilerliyor. Ancak bazen ara sıra, nadiren de olsa sapabilir, şaşabilir, kısmi hata payı hasıl olabilir.

Evvab ise, hedefe kilitlenmiş kalbin sahibine diyoruz. Kur’an’da Hz. Davud için evvab sıfatı kullanılıyor.*** O artık gözü Allah’tan başka bir şeyi görmeyen, Allah’tan gayrı bilmeyen, Ondan gayrı bir şeyi zikretmeyen, nereye dönse Hakkı gören, Allah’ın arşı, Onu sığdıran. Kalbinin her vechi Allah’a rotadan asla sapmamak üzere kilitlenmiş kimseye evvab diyoruz.

Allah bize iki göz yerine hikmet ve aşkı versin, kalbimizi zikr-i daimde kılsın, kalbimizi kendine kilitlesin.


*Bu anlatım bir seminerde alanı tefsir olan bir ilahiyat hocasından (kendisi Hüdai vakfı başkanıdır da) dinlediğimdir. Bu konuda bir doktora çalışması bulunmaktadır.(Dr. Adem Ergül)

**Bu pınar Kur’an olsa, kollar, ondan gelen Ehl-i Hakikat mürşitler olmalıdır. Demek insan gafletle gözünü kaynağa(Kur’an’a) kaparsa, artık hiçbir mürşit ona fayda etmez. Muhakkak metaforun başka anlamları da vardır, ben bu kadarını anlayabildim.

***Belki başka yerlerde de bu sıfat kullanılmıştır, ben sadece Sâd Suresi’nde Hz. Davud(as) hakkında olanını biliyorum.

  17.06.2010

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut