Nebiler ve Veliler

Mona İslam

“ÜMMETİMİN EVLİYASI/ULEMASI beni İsrail’in enbiyası gibidir” hadisini biliriz. Bazen evliya bazen alimler lafzıyla duyduğumuz bu hadisin pek çok anlamı var kuşkusuz. Bu yazıda biri üzerinde düşünmeye çalışalım…

Hatırlar mısınız? Üstadın Makam-ı Hızır tabiri ile anlattığı bir bahiste, onun bize bazı evliyanın Hızır zannedildiği, aslında o velilerin Hızırdan ders alan bir makamda oldukları, ve hataen Hızır sanıldıkları söylenir. Fehmimce buna kıyasla bir nebiden ders alan bir veli, hele de bihakkın o dersi aldı, o nebinin ahlakı ile ahlaklandı, onun ilmine varis oldu ise, o veli o nebinin makamındadır denilebilir. Çünkü nebiler aslen hakikatlerin temsilcisidirler, onların dünyevi hayatları son bulsa dahi, temsil ettikleri hakikatler değişik formlarda kendini izhara devam eder. Kur’an’ın bize nebileri anlatırken zihnimizi ve kalbimizi bu hakikatler üzerine teksif ettiğini, onlardan bir tarihi vakıa olarak söz etmediğini hatırlayalım. Nebiler dar-ı berzaha intikal etse de hakikatleri, manaları bu dar-ı dünyada halen bakidir.

İbni Arabi Fütuhatta bu meseleden özetle “Muhammedi Velayet” konusunda bahseder. Bir veli ya her bir nebiden ders ala ala seyr-i sulûküne devam eder ve en nihayet ulaşabilirse “Muhammedi Velayet” makamına ulaşır. Bu makam velayet makamlarının reisidir. Artık Efendimiz’den(sav) ders alır. Yahut az da olsa bazı veliler, diğer makamlara uğramaksızın doğrudan Efendimiz’den(sav) ders alır.* İlk yolda sonuca ulaşanlar da azdır, sonrakiyle şerefyab olanlar da. Zira Efendimiz(sav) tüm isimlerin kemal derecede mazharı olmakla tasavvur bile edilemeyecek bir makama sahiptir.

Ulaşılmadığı durumda ne olur? Veli seyr-i sulûkünde izlediği yolda, meşrebine, fıtratına uygun duraklarda Allah’ın onun için seçtiği bir yolda sair nebilere varis olur. Kimi veli Musa(as) ın makamına, kimi İbrahim(as) makamına, kimi Yusuf(as) makamına erer. Böylece Muhammed ümmeti içinde Yusuflar, Musalar, İbrahimler görürüz. Nebilerin çeşitliliği velilere de yansır. Onların açtığı kutlu yolun talipleri de onların boyası ile boyanırlar. Böylece Ümmet-i Muhammed içerisinde her bir nebinin ümmetine benzer cemaatler teşkil olur. Renk renk, fıtrat fıtrat, her birinin ism-i Azamları farklı farklı…

Kur’an ayetleri müminleri Allah’ın evliyası olarak tanıtır. Bizim ıstılahta kullandığımız evliya tabiri bunun zirvesine işaret de etse, Kur’an tarifi bizim için daha külli ve kapsayıcı bir anlam taşır. Veli Allah’ın bir ismi olduğu üzere, tüm müminlerde az ya da çok görünen bir isimdir. Bu bize her bir müminin de bir nebinin varisi olmaya aday ve namzet olduğunu müjdeleyen, insana umut zerk eden, şevke getiren bir anlama biçimidir.

Bu nazarla Kuran’da bize anlatılan peygamberlere bakınca, bize açılan yolun onların şahs-ı manevisinden ders almak, hayatlarını evvela ilmel yakin bilerek, sonra hal-i hazır hayatta onların hikayelerinin devam ettiğini külli hakikatler suretinde görerek(aynel yakin), ve sonunda onların ahlakını üzerimizde sübût bulacak biçimde yaşayarak(hakkalyakin) onlara varis olmak olduğunu anlarız. Kıssanın içerdiği tüm manalar üzerimizde hulk** haline gelirse, biz de o külli hakikatin bir parçası oluruz. Biz de bir Zekeriyya, bir Yunus, bir İdris oluruz.

Çok büyük bir idealden bahsettiğimin farkındayım, ama yolunda ömür tüketmeye değmez mi?

Bu meseleye ilişkin alametlerden biri de kerametler meselesidir. Bilinen odur ki Allah peygamberlere mucizeler velilere kerametler verir. Keramet ya da ikram, çok ihtiyaç duyulduğu anda bir inayet olarak vukû bulur. Mucize de öyledir. Aralarında kuşkusuz büyük bir mahiyet farkı vardır.

Ümmetlerin kerametlerine baktığımızda her ümmete peygamberlerinin izinde, kademinde ikramlar verilmiştir. Hz.İsa’ya zühd ve terk-i dünyada varis olan İseviler onun alameti olan suda yürüme kerametine nail olmuşlar. Melek ve ruhanilerle muhatabiyette, gaybi haber alma ve ilhamda öne çıkmışlar. Onlara bakınca katre mesleğini hatırlamamak mümkün mü? Katre bir su damlası olduğu üzere onlar da afakta suya, enfüste akla hükümran olmuşlar. Katrenin aya aşkı gibi İseviler de manevi yollarında başta Hz İsa olmak üzere daima bir insanı, bir azizi kendilerine rehber edinmişlerdir. Onun aşkı ile yol almışlardır.

Efendimizin ümmeti ise onun açtığı kapıdan nice miraçlara yol bulmuş. Bu yüzden denilir ki suda yürümek İsevi velayete, havada yürümek ise Muhammedi velayete işarettir. Havaya söz geçirmek hevaya söz geçirmektir. Bu da insana havaya binmiş güneşe yükselen reşhanın yolunu hatırlatır.Güneş vahiydir, Kur’andır. Hiçbir ümmet bu ümmetin nasipdar olduğu kadar doğrudan güneşle(vahiyle) muhatap olmamıştır. Kur’an güneşinin talipleri ise reşha misali nar-ı aşkla yanar, havaya biner, güneşe doğru yol alır. Onun aşkı güneşedir.

Burada dikkati çekmek istediğim şey, velilerden sudûr eden kerametlere bakarak da onların hangi peygambere varis olduklarının anlaşılmasının mümkün olduğudur. Bu velinin seyrinde kat ettiği makamlara göre değişebilir ama bize onun hali ve makamı hakkında fikir verir.

Elbette burada ahlak ve keramet arasındaki ilişki göz ardı edilemez. Bir hulk çeşidine sahip olan kimse onun bu dünyadaki cüz-i ödülü olan keramete de sahip olur. Elbette bu önerme bir zorunluluk içermez, kiminin ödülü tamamen ahirete bırakılır. Kimine, kısmen bu dünyada tattırılır.

Mesela, bir insan Yusuf (as) gibi meşakkatli bir çocukluğa, iffeti ile imtihan olduğu bir gençliğe, nefsini zapt ederek mukabele ederse ona ilim ve hikmet bahşedilir, haksız yere mahkum edilişine, iftiraya uğrayışına aynı sabır ve metanetle cevap verirse, ona tevil-ül ehadis öğretilir.Sadık rüyalara sıkça muhatap kardeşlerimiz, ve rüya tabirine ehil arkadaşlarımız Yusuf(as)’ın ahlakı ve kademi üzeredirler. Yusuf(as)’dan bu güne kalanın bir sarık olması manidar değil midir? Sarık hem ilim ve hikmete, hem nüfuz ve iktidara, hem de bir giysi olması bakımından iffet ve tesettüre işaret eder. Allah Yusuf’un bir giysisini baki kılmıştır. Tesettür ve iffetinde titizlik, Yusuf ahlakındandır.

Bir insan Hz. İbrahim gibi “la uhibbul afilin” derse, onun gibi ehl-i tevhid olursa, onun gibi korkusuzca put devirirse, ona ölü kuşları canlandıracak bir keramet bahşedilir. O sevdiklerini çöle bırakacak ve dahi evladının boğazına bıçak dayayacak kadar sevdiklerini Allah için seviyor, nefsinde hiçbir sahiplenmeye yer bırakmıyorsa, onun eşi evladı keramet vari bir biçimde muhafaza edilecek, en zor şartlarda da zemzem misali ikramlarla yardım görecektir. Kim ki onun gibi sofrasına yalnız oturmasa, muhakkak surette kesretle ve daimen misafire ikram etse, ona bitmek tükenmek bilmez bir bereket verilecektir. Hz. İbrahimden bugüne kalanın bir tencere olması manidar değil midir? Allah onun tenceresini baki kılmıştır. Cömert insanlar, malikiyet dava etmeyenler onun varisleridir…

Bir kimse Efendimizin(sav) ahlakı ile ahlaklanırsa, onun alameti sözün güzelliğidir, rızkın bereketidir. O gücünün fevkinde bir esere ikramen sahip olur. Zira Efendimizin(sav) en büyük mucizesi Kelam’dır. Böylesi insanların kelimeleri o denli tesirlidir ki dualarına kuşlar gelirler. Zira icabet eden hayvanlar Efendimizin(sav) mucizesidir. Onun elindeki kaptan uzun zaman çoklar yer de o yemeği bitiremezler. Bu da Efendimizin(sav) mucizesidir. Muhammedi velayet makamına ulaşmış velilerde celal ve cemalin denge halinde olduğunu görürüz. Onlar müminlere karşı merhametli, kafirlere karşı şiddetlidirler. Kınayıcıların kınamasından korkmazlar. Onların halleri sünnet üzeredir, hakikatleri ise Kur’an ayetleridir. Her durumda bize manen bir ayeti okuttururlar. Babanın sahip olduğuna oğul da sahiptir. Varis bu demektir. Peygamber varisliği ise, o peygamberin ahlakına, yöntemine, ilmine, mucizesine varis olmak demektir. Yoksa peygamberler bildik anlamda miras bırakmazlar. Bu ümmetin alimlerinin yazdığı her biri manevi birer mücevher değerinde olan kitaplar, fasih sözler onun mirasıdır.

Ümmetlerin kerametlerine bakınız, onlar hep kendi peygamberlerinin benzeridir. Bize ise tüm peygamberlerden ibret dersleri verilmiş, hepsine talebe olabilme imkanı nasip edilmiştir. İnancım odur ki bir peygamberinadını anan onun mübarek ruhunu, manevi şahsiyetini çağırır, onu düşünen onun ilminden ders alır, onun ahlakını üzerinde tatbike çalışan ve bir seciye haline getirme gayretinde olan onun mirasçısı olur. O artık o peygamberin velisidir, dostudur. Bu dünyada ondan öğrendikleri olduğu gibi, ahirette onun şefaatinden payı vardır. Ona mahsus cennetten payı vardır. Onun sofrasından yediği lokma, onun sohbetinden nasibi vardır. Hepsinden öte onun kalbinde yeri vardır. Şüphesiz peygamberler de şehitler gibi hatta ötesi “ölü değil diri” dirler. Kendilerine yönelen muhabbetten Allah’ın izniyle haberdardırlar.

Elhamdülillah…


*Makamlarda seyr-i sulük etmeden diğer peygamberlerden ders almadan doğrudan Efendimizin rahle-i tedirisine oturan adamın hali, katı halden gaz hale doğrudan geçen, sıvı hale hiç uğramayan, süblimasyondan geçen maddelerin haline benzer. Bu tarikat berzahına uğramadan hakikate yol buldum diyenleri hatırlatıyor değil mi?

**Hulk, ahlakın tekili. Bir davranışın hulk haline gelip gelmediği şöyle anlaşılır. Bir arkadaşınızla bir kafede oturuyorsunuz, hesap ödenecek, elinizi cebinize atmadan önce düşündünüz, “öncekinde o vermişti, şimdi benim vermem gerek”. Bu durumda cömertlik sizin için hulk değildir. Ne zaman ki siz belki de cebinizdeki son kuruşu vermek üzere hiç düşünmeden elinizi cebinize atarsınız o zaman cömertlik sizde hulk olmuştur. Diğer davranışlara kıyas ediniz. Bir davranışın hulk olması onun yıllardır araba kullanan birinin hiç düşünmeden başka şeylerle meşgulken bile otomatik ve rahat biçimde arabayı kullanmasına benzer.

  05.06.2010

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut