Tehlikeli Oyun

Mona İslam

HAYATTA, KENDİ doğrularını herkes için doğru kabul eden insandan daha tehlikeli bir şey olamaz. Bazen bu, ebeveyn baskısı olarak tezahür eder. Onların en büyük silahı sizin iyiliğinizi düşünmeleridir. Oysa kendi ‘iyi’leridir, kendisine doğru sizi biteviye ittirdikleri. Daha kötüsü bunu görmezler. İyi niyetle kötülük yaparlar.Seçimlerinize üzerinize ne renk giyeceğinize, hangi okula gideceğinize, derslerinizden hangisinin daha önemli olduğuna, hangi kitapları okuyacağınıza, hangi fakülteyi seçeceğinize, mesleğinize, eşinize kadar karışırlar. Seçtiklerinizi beğenmez, ‘olmamış’ deyiverirler burun kıvırarak. ‘Çirkin’ kime göre, onlara. Onlar ‘mutlak’tır, seçimleri de öyle. Onlara her suskun kalışınızı kendilerine yönelik bir hürmet ve saygı ifadesi değil, haklılıklarına bir delil olarak algılarlar. “Susuyorsun, çünkü vereceğin bir cevap yok” derler. “Hayır, susuyorum, çünkü ağzımdan çıkacak öfke ateşi ile sizi yakmaktan korkuyorum.”

Ben’in aldatmacasıdır bu. Tanrı’nın dahi yapmadığını yapar, insanların seçim haklarını ellerinden alırlar. İnsanın seçim hakkı vardır. İnsanın günah işleme hakkı vardır. İnsanın küfür, isyan ve tuğyan içinde olma hakkı vardır. Bu dünya hayatında bir süre için verilmiş bu hakkın hesabı elbette sorulacaktır. Ancak bizim Yaratıcı’dan önce insanları yola getirme hakkımız bulunmamaktadır. Bu onların yaptığından daha büyük bir kusur olmaz mı? Böylece onlar Tanrı’dan kaçıyor, biz ise Tanrı’yı oynuyor oluruz, değil mi? Bu tür baskılar insanı kasten yanlış yapmaya iter. Her totaliter eğilim ve baskı, kula kul olma zorlaması insanın varoluşuna terstir. Bu yüzden insan bunu şiddetle reddeder. Bu baskı yapanın elindeki şeyin ne olduğuna bakmaksızın yapılır. O katıksız iyiliği elinde tutuyorsa siz katıksız kötülüğü istersiniz. Çünkü baskı katıksız iyiliği katıksız kötülüğe tebdil eder. Ancak hürriyetle iyinin ve kötünün bir manası olabilir.

Bazen bu, arkadaşlar arasında zuhur eder. Arkadaşlar, insanı anne babası gibi zorlayamazlar, ancak sizin bir gruba ait olma arzunuz, yardıma ihtiyaç duymanız, yalnızlığınızla başa çıkamayışınız gibi varoluşsal acılarınızı size karşı kullanırlar. Kimi zaman alay ederek, kimi zaman onayladıkları toplumsal normaları göstererek, kimi zaman da dışlayarak sizi kendilerine benzemeye zorlarlar. Bu ve benzeri davranışlar peygamberlere ve inananlara yapılanların aynısıdır. Önce yok sayma, sonra istihza, sonra boykot ve dışlama, sonra baskı ve zorlama. Hep aynı biçimde tezahür eder. Şahsiyetinizi eritmenizi isterler. Her meseleye onlar gibi bakmalısınız. Onların haz aldıkları şeylerden haz almalı, onların değer verdiklerine değer vermeli, onların küçümsediklerini küçümsemelisiniz. Kendinizi onların ölçü ve skalalarıyla değerlendirmelisiniz. Yanlışınız varsa hemen düzeltmelisiniz. İnsanın yazarken bile bir çığlık koyveresi geliyor.

Tehlikeli Oyun, bir Dennis GANSEL Filmi. Orijinal adı “The Wave”. Hikaye Almanya’da bir lisede geçmekte. Öğrencilere ‘Otokratik Yönetimler’ hakkında ders vermek isteyen öğretmen, bunu uygulamaya geçirir. Adım adım, bir führer gibi, grubunu oluşturur. Daha sonra grubun iç dinamiklerini kontrol edememeye başlar. Zira her ferdin gruba yüklediği anlam farklıdır. Öğretmen Tanrı’yı oynar, ancak Tanrı olmak zordur. Herkesin hayatını, onlara neyin iyi geleceğini, neden sakınmaları gerektiğini ve bu her ferd için iyi olanı, bir grupta nasıl birleştireceğinizi bilemezsiniz. Egonuz bundan zevk alsa da, insanlara hükmedemezsiniz. Eninde sonunda kontrolünüzden çıkar ve hatta size karşı bile dönebilirler. Önce tapanlar, sonra nefret eden amansız düşmanlar olabilirler. Nitekim filmde de işler çığrından çıkar.

Dikkatimizi çeken şey her insanın içinde bir gruba, cemaate ait olma, ve bir idol, bir führer seçme ve ona kayıtsız şartsız itaat potansiyelinin oluşudur. İlk başta iradenizi grupta eritmek zor gelir. Sonra bu işten zevk almaya başlarsınız. Sonra grup dışında başka bir yaşam hayal edemez olursunuz. Bir gün grup dağılırsa da yaşamınız biter.İnsanın görünür ve dokunulur bir Tanrı’ya tapınma, herkesle eşit olma, grubun gücünü kendi gücü gibi hissetme, ve kendi varoluşsal durumundan, hakikatinden gafelete düşmesi harikulade anlatılır.

Her insanın içinde baskıcı bir diktatör vardır. Onun dışarı çıkmasına izin verilmemelidir. Her insanın içinde kayıtsız şartsız itaat eden bir köle vardır. Bu asla bir yaratılmış varlığa yönlendirilmemelidir. Her insanda görünür bir tanrı edinme meyli vardır. Nefis bunu sever. Elle tutulur, gözle görülür hiçbir şey, altın bir buzağı dahi olsa hayranlıkla bağlanmaya, tapılmaya layık değildir. Nefsin hoşuna gitmese de Allah buyurmuştur “Len terani ya Musa”(Beni göremezsin Ya Musa) Demek bu dünyada taptığını görme arzusu Musa(as)’da bile bulunur.

2008 Sundance Film festivalinde ve 27. İstanbul Film Festivalinde gösterilen, Morton Rhue’nin “The WAVE” adlı romanından uyarlanmış olan film, 1967 yılında Palo Alto California Cubberley lisesinde bir tarih öğretmeni ve öğrencilerinin başından geçen gerçek bir olaydan esinlenmektedir.

Diktatörlük ve ötekini ezme, deneme ve oyun amaçlı da olsa insanı önü alınamaz noktalara götürmektedir. Filmin bir yerinde “Bırakalım kendi sınırlarını bulsun” denilen liberal anlayışa tepki olarak ortaya çıkan, ‘Mutlak Disiplin’ anlayışı da aynı biçimde insanın doğasına aykırıdır. İnsan kendi sınırlarını bulamaz, zira onun sınırları yoktur. İnsan mutlak cendere altına da alınamaz, çünkü bu onu delirtir. İnsana sınır gerekir ve bu ancak yaratıcı ve merhametli bir irade tarafından yapılırsa işe yarar biçimde yürür.O dahi insana özgür kalacağı bir çerçeve belirler, sınırlanacağı bir çizgi de çeker. Sünnetullah budur. Demek bizim de kendimizi, ötekini mutlak özgürlükle, mutlak baskı arasında bir yerlerde konumlandırmamız, hadd-i vasatı bulmamız lazımdır. Zor bir iş ama madem insana verilmiştir, Allah’ın yardımıyla yapılabilir.

  08.05.2010

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut