HÜZNÜMÜN YÜZÜ GÜLSÜN*

Zehra Sarı

MİAMİ’DE Kİ herhangi bir hafta sonu günlerinden biriydi bizim için. O hafta sonu sahile gideceğimiz için araba kiralamaktansa çok sık aralıklarla gelmeyen toplu taşıma araçlarından birine binmeyi tercih ettik; okyanusun o sonsuzluğu hatırlatan güzelliğini seyre; arabayı, şuraya mı park ettik; bir sorun çıkar mı; öyle olur mu, böyle olur mu; düşüncelerinin engel olmasını istemediğimizden….

Dediğim gibi bizim için sıradan bir pazar günüydü, ta ki dışarıya çıktığımızda herkesin elindeki gülleri, kalp şeklindeki hediye paketlerini vs..yi görene dek. Halbuki günler öncesinden başlayan bir reklam bombardımanı vardı, unutmak mümkün olmasa gerekti. Arada bir açtığım televizyonda gördüğüm dizi filmlerinde bile bu konu işleniyordu; 14 Şubat unutulmaması gereken bir gündü; çünkü bugün; artık bizim ülkemizde bile “normalleşen” bir gündü; Valentine’s Day….

İnsan önem verdiği şeyi unutmaz; önem vermediği ise başkalarınca çok önemli dahi olsa kişinin iç dünyasında bir karşılığı yoksa yanından geçse; o şey elle tutulur bir şey olsa ve eliyle tutsa dahi unutur gider o şeyi; dünyasında karşılık bulmaz. Bizim içinde öyle olmuştu; özellikle bulunduğumuz bu yerde; gittiğimiz her mall’de onca reklama, onca tüketilen o güne has eşyalara, çalınan müziklere, asılan afişlere rağmen; biz o günü, içimizde bir karşılığı olmadığından unutmuştuk.

Bindiğimiz otobüste kendi ülkemizde çok şahit olmadığımız bir manzara bekliyordu bizi. Tekerlekli sandalyede oturan bir bey; tekerlekli sandalyesi otobüse, otobüsün şöförü tarafından emniyet kemerleriyle çok iyi güvenceye alınan ve rahat olduğuna kani olduktan sonra, şöförün arabayı hareket ettirdiği bir manzara… Kamıştandı sanırım, çiçek yapıyordu. Yaptığı işten hoşnutluğu yüzünden ap açık okunuyordu. Gerçekten şunu hissetmiştim ki; sureti hoşnut olduğu gibi, sireti de hoşnuttu yaptığı şeyden; ne engelinin hüznü; ne de insanların ona bakışı bu hoşnutluğuna engel olabiliyordu.

Bazı şeyler sükûtla daha açık anlatılabiliyordu demek ki. Tekerlekli sandalyedeki bey üzerindeki bakışlara rağmen, halinden hoşnutluğunu, üzerindeki sekinet halini yaptığı çiçeklerle gösteriyordu. Evet iki üç dakikada bir yeni bir çiçek yapıyor ve en yakınından başlayarak bayanlara veriyordu. Uzattığı her bayan ilk an da şaşırıyor sonra tebessüm ediyor ve şaşkın bakışlarla baktığı bu gizemli beyin “if you wish you can kiss” cümlesine, yanağına kondurduğu bir öpücükle cevap veriyordu. Yeni otobüse binen ve halinden bu ülke için “turist” olduğu anlaşılan bayan, önce şaşırıyor ve hemen bu cömert beyin de, sevgililer gününü kutlayıp, sandalyesinin koluna asılı duran kutuya, cebinden çıkartıp bir şeyler koyuyordu. İster öyle ister böyle, hemen hemen otobüse binen her bayanı, yaptığı ve hediye ettiği çiçeklerle sevindiriyordu bu gizemli bey; karşılığında da kiminden üç beş kuruş alıp belki geçimini bu şekilde sağlıyordu, yahut kimilerinin de yanağına kondurdukları buselerle yüzü tebessüm ediyordu.

İnsan hiç tanımadığı birinden bir çiçek aldığında sevinir miydi? Evet. Bunu o gizemli beyin; yanımda oturan eşime; bana uzatması için verdiği çiçeği, eşim bana verdiğinde hissetmiştim. Çok tuhaftı; çünkü neden bilmiyorum o beyi yeni bir çiçeğe başladığında, sonuna kadar izliyor; yüzünün hiçbir mimiğini kaçırmak istemiyordum. Yüzündeki tebessüm, o halinden razı oluşu, beni çok etkilemişti. Ama ne zamanki çiçeği bitirmek üzere olduğunu ve verecek birisine bakınacağını hissettiğim anda; hemen dışarısını seyrediyormuş, ona hiç bakmıyormuşum gibi yapmaya çalışıyordum. Tekerlekli sandalyedeki halini ve birilerinin kutusuna para koyduğu sahneyi görmemizi istemiyordur diye hissediyordum. Bu benim zannımdı ve bu doğru olmayabilirdi ama sanki bakıldığını anlarsa haline üzülebilir, “bana acıyorlar mı acaba” diye düşünüp hüzünlenebilir gibi geliyordu bana. Bu düşünceyle de, resmini çekmiştim gizli gizli. O, yeni bir çiçek yaparken. Onu ve o anı, bu ülkeden döndüğümde de hatırlamak istiyordum. Çünkü o gizemli bey benim zannımda yanıldığımı göstermişti bana. Evet o, halinden memnundu, belki de bizim gibi rahatça yürüyen biri olmadığını hatırlamıyordu bile…Kim bilir çoğu suhuletle yürüyenden daha fazla yeni umutlar taşıyordu, uyandığında ve yeni yeni umutları, planları vardı hayata dair….Gönlünü kurtarmıştı bu “her şeyin tam olursa mutlu olunabilir” safsatasından….. Kişinin, anlatmaya değer bir öyküsünün olmasının; sadece göreceli bir “tam”lığın, bedensel bir “bütünlüğün” varlığından çok; ruhsal bir doygunluğa bağlı olduğunu keşfetmişti. Kaderin başına yağdırdığı rahmet yağmurlarının her bir damlasına “eyvallah” dediği yüzünden okunabiliyordu. Çünkü içsel dünyasında derinleşenler, kabuğa bakmazlardı artık.

Allah, geniş mülkünde esmasını zikredebilmemiz için sayısız âyineler yaratıyordu. Zihnimizin ya da sosyal kabullerimizin bizden “farklı” olanları mübalağalı değerlendirmesine mâni olmalıyız. Biz zahiren “tam”lar olarak nasıl sınırsız özgür değilsek; özgürlüğümüzün de sınırları şeriat tarafından belirlenmişse; bize göre “tam” olmayan “öteki”lerinde bizim bedensel özgürlük alanımızda kısmî sınırlı olmaları; iç dünyalarında da aynı sınır çizgilerinin olduğu anlamına gelmezdi. Âma olan bir yazarın söylediği şu söz beni, okuduğumda çok etkilemişti; “insanlar göremediğimi söyleyene kadar dışarıda farklı bir dünya olduğundan habersiz, halimden mutlu bir şekilde, içimde yaşıyordum”…Gözü görmese de hayata dair nice umutlar taşıyabilirdi insan.. Mecidi’nin görme özürlü bir çocuğun hayatına baktığı; Cennetin Rengi filminden şu sözler, hafızamdan hiç silinmemiştir; “çiçeklerin kokusu gözlemi görülür, nisan yağmurunu gözlemi tadarsınız”….

Rahmetli Ahmet Uluçay’ın Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak filmi; imkânsız gibi görünenin bile; içte bir sevda varsa aşılabileceğini; bunun için bedensel, fiziksel şartların yeter şart olmadığını; hayalin, muhayyilenin gücünün ne kadar etkili olduğunu bize hatırlatırken; erişilen yeni menzillerin, insanın seyrindeki yeni durakların göreceli “tam”lığa bağlı olmadığını anlatıyordu.

Cisimler dünyasında bize “verilmeyen”ler bir eksiklik midir; yoksa Allah’ın izin vermediği her şey bizim için nurlu bir gece midir!…..

Seyrimizde yolumuzu kolaylaştıracak arkadaşlarımızın daim yanımızda kalması ve beraber içlerimizin aydınlanması duasıyla…


*Sagopa Kajmer-Beyaban şarkısından…

  13.03.2010

© 2021 karakalem.net, Zehra Sarı



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut