Kuran’dan İki Zühre Misali

Mona İslam

KEHF SURESİ içerisinde çok latif bir kıssa vardır. İki adamın hikayesini anlatır. Birine iki bahçe bahşedilmiştir. Diğerinin ise pek malı mülkü bulunmamaktadır. Her okuyuşta başka çiçeklerine dikkat çekilen bu bahçeler de haddi zatında bir çiçek metaforunu hatırlatır. 24. Söz’ün Zühre sembolüne sarfı nazar ederek bu kıssa okunduğunda, bize Zühre’nin kazandığı yahut kaybettiği, nakıs kaldığı yahut kemal bulduğu haller karşımıza gelir. Zühre misal nefis bu kıssadan dersini bitamamiha alırsa mutmainneye ulaşır. Bu kıssanın ders-i ibretinden gafil kalırsa nefs-i emmarede, tekebbürde, hasarette ebediyen kalır.

Kıssa şöyle başlar: 32. Onlara şu iki adam örneğini ver, ki onlardan birine iki üzüm bağı bahşetmiş, onların çevresini hurmalıklarla çevirmiş ve aralarına da ekili bir alan yerleştirmiştik.

33.Bu iki bahçe de beklenen ürünü veriyor, verimlerinde her hangi bir eksilme göstermiyorlardı ; çünkü Biz her birinin içinden bir dere akıtmıştık.

34. Böylece (bu bahçenin sahibi) bolluk içinde ürün kaldırıyordu.

Bu bahçenin sahibi de kendisine verilen nimetlerle bu dünya yüzünde süslenip püslenmiş ziynetlere bürünmüş, nimetlere gark olmuş nefis gibidir. Kendisi de göz kamaştırıcı bir bahçe, latif bir çiçektir. Bahçelerin iki olması zannımca şuna işarettir ki, bir bahçe zâhire diğeri batına bakar. Biri insana dış dünyada, afakta verilen herkesçe görülen nimetlere, süslere, ziynetlere bakarken, diğeri insanın içindeki ilme, huzura, sekineye, mutluluğa bakar. Hepsi verilidir. Yine Sure-i Kehf’in başlarında

“7. Gerçek şu ki yeryüzünde güzel olan ne varsa Biz hepsini, hangisinin daha iyi davrandığını ortaya koymak üzere, insanları sınamak için bir araç kıldık” denildiği üzere zahiri ve batıni tüm nimetler nefse takılı süsler, zühreye verilen renk ve desenler, nakışlar ve güzel kokulardan ibarettir.

İşte bu noktada nefs denilen güzel ve nazenin çiçek, ne kadar aciz ve zayıf olduğunu, bir yere kıpırdayıp gidemeyeceğini, biri üstüne bassa kendini muhafaza edemeyeceğini, sert esen bir rüzgarda güzelliklerini yitireceğini unutur ve şöyle der:

34. Ama bir gün bu adam komşusuyla tartışırken söz arasında ona: “Benim malım mülküm senden çok; nüfusça da senden daha güçlü, daha ilerdeyim!” dedi.

Zühre, böyle tekebbür cümlelerini her zaman alenen söylemez, bunun çirkin görüneceğini bilir. Oysa onun tüm sevdası güzel görünmektir. Bu yüzden onları laf arasına sıkıştırır, ima eder, işaret eder, karşısındakinin nazarını güzelliklere çaktırmadan celbeder. Ama muhakkak onların kendisine ait olduğu bilinsin ister.

Zührede narsisim, kendini bazen ifşa etmede bazen de gizlemede mündemiçtir. İfşa ederken “güzellikler bana aittir” diyerek böbürlenir, ki bu en kolay teşhis edilebilen nefsani davranış kalıbıdır. Diğerinde ise daha sofistike bir tarza sahip olan nefs, kendini gizler, gizeminden hem “bu güzel özellikler benim, size göstermem, sizinle paylaşmam”cimriliği, hem de “ne kadar gizemli görünürsem o kadar çok şeyim var sanılır” tezgahı okunabilir.

Lafını da orada bırakmaz. Bu güzelliklerin kendisinin iyiliğine delil olduğunu iddia ederek, bunlara daima sahip olacağını, bunların onda baki olduklarını da sözlerine ekler. Bu sözler kimi zaman dışarıya doğru söylenir, kimi zaman da zihinde mevcuttur. Bu konuşma her zaman afaki olmak zorunda değildir, kimi zaman da enfüsidir.

35.(İşte) kendi kendisine (böylece) yazık eden bu adam: “Bu bahçenin bir gün yok olacağını asla düşünemiyorum!” diyerek bahçesine girdi:

36. ve son saatin bir gün gelip çatacağını da düşünemiyorum” (diye ekledi)

Öylesine ileri gitti ki şunu bile dili tutulmadı da söyledi, öyle ya insan bir kere kendini malik ittihaz etti mi bir daha onu tutabilene aşk olsun.

“hem o saat gelse ve ben Rabbimin huzuruna çıkarılacak olsam bile sonuç olarak her halde bundan daha iyisini karşımda bulacağım!”

Zühre kendisine verili nimetleri sahiplendiğinde, onlardan bir daha hiç ayrılmayacağı vehmi ile sahiplenir. Zira insan bir şeyi severse onda beka tevehhüm eder de sever. Gönül yok olup gidene meftun olmaz. Gerçi tevehhüm ettiği beka sahihtir, ancak o beka benlikten değil, Baki’den sadır olduğundan, böyle kurumlanan, böbürlenen, kendi güzelliğinde aklını yitiren birine verilmeyecek, yüzünü toprağa dönmüş zührenin sonu solup gitmek olacaktır.Çünkü o nimeti verene yani Münime değil, nimetin bizatihi kendisine meftundur. Bu da yüzünü toprağa, nimetin geliş sebebine dikmesinden anlaşılmaktadır.

Diğer arkadaşı da onun kadar olmasa da bir kısım nimetlere ermiştir. O da nefis sahibidir. O da bir zühre misal çiçektir. Ancak o yüzünü göğe dönen bir zührenin misalidir.O nimeti değil Münim’i sevmektedir. Güzelliği topraktan değil güneşten bilmektedir. Gerçekten de çiçeklerin rengini nakışlı ve süslü boyalarını güneşin ışıkları zahir etmektedir. Toprağın kara kuru cisminin renklerde payı yoktur. Bunu idrak eden nefis ise mutmainnedir. Bunu onun şu sözünden anlarız:

37. Kendisiyle tartışmaya girdiği komşusu ona:” Seni tozdan topraktan sonra bir damla döl suyundan yaratıp da eksiksiz bir insan şekline sokan Allah’a karşı nankörlük mü yapıyorsun?” dedi.

Mutmain bir nefis yoktan var edilmesinin, toz toprak ve döl suyu gibi basit ve hakir maddelerden inşa edilmesinin, süslü ve ziynetli bir suretle suretlendirilmesinin bir Varlık Sahibi, bir Hayat Veren, bir Musavvir, bir Aziz kılan tarafından oladuğunu bilir. Varlık en büyük nimettir, en büyük rahmettir, öyle ki bu rahmet cehennemin icadında bile tesir sahibidir. Kafirleri dahi var etmişken yok etmeyen, yokluk karanlıklarına geri göndermeyen rahmet elini, ism-i Rahman’ı tutar nefs-i mutmainne. Rahman güneşe benzer*, mümin kafir, iyi kötü ayırd etmeden nimetlendirir herkesi. O da kendi liyakatine değil o güneşe bakar ve “Ver!” der. Güneş de göz kamaştıran ışığını bitimsiz bir zamanda, sonsuz ömürlü bir zühreye gönderir. O artık cennetin çiçeğidir. Bu bilgidir ki onu şükre sevk eder, çünkü o varlığın, hayatın, güzelliğin tadını bir kez almış, ve ona doyamamıştır. Nefis için şükür o hazzın devamını dilemektir. Nefs-i mutmainne de bir haz tiryakisidir. Hazzı istemekte hiçbir mahzur da yoktur. Kınanan hazzın büyüğünü bırakıp küçüğüne talip olmaktır, ki buna enayilik denmez de ne denir?

Bunun için yüzünü göğe çeviren zühre hazzın ekberine talip olur. Bu da Rahman’ın ta kendisidir.

Ve ekledi 38. “Bana gelince, biliyorum ki benim RABBİM Allah’tır.Ve ben tanrısal nitelikleri Ondan başka kimseye yakıştırmam.”

Öyle ya tüm güzel nitelikler nefse değil Ona aittir. Meftun olunacak biri varsa o da şüphesiz Odur. Böylece ikinci adam bahçeyi verir, Rabbi alır. Rabb varken bahçeye kim bakar zaten! Bu akıllı bir alış veriştir. Nefsini mutmainneye getirmiş bir zühre ahirette dahi gözünü bahçeye dikmez, Ona diker. Nefsin istediği tüm hazların, tüm süslerin, tüm güzelliklerin yegane kaynağı, gözesi, menbaı Odur. Hiçbir şey Onun Cemal’i ile kıyas edilmez…

39. Ve devamla, “Yazık, keşke bahçene girerken ‘Allah’ın dilediği olur, çünkü Yaratıcı Güç ancak Allah’ın elindedir’ deseydin! Mal ve evlatça, gördüğün gibi, senden daha güçsüz isem de

40. Rabbim bana senin bağından bahçenden pekala daha hayırlısını verebileceği gibi, senin bu bahçene gökten bir afet gönderir de bahçen o zaman yerle bir olabilir.

41. yahut bir daha asla bulup çıkaramayacağın biçimde onun suyu çekilebilir!”

42. Ve (gerçekten de böyle oldu) ürünlerle dolup taşan bahçeleri çepeçevre tar-ü mar edildi, ve o bahçenin tar-ü mar olmuş çitleri, çardakları karşısında,boşa giden emeğine yanarak ellerini oğuştura oğuştura: “Ah nolurdu Rabbimden başkasına tanrısal nitelikler yakıştırmamış olsaydım!” demekten başka söyleyecek şey bulamadı.

Zühre olmamak nefsin elinde değildir. Ancak o kemalini, hem sadece çiçek olarak kendini değil, tüm nevini düşünerek, hem de yüzünü göğe çevirerek bulur. Nefs-i insani ne zaman başkalarının da kendisi gibi mutluluğa layık ve hazza meftun olduklarını, ve bu yüzden onlarla rekabet etmek değil başkasının hazzıyla da telezzüz edebilmeyi, mutluluğuyla mutlu olabilmeyi öğrenir o zaman tek bir çiçek değil nev olabilir, üzerinde bir değil çok renk barındırabilir. Yüzünü göğe çevirmekle de isterken ve dilerken ben için değil, biz için istemeyi becerebilir. Nahnu sırrına erebilir.

Zühreye meded Rahman ismindedir…

Dileyelim nefsimiz kemalini bulsun. Çiçeğimiz ebedi olsun…


*Teşbihimde hata varsa Allah affetsin. Güneş benim gök yüzündeki sevgilimdir. Onda Rahman’ı görürüm. Taşkın hallerim vardır, haddi aştığım da olur, ancak itikadım odur ki aşıkların haddi yoktur…

  25.02.2010

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut