RUHA BİR NEFESLİK MOLA!

Öznur Çolakoğlu Cam

HAYLİ YOĞUN ve yorgun geçen bir günün ardından başını yorgunca metronun camına dayamış, hızla akıp giden şehri seyrediyordu. Şehrin ıslak caddelerinde uzayan ışıklar öyle hızlı hareket ediyordu ki, gözleri dahi bu hıza yetişemiyordu. Gecenin karanlığı şehre iyiden iyiye hakim olmaya başlamış, herkes nasıl ki sabah büyük bir telaş ve hızla işyerine ulaşmak için evden çıktıysa, aynı hız, telaş ve gerginlikle evine geri dönmek için, yani velhasıl illaki bir yerlere yetişmek için koşturup duruyordu.

Şehrin ışıklarından yorgun gözlerini önüne düşürdü. Bir müddet ayaklarına, karşısında oturanın ayakkabılarına daldı gözleri. Çamurlanmış ayakkabıların sahibinin yüzünde, yaşına rağmen nede çok çizgi peyda olmuş ve gözlerinin ışığı nede erken sönüvermiş gibiydi. tam iş dönüşü saatinde metronun içindeki insanlara baktı. Yorgun, bitkin, tükenmiş, mutsuz, üzgün, kırgın yüzler ve gözlerdi gördüklerinin hemen hemen hepsi.

Üniversite öğrencisi bir kız, karşısında ona laf atan erkek arkadaşına, günün sonu olmasına rağmen, tüm güzelliğini sergilemek için inanılmaz bir çaba sarf ediyordu. Nazlı bir edayla sürekli saçlarını düzeltmeye çalışıyordu. Oysa karşısındaki erkeğin tek derdi kendini dinleyen birine fikirlerini sunmak, sıkıcı yolculuğu üç beş laf ederek kısaltmaya çalışmaktı.

Annesi tarafından yuvadan henüz alınmış neşeli bir çocuk, annesine olup bitenleri büyük bir heves ve enerji ile anlatmakla meşguldü. Lakin annenin gözlerinden, hal ve hareketlerinden ne ruhuyla, ne aklıyla orada olmadığı belliydi. Anne yorgun, üşümüş ve sinirliydi. Yavrusunun tüm paylaşımlarını “hı, hı” diyerek geçiştiriyordu.

Evine en yakın metro durağında indi. Yol boyunca gördüğü, selamlaştığı insanların, dostlarında halleri metrodakilerden pek farklı değildi. Gördüğü ve incelediği tüm yüzlerdeki gözlerin ne kadar donuk olduğunu fark etti bir anda. Bedenen canlı ama ruhen ölmüş gibiydiler. Bedenleri ayakta ama ruhları sanki onları çoktan terk edip gitmiş gibiydi. Acil müdahale gerekiyordu bu insanlara, neredeyse hepsi birazdan ölecek gibi solgun, durgun ve bitkin idi.

Bu düşüncelerle evin kapısını açtı, banyoya girdi. Aynada kendi yüzünü gördü, kaşları düzmüş, dudakları bükülmüş, şehrin insanın enerjisini emen hakim havası ne yazık onu da etkisi altına almıştı. Akşam namazı için abdest aldı ve namaza durdu. Niyet, kıyam, rüku derken secdeye vardı..

Bir anda bir mucize oldu. Yeryüzünde bir pencere açıldı. İçinden saçılan ışıklar ile, tüm insanları kendisine çağırdı. Pencerenin ardında, kuşların cıvıldadığı, ulu yeşil ağaçların alacalı gölgeler oluşturduğu, akan suların kuşların ezgilerine ritim tuttuğu, hafif esen rüzgarların yeşillerin tüm taze havasını ve şifasını ciğerlere, ruhlara taşıdığı bir ortam vardı. Çökmüş bedenlerin, yüklerin bindiği omuzların oraya girince bir anda canlandığı, bir nefeslik mola verdiği ve tazelendiği görülüyordu. Bolca içine çekti bu havayı ve huzuru. Doya doya yaşadı bu anı ve yavaşça başını secdeden kaldırdı.

Sırtının, omuzlarının ve bedenini taşıyan ruhunun tekrar yerine geldiğini duyumsadı. Namaza devam ederken, secde gibi, ruhun ilacı bir makamı kullarına öğrettiği ve lutfettiği için Rabbine yeniden ve yeniden teşekkür etti, şükr etti.

Ölü ruhları bir yük gibi içinde barındırmak zorunda olan, zavallı bedenler için bolca dua etti. Ruha bir nefeslik mola gibiydi namaz..

  21.02.2010

© 2021 karakalem.net, Öznur Çolakoğlu Cam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut