Fassımızı yahut Yüzüğümüzü Bulmak

Mona İslam

FÜSUS-UL HİKEM çalışmaya sonunda başlayabildim. Epeyce ön hazırlık isteyen bir iş, bu kadar büyük bir denize dalmadan evvel daha küçük havuzlarda dalgıçlık, nefes tutma, su altındaki işaretler ve anlamları, dalış hızı ve çıkış hızı, beklenen ve basınca alışılan kademeler gibi yığınla şey öğrenmelisiniz. Ben de onlarla meşguldüm. Ne kadar öğrendim bilemiyorum, ama sanırım artık denize girme zamanı….

Bir Füsus dersinde Fass kelimesinin anlamı üzerine konuşuluyor. Hoca fass’ın yüzükteki kaş, yani mühür anlamına geldiğini anlatıyor. Her padişahın ayrı ayrı mühür yüzükleri ve yüzük kaşları olurmuş. Bu bir nevi imza imiş, ve ona mahsus olarak her yerde emrini gösterirmiş. “Peygamberler için de böyledir” diyor Ekrem Hoca.* Her peygamberin ayrı bir geliş hikmeti, âleme kattığı, getirdiği kendine has bir damga mühür bulunurmuş. Bu temel tevhid hakikatinin ve onun tebliğ edilmesinin dışında, müşahhas olarak o nebiye has ve başkasının yerini dolduramayacağı bir hikmetmiş. İşte Füsus-ul Hikem’de İbn-i Arabi, 28 peygamber için bunu anlatırmış.

Bu ön bilgi eşliğinde okumamız salık verilen Adem fassına yöneliyorum. Adem tüm insanlık hakikatini temsil ediyor. Onun fassı da her birimizde var olan temel ontolojik ilkeye, yaradılış maksadımıza, halifeliğimize, İsimleri cem edişimize müteallik kuşkusuz. Adem derken aynı zamanda Havva’dan da bahsedildiğini unutmayarak, bidayette ikisinin de bir tek nefis olduklarını hatırlayarak okuyorum.

Enteresan bir ibare çıkıyor karşıma. “İnsan âlemde Allah’ın hazineleri üzerinde bir fassdır. Yani Allah’ın mührüdür. O mühür ile Allah hazinelerini korur, o mühür orada durduğu müddetçe hazineler muhafaza edilir, ne zaman mühür çekilse o zaman her şey dağılır, ve ahirete intikal eder. Ancak insan ahirette dahi Allah’ın hazinelerinin mührüdür” deniliyor. “Hükümdar bazen mührünü başkasına verebilir, bu da onun halifeliğinin anlamıdır ”diyerek bitiriliyor.

Biz kadınlar başkasına ait bir mührün kullanım yetkisini almayı iyi biliriz. Her kadın eşine karşı bu konumdadır. Onun kredi kartını, ismini, yetkisini, vekaletini, her yerde kullanır. Satın alır, satar, tasarruf eder. Onun evini çekip çevirir. Onun arabasını kullanır. Kimi zaman onun adına kararlar verir. Her yerde onun namına onun adıyla karşılanır, kendini “falanın eşiyim” diye tanıttığında onun adı ile hürmet ve alâka görür. Sadece ona hesap verir. Onun önem verdiği bir meseleye karşı çıkmaksızın, bariz bir talimatını göz ardı etmeksizin, yahut ihanet etmeksizin dilediği her şeyi yapma hakkına sahiptir. Yapıp ettiklerinin ödülü, övgüsü hem kadına hem de adama aittir. Kadının övgüsü işleri yapmasında, amelindedir. Adamın övgüsü işleri böyle becerikli birine emanet etmesinde, onu seçmesindedir.

İşte bunun gibi insan da âlemde ne yaparsa Allah namına yapar. Her şeyin ona ünsiyet etmesi kendi namına değil Efendisi namınadır. Elbette aslında kendisi namına beş parası olmayan, kimseye bir iş yaptırma gücü de olmayan, kendini korumaya dahi kabiliyeti bulunmayan kadın gibi insan da aciz ve zayıftır. Tüm kudreti Efendisinin isimlerini üzerinde taşımasıyladır. Her bir isimle o isme has daireye girer, o ismin emri altındaki mahlukata hükmeder, üzerlerinde tasarrufta bulunur.

Füsüs’un genel seyrine şöyle bir göz atınca anlaşılan odur ki Adem ile temel insani ilkeden bahsedilirken, diğer peygamberlere geçtikçe bir takım özel ilkelerden bahse başlanacaktır. Bu da her peygamberin fassını âleme getirdiği özel mesajı, varlığının özel anlamını önümüze koyacaktır. Bana öyle geliyor ki bu da bir işaret taşıdır. Aslında her insan için geçerli olması gereken bu fass hakikati, her birimizin insan olmak noktasındaki temel ve külli manamızın yanında, kendi özel ismimizden ötürü bize tahsis edilmiş özel bir anlama da nasipdar olduğumuz gerçeğidir. Bu tarafıyla her birimiz bu dünyaya özel bir hikmetle gönderildik. Bu hayat bizim için hem kozmik insaniyyet hakikatini, kulluğumuzu, Esma taşıyıcılığını gerçekleştirmek hem de kendi fassımızı, özel hakikatimizi bulmak için yürünen bir yoldur.

Zaman zaman insanın kendi varlığını değersiz hissettiği, “olsam ne olmasam ne” diye düşündüğü,haberlerde insanların istatistik rakamlarla ifade edildiğini işittiği,eşyaya insandan daha fazla ehemmiyet verildiğini gördüğü, ve varlık hikmetinden gafil olduğu bir vasatta, insana bu nasıl da şifalı geliyor.Üstelik insanın külli vazifesi olan kulluğuna dair asgari ödevlerini yerine getirdiği takdirde Allah’ın kendisine, kendi hakikatini bulmak için yardım edeceğini bilmesi de umut verici. Yola bizi çıkaran, o yoldan toplamamız gereken meyvelere de ulaşmamızı sağlıyor. Üstelik insan gafletle perdelense de, hikmete bazen kısmen, bazen de neredeyse hiç varamasa da, umut ediyor ki öldüğünde kendi hakikatine erecek. Yeter ki yola düşme çabası devam etsin, düştüğü yerde kalmasın…

Meleklerle, hatta belki de kısmetliyse veliler ve nebilerle hayatına bakıp izleyecek ve “şunu şu yüzden yaşadım, bende hasıl edilmeye çalışılan netice şu idi, burada içime şu duygu şunun için yerleştirilmiş” diyecek. “İkra kitabik” nidasını böyle anlayınca, ölüm de hesap günü de ne sevimli geliyor insanın gözüne. Hesabın bizim bilmediğimiz sorularla sıkıştırıldığımız bir azap değil de, tüm sorularımıza cevap verilecek, hatta “bugün kendi hesabını kendin çıkaracak durumdasın” ayetinin işaret ettiği gibi, sorularımıza bizzat bizim ağzımızdan cevap verilecek bir rahmet günü olduğunu düşününce, umut insanı nasıl da istila ediyor.Her insan kendi hakikatini, ne için yaratıldığını, özel maksadını bulacak. Artık içinden geçeni söylemek yasak olmayacak…

İnsanın kendiliğindeki bu bilinç bu dünyada uyanınca o insan arif oluyor sanırım. Hem kulluk vazifesine, hem de kendi özel vazifesine yönelik hikmete eren insan, “Nefsini bilen Rabbini bilir” hadisinin işaret ettiği gibi Rabbini, kendisini yola sevkedeni, O’nun yüce maksatlarını, kendisi hakkındaki fikrini, nazarındaki yerini görmeye başlıyor. O zaman “Mümin müminin aynası” oluyor. El Mümin olan Allah’ın aynasında kendimizi görmek ne saadet! Başka hangi ayna insanı daha doğru gösterebilir ki…

İnsanın “Yüzüğümü arıyorum, gören var mı?” diye seslenesi geliyor…


* Derslerinden çok istifade ettiğim Ekrem Demirli’ye teşekkürler…

  05.04.2010

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut