Aşık da Olsak Güneşi Küstürmeyiz

Mona İslam

ÜSTADIMIZ AŞIĞIN halini anlatırken onu, ‘sevgilisinin gül cemalinin güneşi sönük bıraktığı’ zannında bir adam olarak resmeder. O, aşığa güneşi gücendirdi diye kızar. Ne hoş! Öyle ya asıl hüner, güneşi gücendirmeden aşık olmaktır. Güneş, ismi azamın yedi ışığı onda saklı bir misbah. Yedi isim, yedi renk. Ferd, Hayy, Kayyum, Hakem, Adl, Kuddüs, Ehad. Mor, Lacivert, Çivit mavi, Yeşil, Sarı, Turuncu, Kırmızı.

Aşık sevgilisine yalnız ehadiyyet makamından bakarsa onu bir kainat gibi görür. O,tek bir şeydir, fakat tüm varlığı içinde barındırır. Onun kendi güneşleri, çiçekleri, denizleri, dağları, fırtınaları vardır. O ateştir, sudur, havadır, topraktır. O yakar, o serinletir, o nefes verir, o emniyettir. O solunca tüm evreni solar aşığın. Bu bakış açısı,tek bir noktada alemi görmektir, ehadiyyete nazar etmektir. Ancak güneşi küstüren aşık, bu ismi diğer isimlere perde yapar. Oysa pencere yapmak da mümkündür. O zaman güneşi de gücendirmemiş olur. Tek bir noktada alemi görürken o noktanın dışını da gözden kaybetmez.

Alemi küstürmek ne demek! Bilakis, sevgilinin yürüdüğü sokaklar güzeldir, onun baktığı yıldızlar, dokunduğu ağaçlar, onu aydınlatan güneş, onu ferahlatan rüzgar sevilir. Aşk Hayy makamında insanı diriltir. O, bünyeye gelince, insan duyargaları aleme açık, her şeyi hisseden, sezen, gören, işiten bir varlık haline gelir. Önceden duymadığı kuş seslerini duyar, öneceden görmediği melekleri farkeder, eşyanın ruhuna dokunur, alemi sanki o an yepyeni yaratılmış gibi(filhakika öyledir) temaşa eder. Aşk Kayyumiyet makamında bir ebediyyet duygusu verir. Muhibbe her şeyin sabit ve mukim olduğunu, Biri sayesinde ayakta tutulduğunu, o Birinin kendisini de ayakta tuttuğunu, her gün her sıkıntıya o Kayyum sayesinde kıyam ettiğini hisseder. Aşk Kuddusiyyet makamında başta sevgiliye olmak üzere her bir varlığa kudsiyyet atfeder, aşık her şeyi kusurdan ari, ve temiz görür, şayet sevgilide kusur olsa aşık o Kuddüs ile onu yıkar paklar, tertemiz eder. Aşk sayesinde gözünü neye çevirse kudsi bir hürmet duyar. Aşkın vartası, imtihanı, Ferd ve Ehad isimlerinin tecellilerine fazlaca kapılmasındadır. İmdada Adl ve Hakem isimleri yetişmese aşıkın hali perişandır. Ferd Ve Ehad isimlerinin cazibedar girdabından kurtulamaz. Zira güneşe kavuşmak, aşkın hakikatine ermek, onun tüm renklerini, onda tecelli eden tüm isimleri cem etmekledir. Yoksa mecazide takılıp kalınır, hikmet olmayınca mecaz hakikate inkılab eder, aşık da bir putpereste döner.

Kelimede yazılı kitabı görüp onda boğulmamak, kapaklar arasındaki külli ve büyük kitabı unutmamak, hardal tanesinde boğulmamak, nazar ederken diğer duyuları köreltmemek mümkün müdür? Hem ferdiyyet ve ehadiyetteki harikuladeliği, bir şeyin her şey kadar anlamlı oluşunu temaşa edebilir, hem de her bir şeye hakkını tastamam verebilir, her şeyi bütünle alakadar kılan hikmeti çözebilirsiniz. Böylece kitabın tek bir cümlesi değil, tamamı hafızanıza nakş olur. Belki sadece en sevdiğiniz cümleyi ayırabilir, en çok onu zikretmekten hoşlanabilirsiniz. Ancak bu cümle dahi kitabın tamamı içinde anlamlıdır,bilirsiniz. Muvazene her yol gibi aşk yolu için de şarttır. O da Adl ve Hakem isimlerinden heybenize az da olsa koymadan yapılabilir bir iş değildir.

Öyle ise aşığın hamakati mukadder değil, mümkündür. Üstad zorunluluktan değil, tehlikeden söz eder. Yoksa tehlike bertaraf edildiğinde yolu “çok keskin bir yol” olarak tarif etmektedir.

Bu nasıl olur? Aşkın tabiatı işgal edicidir. Kendisi dışında her şeyi yok eder? İçimizde çok kıymetli latifelerimiz var. Aklımız hayalimiz, nefsimiz, kuvvelerimiz, melekelerimiz, kalbimiz. Şayet bunları birer divan heyeti, birer bakanlar kurulu gibi düşünürsek, kalbe gelen aşk diktatörse, sulta koyuyorsa, danışmanları, bakanları vezirleri dinlemiyorsa, birden çok latifenin nazarıyla aleme bakamıyorsa, ‘dediğim dedik’ tutturuyorsa, o zaman insan önce latifelerini ezer geçer. Sonra aklının, hayalinin, marifetinin, sırrının, ve sair melekelerinin hatırını kırar. Böylesi bir aşk işgal ederken önce Hayy ismini ezer geçer, kendi latifelerini hayattan mahrum eder. Onlara kulağını tıkayan kalp ne kadar samimi olursa olsun, körleşir. Önce iç alemdekileri, sonra dışarıdakileri kırar. Her şeyi mecazi mahbubuna feda eder.

Öyle ya, kalbe zerkedilen aşktan her latifenin hissesi vardır. Kalbin muhabbetle, hayalin tasavvurla, aklın hikmetle, nefsin ise hazla o aşktan hissesi olmasın mı? Aşık onlara hisselerini vermeyip aşkı hasisçe kalbine kitlerse, daha gözü kararır, ne afakta ne enfüste kimseyi gözü görmez. Bir isimden diğer isimlere, bir latifeden diğer latifelere bir insandan diğer insanlara geçemez. Birini sevmek onda bütün insanları sevmek, ve dahi alemi sevmek, doğan güneşi, açan çiçekleri, yağan yağmuru, gezinen bulutları sevmek hissini tevellüd etmez. Bu yüzden de penceresi kapalı ve sımsıkı perdeli olan ne içinde Hakka yol bulur, ne de dışarıda O’nun işaretlerini okur. O aşık aşkına mahpustur artık, gardiyan da odur, mahkum da odur.

Oysa Allah’ın yarattığı her şeyin bir hayra bir şerre bakan yönü vardır, bu Mukaddes Kitap için dahi böyledir. Onunla kimi yol bulur alaya erer, kimi sapar da cehenneme yuvarlanır. Aşk da diğer tüm yaratılmış şeyler gibi yüzü insanın istidadına, duasına, aczine ve istigfarına göre ya hayra döner, ya başa en büyük bela olur.Aşk denilen ateş topu, büyük bir enerjidir, patlayabilir, insanın dünyasına bir kıyamet gibi kopabilir, ancak atom enerjisi gibi kontrol de edilebilir, sayısız faydaya sevk edilebilir.

Aşk böylesine verilmiş bir gece rengi Arap Atı gibidir. O vahşidir. Ama alemde ondan daha hızlı bir binek de yoktur. Efendi onu birine hediye ettiyse bir hikmetle etmiştir. “Bu hediyeyi terbiye ile uğraşamam” deyip çekip vurmak, bilhassa hediye sahibine hakarettir. Belki ilk anda sırtına binemezsiniz, belki eğerleyemezsiniz, ama usulca yaklaşıp onu tanımaya çalışabilir, aranızda bir bağ kurabilir, oturup ihtişamla koşuşunu seyredebilir, umulur ya ona dokunabilir, onu ellerinizle besleyebilirsiniz. Bir gün gelir aşk size alışır. Siz de ona, ve o vakit bir bütün olursunuz. O zaman binici ve binek ayırd edilemez olur. Siz aşk olur, aleme de tüm isimlere de, Hakka da aşkın tarikinden vasıl olursunuz.

Mecaziyi hakikiye çeviren aşk, biri için öbürünü küstürmeyen aşk, güneşi darıltmayan aşk, ancak aşkı kalpten dışarı taşırmamakla, iç alemde meşveretle ve ortaklıkla, tüm latifeleri eritmeden, yitirmeden tek bir zat kimliğinde tevhid etmekle mümkündür. O zaman aşkın gözü kör olmaz, Hakka bakar, O’nu müşahede eder.

  11.01.2010

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut