Arşiv

Kullarına Tapan Tanrılar

KÂİNATI SANİİNE TESLİM EDEN insanlar, tek bir ‘ilah’ tanırlar. Kâinatı Sâniine teslim etmeyenlerin ise, tek bir Zâta vermekten kaçındıkları ‘ilahlık’ niteliğini her bir şeye kolayca dağıttıkları görülür. Bu bakımdan, ‘ateist’ler, aslında ‘politeist’tirler. Meselâ, açın ateist bir bilim adamının yahut filozofun kitabını; bir atoma, DNA gibi bir moleküle, bir hücreye dahi herşeyin herşeyle ilgisini bilir mutlak bir ilim izafe ettiklerini görürsünüz. Bir ‘ilah’ı reddedenler, gariptir, sayısız ‘ilah’lar icad ediyorlar. Mülkün ötesinde melekûtu göremeyen basiretsiz gözler, mahlukat cinsinden olan herşeye bir nevi ‘ilah’ gözüyle bakıyorlar. Özellikle de, diğerlerinden biraz daha önde gözüken herşeyi ve herkesi ‘ilah’ gibi görüyorlar.

Kimilerinin Güneşi veya Ayı ilah edinmesinin, kimilerinin nemrutlara veya firavunlara tapmasının ardında, Tek bir İlahı reddetmenin getirdiği bu çelişki yer alıyor muhakkak.

Ve, binlerce yıldır var olan bu vâkıa, varlığını bugün de sürdürüyor. Şu dünyadan göçüp giderek faniliğini, dolayısıyla ilah olmaktan nihayet derecede uzaklığını bilfiil ilan etmiş kimi insanların mezarları başında,ósanki o el’an herşeyi görüp idare ediyormuş gibióonun ‘yüce huzuru’na ‘arz-ı hürmet’ veya ‘arz-ı şikayet’ edenlere rastlıyoruz sözgelimi. Keza, gün geçmiyor ki, dillerde veya sayfalarda ‘gençliğin yeni ilahı’ gibi lâflar dolaşmasın.

Oysa, bu ‘ilah’ların hepsi, sen ben gibi ölümlü bir insandırlar. Yalnızca bir açıdan biraz öne çıkmışlardır. Ya sesi başka insanlara göre biraz daha güzel bir şarkıcı, ya fiziksel görünümü biraz daha alımlı bir aktör veya aktris, ya başkalarına göre daha iyi oynayan bir sporcu, veyahut insanları kendine bağlamayı bilen karizmatik bir politikacı, öne çıkan tek bir özelliği yüzünden kolayca ‘ilah’ oluvermiştir.

Üstelik, bu özellikler aslında kendilerinin olmadığı halde.

Nitekim, bugün "Sana tapıyorum" türü mektuplar alan alımlı aktris, otuz sene sonra kendi malı sandığı güzelliğin zerresini dahi korumayı başaramayacak; bugün ‘müthiş bir devlet adamı’ olarak anılan politikacı otuz yıl sonra ‘ilginç‘ beyanatları ile herkesi güldüren bir bunak konumunu alacak; bugün "En büyük benim" diye bağıran bir sporcu otuz sene sonra Parkinson hastalığına tutulup adımlarını bile zor atacaktır.

Bu vâkıaya rağmen, birileri birilerinde gördükleri bazı öne çıkmış özellikleri onların ‘zâtî’ malı zannedip ona bir nevi uluhiyet izafe eder; işin garibi, istisnalar hariç, uluhiyet izafe ettikleri insanlar da bunu reddetmezler.

Nedense, bu densizlik karşısında "Ben kim, ilah kim?" diyen çok az insan vardır. Binlerce yıldır "İnsanın en büyük gayesi tanrılaşmaktır" diyen felsefe çizgisinin çocukları, kendilerine ‘yeni ilah’ filan dendi mi, pek de sevinirler. Akla yanlış, ruha ters, kalbe ise sevimsiz gelen bu tanım, nedense nefsin çok hoşuna gider. Zira, nefsin en büyük zaafı, kusurlardan münezzeh bir tanrı gibi anılmaktır. Kendini Mâbuda lâyık özellikler ile övüp duran nefis, "İlahımsın" gibi, "Sana tapıyorum" gibi sözler karşısında mest olur. Sağda-solda, ‘gençlerin yeni ilahı’ gibi tanımlarla gençlere poz verir durur.

Ve işte bu noktadan itibaren, bu sözde ilahları hakikat ehline karşı maskara yapan bir süreç işlemeye başlar.

Asıl İlahı tanımayan insanlar, bu yeni ‘ilah’ı, başkalarından daha farklı ve iyi bularak ‘ilah’ edinmişlerdir. Ne var ki, tek bir ilahı bulamayan bu kişilere güvenmeye de gelmez. Onu ‘yeni ilah’ edindikleri gibi, bir gün ‘ilahlar çöplüğü’ne atabilirler de. Şimdiye dek, kaç tanrı-kralı, kaç tanrı-filozofu, kaç tanrı-sanatçıyı çöpe atmışlardır kimbilir. Hele hele, herşeyin hız kazandığı modern çağda, insanlar gömlek değiştirir gibi ‘ilah’ değiştirmektedir. Otuz yıl önce ‘gençlerin ilahı’ olan James Dean’i bugün hatırlayan bile kalmamıştır neredeyse. Müzik dünyasının ‘ilah’ları ise, üç ayda bir değişmektedir.

Bu bakımdan, yeni sözde ‘ilah,’ hayranlarının, yani ‘kul’larının ilgisini ve hayranlığını korumak için, sürekli tetikte olur. ‘Kul’larının ondan neler istediklerini sürekli izler; ve, kesinlikle ‘değişim’ istediklerini bilir. O yüzden, ‘kullarının istekleri doğrultusunda’ bir gün sarı saçla çıkar karşılarına, başka bir gün yeşil saçla. Bir dönem saçını beline kadar uzatır, başka bir dönem kökten kazıtır. Hayranlarının ilgisini canlı tutmak için, kendini sürekli acaiplikler, ilginçlikler ve esasen maskaralıklar yapmaya mecbur bilir.

Böylece, "Sana tapıyorum" diye mektuplar döşeyen ‘kul’larını memnun etmek için, o ‘kul’ların isteklerinin güdümüne girer. Ezel ve Ebed Sultanı olan tek bir Mabudun kulu olmayı reddeder, yüzbinlerce fani insanın isteklerine köle olur. Rabbine kul olmayı reddedip ilahlık taslar; kendi kullarına kul olma çelişkisine duçar olur. Tek bir Zâtın rızasına sırtını döner; binlerce faninin rızasını tahsile mecbur kalır. Bir tek Rabbe secde etmekten kaçar; rububiyetten sonsuz derecede uzak hayranlarına karşı secdeye durur.

Herşeyi yaratan bir Rabbin teveccühüne sırt çevirip, kendindeki Allah vergisi özellikleri kendine mal eden şu veya bu konumdaki ‘ilah-taslağı’ insanlara bakın: Hepsinde bu çelişkili hali görürsünüz.

Kadîr-i Zülcelâl, O’nu tanımaktan kaçınan sözde ‘ilah’ları, kendi ‘kul’larının kulu yaparak cümle âleme maskara etmektedir.

  27.12.2003

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut