SANA ÜÇ BELA VERİYORUM

Mona İslam

“Bela ve musibet, âriflerin kandili, müridlerin uyanıklığı, gafillerin ise helakidir.”

Cüneyd-i Bağdâdî

İNSANIN RABBİNİ BİLMESİ iki yolla olur. İlki üzerinde tecelli eden esma ve sıfat-ı ilahi ile bir kıyas yapmasıyla, ikincisi ise kendinde var olup Rabbinde var olmayan özellikleriyle bilmesidir. İlki teşbih ikincisi ise tenzih yoludur. İkisini en mükemmel ahenkle cem eden ise Efendimiz’in sünnet-i seniyyesidir. Tüm salat ve övgüler, o aktar-ı kainatta kimsenin övülmediği nisbette övülen Muhammed-i Arabi’yedir.

Füsus-ul Hikem’de “İnsan itidale ulaşamaz” der İbn-i Arabi. İtidal denge arzu edilendir. Hedeflenendir. Matlubdur. Allah Kuran’da bizi vasat bir ümmet olmakla tavsif etti. İfrat ve tefrite sapmayan ikisinin arasında bir yol tutturan. Ama tek tek vasat olmakla vasfetmedi. Bu bizi İbn-i Arabi’nin veciz sözüne götürür. İtidale ancak yaklaşılır, varılamaz.

Üniversite yıllarında laboratuvarda çok çalıştık. Yaptığımız ölçümlerde daima ölçümleri tekrarlardık. Bir şeyi en az beş defa tartar yahut ölçerdik. Her bir ölçümün ortalamasını alır, standart sapmayı ve hata payını hesap ederdik. Hata o kadar çok olurdu ki! Ne kadar çok ölçüm yaparsak hata payını o kadar aza indirirdik. Ancak sıfırlayamazdık. ‘Sapma’ daima olurdu. Bu yüzden o ‘standart’ birşeydi.

Biz de hayatımızda birbirine benzer olayları tekrar tekrar yaşıyoruz. Her seferinde beş vakit namaz kılıyoruz. Hiç biri hatasız olmuyor, onlara sünnet ve nafileleri de ekliyoruz, bu hata payımızı azaltıyor, ama sıfırlamıyor. Her seferinde merhamet etmemiz gereken kişilerle karşılaşıyoruz, hiç birinde potansiyelimize derc edilmiş miktarda merhamet edemiyoruz, tekrar tekrar yaşatılmakla Allah hata payımızı azaltıyor, bize yeniden yeniye şans veriyor. Üstelik bizim laboratuvarda yaptığımız gibi Allah amellerimizin ortalamasını da almıyor. “Onları yaptıkları en güzel işe bakarak mükafatlandırırız”(Nahl 97) ayeti kerimesinin bildirdiğince en az hata payı olan amelimizi dikkate alıyor. Hepsini öyle yapmışız gibi kabul ediyor.

Bu meselede cemaat olmanın da açık faydasını görüyoruz. Bir insanın tek başına çok daha uzun sürede ulaşabileceği doğru noktaya ve ölçüme, birden fazla insan iştirak edince daha çabuk ulaşılıyor. Bu yüzden bize de grup çalışması yaptırırlardı, en az üç kişi olurduk. (Cem’in asgarı üçtür)Öyleyse hayatta da cemaatle hareket edilen amellerde daha az hata payı oluyor denilebilir. Marifet yoluna tek çıkıldığında düşülebilecek vartalar çok iken, cemaat olunca herkes bir diğerinin göremediğini görerek düzeltiyor ve hatayı azaltıyor. Ancak hata hiçbir zaman sıfırlanmıyor. Bu da matematikteki grafikleri hatırlatıyor. Bilenler bilir, eğri asimtota yaklaşır, ama asla değmez, ancak sonsuzda değdiği kabul edilir. Öyleyse biz de sonsuzda amellerimizin tastamam olacağını, bilmemizin de kemale ereceğini umarız.

İnsan aciz ve fakirdir. Hatadan hali olamayışı da bunu apaçık gösteriyor zaten. Ümmetimizin vasat olması ve Sure-i Rahman’daki “Dengeyi bozmayın!” emrine tabi olabilmesi de işte böyle bir külli niyete bağlı. O emir bilfiil değil, ancak binniyet yerine getirilebilir emirlerden olsa gerek.

Oysa insan değil tek tek, topyekün bile hatadan hâli olamayacağını unutur da hemcinslerine ‘Ben sizin en büyük rabbinizim, sizin için benden başka rab tanımıyorum’ diyecek kadar ileri gider. Bu son noktaya gelmeyenlerin nefisleri kendilerine pay çıkarmasınlar. ‘Ben ben ben’ diye ortaya çıkan her girişimde bundan bir pay vardır. Pislik pisliktir aza çoğa bakılmaz, bir şey haramsa onu az çok yapmışsınız, fark etmez. Bir damla necaset bir suyu içilmez kılar. Benlik iddiası da böyle pisliklerdendir. Onunla beraber yapılan amelleri maazallah boşa çıkarır.(Aslında hep öyle yapıyoruz da umuyoruz ki, Allah bizi affediyor ve amellerimizin yüzüne bakıyor) Şükür ki Allah bizi bu pislikten kimi zaman rahmeti ile kimi zaman da celali ile yıkar ve temizler. Hepsi Kuddüs’tendir. Biz kendi kendimize temizlenemeyiz. Biz kirleniriz, O temziler. O, yalnızca O daima temiz olandır. Ondan başka temiz yoktur. Ancak Onun temizledikleri vardır.

Fütuhat-ı Mekkiyede denilir ki:

Allah şöyle buyurmuş: Ey Ademoğlu! Sana üç bela veriyorum: Yoksunluk, hastalık ve ölüm. Bununla beraber sen metanetlisin!

Yoksunluk, hastalık ve ölümün uğramadığı biri var mıdır? Bunlar maddi olsun manevi olsun herkese uğrar. Üstelik insan hayatı boyunca defaatle gelirler. Sürekli yoksun kalırız, sürekli tamamlanırız, sürekli hastalık gelir sürekli şifa buluruz, sürekli ölürüz, sürekli hayatlandırılırız. Bu belaların geliş nedeni benliği eritmek, fazla sertse kırıp parçalara ayırmaktır. Zira büyük bir buz kitlesini daha çabuk eritmek için onu kırıp parçalara ayırmanız gerekir. Şayet benlik katı değil sıvı halde ise bela onun için ilki kadar yıpratıcı olmayacaktır. Çünkü bir belayı musibet kılan şey insanın onu karşılayış biçimidir. Yoksa bela bizzat kelime olarak da nötr bir kavramdır. İmtihan gibi. Kime nimet, kime nıkmet olacağı düştüğü yere, başına geldiği kişinin tavrına göre belirlenir. “Ey bela Allah’ın emriyle geldiysen hoş geldin!” diyebilene, o katıksız bir nimettir.

İbn-İ Arabi der ki: Rahman ismi mesela herkesçe sevilen meyvelerde tecelli ederken, Rahim ismi acı ilaç gibi şeylerde tecelli eder. Öyleyse bela da acı ilaçtır. Rahim tecellisidir. O ilacı veren hekime teslim oldu iseniz, şifaya ümidiniz ve hale rızanız varsa size bela nimettir. Haddi zatında bakmasını bilene celal de cemaldir. Demek oluyor ki yoksunluğumuz bir nimettir. Tam da bu yüzden ‘Fakri fahri’(Yoksulluğum övüncümdür) diyen bir peygamberimiz var. Hastalık bir nimettir, içinde sayılamayacak kadar şifalı ilacı getirir, nefsimize, enaniyetimize içirir. Ölüm ise hayli hayli nimettir. Vuslattır. Hasretin bitişidir. Daha yüksek bir mertebe-i hayata çıkmak için bir binektir.

“Rıza belayı nimet saymaktır.” Cüneyd-i Bağdâdî

Bizim için her ne yaratılmışsa güzeldir. Çünkü Allah Güzeldir.

“İnnnallahe cemilun ve yuhibbul cemal.”*


*Allah güzeldir, güzeli sever.(Hadis-i ŞERİF)

  31.05.2010

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut