İnsan Hiçbir Şey Yapmadan da değerlidir

Mona İslam

BİR AKŞAM saati, bir psikiyatri dergisindeki bir yazıya göz atıyorum. Tamamı itibariyle hemfikir olduğum bu yazıda bir paragrafa fena halde takılıyorum.

Aslına bakarsanız bu yazıyı okuyan hiç kimse benim dikkatimi çeken bu meseleye nazar etmeyebilir. Fakat bu sıralar kafamda dolaşan tilkiler, yazıdaki cümleyi algıda seçicilik usulü seçiveriyorlar. Şöyle:

“Narsisizm, bir örtme biçimi olarak işlevsel. Modern insanın varoluşu değer kaybına uğradıkça narsisizm yayılıyor. Bu çelişkiden kurtulabilmenin tek yolu, varoluşu güçlendiren değerlerin narsisistik hayallerden değil, sahici üretimlerden geçtiğini görebilmekten geçiyor.”

Görünüşte doğru bir ifade: İnsanın değer bulma çabasına sanal değil, sahici üretimlerle katkıda bulunmak. Kullanılan araba yahut telefonla, takıldığımız mekanla yahut yaptığımız kariyerle değil bilgimizle, yeteneklerimizle değer kazanmak. Değer kazanmak için her halukarda birşeyler yapmak, modern zamanların tüketim toplumunun “Yap!” dediklerini olmasa da yine de birşeyler yapmak.

Katılmıyorum…

İnsan hiçbir şey yapmadan, yaşlandığında, elden ayaktan düştüğünde, hasta yatağında,yahut uzun yıllar görünür hiçbir üretim yapmayacak bir sakatlık haline düçar olduğunda, bir köy evinde, çapaladığı tarlasında, toplumca cahil, vasıfsız ve görgüsüz denilen bir vasatta değersiz midir ? Madem ki taş değil, ağaç değil, hayvan değil insandır, değerlidir.* Onun değerli olduğunu bizatihi Allah’ın onu insan olarak yaratmasından biliriz. Çünkü değer insanın elinden çıkan birşeyle değil, Yaratıcının ona verdiği önemle ölçülür.

İnsanın değeri ona ancak mana-i harfi ile bakılınca anlaşılır, mana-i ismiyle tüm değer yükleme çabaları anlamsızdır.

Hatta en çok sevgiyi, merhameti, paha biçilmez değeri bebekler görür. İnsan da kainatta böyle bir bebektir. Bebek gibi matlubuna yürüyüp gitmesi, koparıp alması beklenilmez. İnsanın en büyük kuvveti acizliğidir. O kainatı ancak bu “hiçbir şeye gücü yetmeyen ve her şeyi viyak viyak ağlayan bir bebek gibi isteyen” haliyle dize getirir. Risale müellifinin dediği gibi, görünüşte pek az iş yapan balıkların semizliği ve tuzak ve pusular kuran, plan ve programlar yapan tilkinin zayıflığı ortadadır. Rızık gibi, Rabbin değer verişi ve sevgisi de fiile ve kudrete, yeteneğe ve maharete göre değil, insanın hakikatine, yani aczine ve fakrına göre gelir.

İnsan gibi en aciz bir varlığa, kendi kendini değerlendirme yükünü yüklemek, ne malzeme ile yapılırsa yapılsın çok ağır bir yüktür. İnsan o yükün altından sağ çıkamaz.

İnsan var edildiği ve insan edildiği andan itibaren bizatihi değerlidir. Değer kazanmak için hiçbir şey yapması gerekmez, sadece değerinin farkına varmalıdır. “En’amte aleyhim” sırrı bize bunu anlatır. Kendilerine nimet verilenler pasiftirler. Ne kadar pasif olurlar, ne kadar edilgen bulunurlarsa kapları o kadar büyür, o kadar nimetlenirler. Hz. Musa’nın “Ya Rabbi, katından vereceğin her hayra muhtacım” demesi buna bir örnektir. İnsanın ahlaki ya da irfani tüm yapıp etmeleri değer kazanmak değil, kendisini zaten böyle paha biçilmez değerde Yaratan Zat’a şükürle, marifetle, muhabbetle mukabele edebilmek içindir.

İnsan değerlidir. Velev ki olmasın, yine de değer kazanmak için bir şey yapamaz ki. Çünkü fiillerin tümü Allah’a aittir. “La havle vela kuvvete illa billah”. Dolayısıyla insan elinden çıkıyormuş gibi görünen her marifet, her kabiliyet Onundur. Öyleyse ne yapalım da değerlenelim, ne yapalım da övünelim? İnsan fiiline sahip çıkamaz. Elimizden gelen hiçbir şey yoktur…

İnsan varlık cümlesinin ancak nesnesi olabilir. Fiilin sahibi “Özne”dir, nesne ise ancak fiilden etkilenebilir.Bazen sözde özne olarak zahirde bulunsa da, hakikatte Özne daima başkasıdır.

İnsanın elinden gelen ve kendisinden beklenen şey bilinçle, şuurla, farkındalıkla hakikatine bakmak ve hakikatini aramaktır. Bulduğunda bir hazine üzerinde oturduğunun farkına varacaktır. Bu bilinç için ise alim olmak, yahut çok çalışmak değil, samimi olmak ve asgari akıl baliğ şartlara sahip olmak kâfîdir.

Burada söz konusu olan insanın sayini önemsememek, ameline değer vermemek değildir. Herkese tembel tembel oturmalarını ve kemal için gayret göstermemelerini de söylüyor değilim. Ancak amelin muktazisinin değer bulma çabası olmasının yanlışlığına dikkat çekmek isterim. Amelin, sayin, çabanın hakiki sebebi sadece Onun iltifatına ve muhabbetine mukabele edebilmektir. Bundan âlâ sebep aramak beyhûdedir. Üstelik ihlası da zedeler. Çünkü amel ancak sırf lillah için olursa değerlidir. Değer kazanmak için olursa onun safiyeti zedelenir. Değer kazanma çabası halk nazarındaysa o riyadır, Hak nazarındaysa da abesle iştigaldir, çünkü biz Onun için zaten değerliyiz.

Sevilmek için, değer verilmek için hiçbir şey yapmanıza gerek yoktur. Anne babanızın da sizi sevmesi için bir şey yapmadınız. Gerçek sevgi her hal-ü karda üzerinize tecelli eder. Siz Onu reddetmediğiniz sürece O sizi asla reddetmez. Siz terketmezseniz O terketmez. Yapıp ettiğiniz herşey de Onun sevgisine, değer vermesine teşekkür içindir.

Kanaatim şudur ki her amelin yalnız ve katıksız sebebi muhabbet olmalıdır. Gayrısı makbul değildir..

İbadet ederiz çünkü O ibadete layıktır. Ahlaklı oluruz çünkü O bize ahlakı öğretmiştir. Tüm amellerimiz Ona döner. Bizim için değil Onun içindir. Namazımız, ibadetlerimiz, hayatımız ve ölümümüz alemlerin Rabbi Allah içindir. Onu dinleriz, itaat ederiz. Ya kimi dinleyecektik? Bizi sürekli yanıltan aklımızı mı, başını dertten kurtaramayan nefsimizi mi? Zira Ondan başka dinlenecek, itaat edilecek İlah yoktur. Bunu yaparız, çünkü sadece böyle emrolunduk. O emretmese biz böyle yapmamız gerektiğini de bilemezdik. Biz kimse olmasa da Ona teslim olacağız.

“İnne salati ve nusuki ve mahyaye ve memati lillahi Rabbil Alemiyn, la ilahe illa hu, ve li zalike umirtu, ve ene evvelul müslimiyn”(Enam 162)

Allah aşığı velilerden biri olan Rabiatül Adeviyye’den nakl edilir. İnsanların “ibadet neden edilir?” sorusunu tartıştıklarını duymuş ve şöyle demiş “Allah ibadete layık değil mi? Başka ne neden arıyorlar?”

İbadet bile bizim değer ya da başka bir şey kazanmamız için değil Onun için yapılıyorsa, bir meslekle, bir arabayla, bir markayla değer kazanmaya çalışanların dalaletini siz hesab edin. Bizi önce tüm değerlerimizden soyup, yoksun ve zelil kılan, sonra da değerli olmamız için bize oyuncaklar satan medeniyete bir euzu çekmek lazım…

Hayat ancak bize zaten verili olana şükredebileceğimiz, verili muhabbete mukabele edebileceğimiz miktardadır. Başka şeyler peşinde koşup boşa harcayacak ne vaktimiz ne terimiz var…


*Elbette taş, ağaç, hayvan da değerlidir…

  18.02.2010

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut