Yahya’nın Selamı Var

Mona İslam

SELAM ALLAH’IN BİR İSMİ. Gündelik hayatta çok kullandığımız ancak manasına bir o kadar da uzak kaldığımız bir hakikat. Birbirimize selam verip duruyoruz. O ne demek oluyor ki? Birbirimiz için ne dilediğimizin farkında mıyız? Yoksa yapılan bu büyük duayı mütemadiyen ardımıza mı atıyoruz? “Selamı yayın, aranızdaki muhabbeti arttırır” diyor Efendimiz. Bizim selamlarımız muhabbet arttırıyor mu? Ne dediğimizi bilerek söylesek, bize ne denildiğini tastamam bilsek muhabbet etmeden durabilir miyiz ki? Yahut sevdiğimizden selamı esirgeyebilir miyiz? Hiç sanmıyorum…

Yasin suresinde “Onlar için Rahim Rablerinden selam sözü/sözleşmesi vardır” (selamun kavlen min rabbirrahim)diye kendilerine selamın tahsis edildiği insanlar kimdir? Onlar cennet ehlidirler. Onlara selam, cennete gidilene dek bekletilen bir nimet midir? Bilakis. Onların selamı şimdi, el an başlar, Sırr-ı Kayyumiyyet’le an be an yaratılan, bir tecellisi diğerinin asla aynı olmayan her şey gibi selam da onlar için tekrar tekrar yenilenerek yaratılır. Bir diğer ayette Vakıa’da bulunur: “Selam sana ey ashab-ı yemin” (selamun leke li ashabil yemin) burada hitap tekildir. İlkinde geldiği gibi çoğul gelmemiştir. Hitap sure-i Vakıa’da bireye Yasin’de ise topluluğadır. İlkinde mümin topluluğunun sosyal hayatlarındaki barış ve esenliğe, dostluk ve sevgiye, ikincisinde bireyin kendi içinde latifeleri ile dışarıda da alem ile kurduğu denge ve selamete işaret eder. Biri toplumsal mutluluğun, diğeri bireysel mutluluğun kaynağına işaret eder.

Selam bizatihi cennettir. Nasıl olmasın ki! Zaten cennet mutluluğun tecessüm etmiş halidir. Mutluluk tüccarlarının ve onlardan alışverişe doymayanların kulakları çınlasın! Selamda mutluluk bedelsizdir. Sizden hiçbir ücret istemeyenlerin hediyesidir selam. Peygamberlerin getirdiği bir kenzun la yefnedir.(Bitmeyen hazine) Bu yüzden cennetin ilk giriş salonu, en alt mertebesine darüsselam denilir. Burada olana selam vardır. Bu da Allah onunla barış sözleşmesi yapmıştır anlamını taşır. Allah barışınca onunla tüm evren barışır. O müslümandır. Teslim olandır. Onunla saldırmazlık anlaşması yapılır. O Allah’ın hudutlarına saldırmaz, Allah da ona saldırmaz.Ona saldırana karşı onu Allah savunur. Burası asgari güvenlik şartının gerçekleştiği mekandır. Artık onlar korkmazlar.(la havfun aleyhim)

Fakat cennetin daha üst tabakaları da vardır. Buralara ise mümin olmadan girilemez. Müslüman ile mümin arasındaki ayırım bedevilere hitap eden “Mümin olduk demeyin, müslüman olduk deyin, henüz kalplerinize iman girmedi” ayetince belirlenmiştir. Burada kişi teslim olur, kabul eder, iman henüz sadırdadır, akıldadır, kalbe işlememiştir. Bu durumda Efendimize gelen ve ondan kelime-i şehadeti, namazı, orucu öğrenen bedevi gibi olur insan. Asgari olan neyse onu yapar. “Daha fazlasını yapmam” diye de haya etmeden açıkça söyler. Adeta, ‘lütfen’ teslim olmuştur Allah’a. Olmuştur ya! Efendimizin’in buyruğuna göre o cennete girer, darüsselama…

Mümin’in tarifi ise Mü’minûn Suresi’nde açıkça verilmiştir. Benim en çok dikkatimi çeken kısmı ise “ahiret hakkında yakinleri vardır” ibaresidir. Yakini olma durumu insanın asla ehli dünya gibi yaşamama, hayatının merkezine ahireti yerleştirme, her türlü dünyevileşme temayülüne karşı direnç gösterip cihad etme anlayışını netice verir. Onun için ahiret dünyadan daha kuvvetli bir unsurdur. O dünyaya araçsal yaklaşır. Makamı ilk durumdakinin üstündedir, öyle olunca onun cenneti de daha üsttedir. O artık mahzun da olmaz.(Vela hüm yahzenun) Zira hüzün ancak sahip olunanı kaybetmekle ve sahip olmak istediklerine sahip olamamakla hasıl olur. O kendinde hiçbir şeye sahip olmadığını bilir. O her arzusuna karşılık bulacağı bir diyara da yakin kesb etmiştir. Bu durumda o mahzun olmaz, hüzün ona uğramaz.Bir diğeri de vardır ki ona dünya da ahiret de birdir, hayat kesintisizdir, hepsi Esma tecellisidir, tamamı ayetler manzumesidir. O şimdi de cennettedir. Perde onun gözünden giderilmiştir. Dünyaya araçsal yaklaşanla onun farkı ashab-ı yemin ile mukarrebûnun farklı gibidir.(Vakıa’ya bakınız)Onu tasvire bu fakirin gücü yetmez, fakir ona aşıktır, ama o yıldızlara erişemez.

İlk durumda insan dünyasını yaşar, ama ahiretini de kaybetmek istemez, ikisi arasında nefsani ince bir pazarlık yapar ve Allah’a sınırda kulluk eder. Başına bela açılmayacak kadar bir kulluk. İkincisinde ise insan Allah’a gönül vermiştir. O belanın üzerine Allah için yürür, o beladan değil, bela ondan korkar. *Ancak her iki durumda da insan güvendedir, selamettedir. Cennet afakta değildir ancak onun içinde kalbinde çatlamış ve filizlenmeye durmuş ve hatta mertebesine göre açmış göz alıcı ve iç ısıtıcı sarı bir çiçektir. Göğsünde taşıdığı çiçeği onun cennetle nişan emaresidir.

Allah Kur’an’da Yahya(as) için “kendisine doğduğu gün, öldüğü gün, ve dirildiği gün selam vardır” buyurur. Böylece hayatın her evresindeki selama işaret ederek, tüm hayatı sayfaları süsleyen tezhib çiçekleri gibi selamla çevirir. Füsus-ul Hikem’de kendisine böyle bir şeyin,yani külli bir selamın, verildiği insanın her sözünün doğru olacağı belirtilir. Şayet tüm hayatınız selam ile çevrili ise siz daima doğru söz söyler ve doğru iş yaparsınız, zira yanlış, muvazeneyi koruyamamaktan, dengeyi bozmaktan kaynaklanır. Demek ki biz birbirimize selam verirken böyle yüce bir dilekte bulunuyoruz.

İnsan emaneti üzerine alan varlıktır. Emanetin vechelerinden biri de “esma-i külliha” dır. Kainatta isimler dağınıktır. Bir kısım mahluka celali, bir kısım mahluka cemali isimler düşmüştür. Fütuhat-ı Mekkiye’den öğrendiğimiz kadarı ile kainatta bir zıtlar çatışması vardır. Risale müellifinin belirttiği üzere bu cihat kıyamete dek sürecektir. Zıtların çatışmasıyla hakaik-i nisbiye zuhur etmektedir. Bu sadece semada meleklerle şeytanların çarpışması şeklinde tezahür etmekle kalmaz, herkesin hatırında az çok yer etmiş kissalarda vefat etmiş bir adamın nereye götürüleceği hususunda tartışan rahmet ve azap meleklerinde de görülür. Sağ ve sol omuzlarımızdaki melekler de lehimize ve aleyhimize kayıt yaparken bu zıtlık içindedirler. Yine insanları koruyup kollayan melekler de rahmet ve gayret melekleri diye ikiye ayrılırlar. Gayret melekleri sadece müminleri korur, gayretullaha dokunan hiçbir yerde onları göremezsiniz. Oysa rahmet melekleri tüm insanları korurlar. Yani bir insan gayretullaha dokunacak bir iş yaptığında, teşbihte hata olmasın, onun hem suratına bir tokat patlatmak isteyen, hem de onun önüne geçip müdafa eden melekler vardır. Evrende avukatlarımız ve savcılarımız vardır.

Kainatta görünen bu çatışma isimlerin kiminin kimine zıt olmasından kaynaklanır. İnsan ise tüm isimleri bünyesinde toplamıştır. Yani koskoca alemde var olan tüm çatışma ve savaşlar küçücük insanın bünyesinde derc edilmiştir. İnsan bu çatışmadan nasıl sağ çıkar. İçinde patlayan bu kadar bombadan nasıl kurtulur, muvazeneyi nasıl korur? Oysa ona dosdoğru olması dengeyi koruması emredilmiştir. O vasat olmak zorundadır. Oysa her latifesi onu ifrat ve tefrit arasında sallar durur.

İnsanın vicdanı savcı gibi sürekli yargılarken nefsi sürekli avukat gibi onu savunmaz mı?

İnsan daima celal ve cemal arasında kalır. Bu sürekli kavga eden anne ve babanın arasında kalan çocuğun, yahut iki sevdanın arasında kapana kısılmış hisseden âşığın haline benzer. Kimi zaman o öfke ve şehvet arasındadır. Kimi zaman aşk ve nefret arasında zangır zangır sallanır. Kimi zaman rahmet ve hikmet arasında. Bazen bir şeye meyli ve arzusu ile vicdanı arasında salınır durur. Bazen de o Vefi ismi ile vefa gösterir, Vedud ismi ile meveddete kilitlenir. Vücudunda ve ruhunda bulunan iç ve dış latifeler birbirleri ile savaşırlar. Ne amansız savaştır bu Ya Rabb! İnsan sürekli savaşan varlıktır. Dünya ise bir meydan savaşı…

İnsanın beş latifesi içte beşi dıştadır. İmam Rabbani’ye göre insanın letaif-i aşeresi şöyledir: Ateş, toprak, hava, su, nefs, kalp, ruh, sır, hafi, ahfa. İlk beşi dışta ikinci beşi içtedir. İnsanın ulvi mi süfli mi olacağı, arzlı mı semalı mı olacağı bu latifeler arası dengeye bağlıdır. Efendimiz bunları dengede tutmak için “ihtiyarlamıştır”(Hud suresi beni ihtiyarlattı). Bunları dengede tutmak aciz ve fakir insanın işi değildir. Bu büyük iş Selam ismi tarafından yapılır. Dolayısıyla her dengenin altından bu isim çıkar. Selam ismi zıt esmayı barıştırır, uzlaştırır. Efendimizin tesbihatında zikrettiği isimlere bakın, hep çiftlere rast gelirsiniz, ayet sonlarındaki isimler de bu kabilden çift çifttir. Hepsi bize neyin karşısına neyin çıkacağına, kimin kiminle savaşacağına birer işarettir. Bu savaşların değişmeyen hakemi ism-i Selam’dır. Terazinin iki kefesini dengeleyen Selam’dır.

İnsan kelam sahibidir, amel sahibidir. İnsanın hem konuştuğunun, hem amelinin doğru olması beklenir. Hoş, geç de olsa öğrendiğim bir hakikat de kelamın da amelden olduğudur. Doğruyu yapmak sanıldığı kadar kolay değildir. İnsan ya zalimdir, nefsine uyar ve doğruyu yapmaz, ya cahildir ölçüyü tutturmayı beceremez ve yanlış yapar. Demek insanın cehlinin ve zulmünün arızalarından halâsı da Selam ismiyledir. İnsan bu isim olmaksızın ne kendi içinde ne iki insan arasında ne de toplum içinde selamete, huzura, güvenliğe ulaşamaz. Kainatta her şey-i vahidin insana düşman değil dost ve enis olması da Selam isminin tecellisindendir.

Bu hususta Füsus-ul Hikem’de Yahya(as) bize örnek gösterilir. Ancak doğumu, ölümü ve dirimi selam olanların her yaptığı doğru olur.Yahya peygamber bu külli selam nimetine ulaşmış biridir. Bu da adının Yahya(yaşar) olmasına sebeptir. İnsan sadece selam ile yaşar, selamette olmadığı her an yaşadığı şeye hayat mı denir? Adam gibi yaşamak, Yahya gibi yaşamaktır.Selam ismi üzere olmak, hayatın her evresini selam ile hayatlandırmaktır. Biz de bu muhteşem yaşam öyküsünden, Yahya’nın öyküsünden Selam dersini alırız. Allah söylediğimiz ve yaptığımız tüm işlerde bize selam versin…

Biz de birbirimize bu niyetle selam verelim inşallah.


*Başı belaya girmeyecek kadar kulluk eden bedevi misal müslümandır. Belanın üstüne yürüyen ashab-ı yemindir, mümindir. Ortada bela diye bir şey görmeyen ise mukarrebundur. Benim bu kavramlardan anladığım budur.

Not 1: Tafsilat isteyen Füsus-ul Hikem’de Yahya Kelimesindeki Celal Hikmeti bahsine bakmalıdır. Ben acizane Şeyh’in öğrettiklerinden kendi kalbime gelenleri ve onlar içinden de dilimle ifade edebildiklerimi yazdım. Aslında o çok daha fazla şey söylüyor. Ancak herkes birine baktığında kendi gözünün görme menzili kadarını görür.

Not 2: Ne zaman bu ismi ansam aklıma kızkardeşim gelir. O ne zaman bir şeye şaşırsa Ya Selam der.Belli ki bu bir Arap söz alışkanlığıdır. Şaşkınlık halinde itidali koruyamayan insanın sığınacağı en güzel limandır. Allah bizi de o ismin gölgesinde yaşatsın.

  27.05.2010

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut