Kırılma Noktaları

Mona İslam

FEN DERSİ okumuş olanlar pekala bilirler, maddenin üç hali vardır, katı, sıvı ve gaz halleri. Öğrenciliğimde bu hallerle ilgili çizilen faz grafiklerini çok severdim. Şimdi farkediyorum ki, bu grafikler insanın hayattaki hallerine de birebir tekabül ediyor.

Son Karakalem seminerinde Metin abiden öğrendiğim ders hayatımın dersiydi. Sebep, müsebbibi olduğu şeyin pek farkına varmaz. Marangozhanedeki aletler kendileri ile ustanın ne yaptığını bilmezler. Metin abinin anlattıkları da bende böyle bir tesir icra etti. O da ne yaptığının farkında bile değildi. O bir aletti, ve Usta onunla zihnime, kalbime birşeyler nakşediyordu. Öyle bir hal yaşadım ki, tahtadaki zühre katre ve reşha sembolleri ile yazılan, çizilen, anlatılan şeyler sanki benim hayatımdı. Tahtadaki bendim sanki, ve bunun için olsa gerek Metin abi tahtayı her sildiğinde canım acıdı.

İnsan hayatına bakınca, çocukluktan başlayarak yaşanan bir zühre dönemi olduğunu söyledi mesela. Bu bir damla su oldu bu cümle, kalp toprağıma damladı. Hayalim seminer salonundan ötelere uzandı. Bundan altı yıl öncesine gitti. O günlerde farkına varamadığım, ancak şimdilerde ne olup bittiğini anlayabildiğim bir faz evresine girmiş olmalıyım. Faz evreleri yatay düzlemde çizgilerle ifade edilirdi. Herhangi bir sıcaklık artışı olmamakla beraber, buz o evrede erimeye başlardı. Bu yıllar benim için de böyle gönlümün sabit sıcaklıkta beklediği, bir yere çakılı kaldığı, bir türlü oradan kurtulamayacakmış sandığı bir zaman diliminden başka birşey değildi. Bu faz katı halden sıvı hale geçiş, erime fazıydı…

Sonra bir gün bu sabit hal canıma tak etmiş olmalı ki, ani bir hamle ve hareketle, biraz da öfke ve celalin himmetiyle kalbimin ateşini körükledim. Isıyı arttırmak için zorladım. Zorladım ve artık bende hiç buz kalmadı. Sıcaklık erime noktasının üzerine doğru yüzümü güldüren bir eğri ile yükselmeye başladı. Artık sıvıydım, katreydim. Bu yüzden tasavvuf merakıma şaşmamak lazımdı. Bu yüzden kalbim “Acaba intisap edecek bir şeyh mi bulsam?” düşünceleriyle aranıp, sağa sola salınıp durmuştu. Ben katre olmuştum ve tüm hüzün ehli gibi, tüm aşıklar gibi kendime bir ay arıyordum. Bu medet duygusu ile İbn Arabi’ye yapışmıştım. Bu ihtiyaç ile sufiler arasına karışmıştım.

Ama ben onlardan değildim. Evet katre olmuştum, ama katre kalmak istemiyordum. Bu müzmin kedere razı değildim. Aklen bildiğim, zaman zaman bir nimet-i Rabbani olarak hissettiğim varlık neşesine, bitamamiha ermek istiyordum. Hikmeti bilmek, hakikati müşahede etmek istiyordum. Sıvıydım, ama onlarla karışamayacak bir tabiata sahiptim. Zorlayıp karışsam da hep bir tabaka ya üstte ya altta kalıyordum. Metin abi bana burada da el verdi. Kim olduğumu, ne olduğumu, ne olacağımı gösterdi. Yine yaptığının farkında olmamasıyla, yansıttığının sadece güneşten gelen ışık olduğunu bildirdi. Önümü ışıldatan ay oldu, yolumu buldum, yürüyorum. Geri dönüş yok, olsa da ben dönmeyeceğim. Allah’ın verdiği her hal ve tecelli bir öncekinden hayırlı iken, o bir şeyi ya aynıyla ya misli ile yenisini vermeksizin almazken, kim ister eski hale dönmek…

Bu yolun sonu nereye varacak sezgisel olarak biliyorum. Ancak henüz göremiyorum. Öyle ya, eski halimle de şimdiyi göremezdim. Kalbimi gittikçe ısıtmalıyım. Tekrar soğumasına izin vermemeliyim. Yoksa yeniden donarım. Kaynama noktama kadar ısınmalıyım, dua ile zikir ile kalbime odun taşımalıyım. Aczimin gözbebeğine bakmalı, gözümün önünden hiç ayırmamalıyım. Kendini zahir etmek istediği her an nefsin üstüne tesettür perdesi örtmeliyim. Tevbe ve pişmanlıkla, yaptıklarımın ve yapmaktan korktuklarımın dehşetiyle geçmişime bakmalı, ve bu eğimden aşağı kaymama gayretinde olmalıyım. Hayatımı bir gaye-i hayale vakfetmeliyim ki, zihnim asla eneme geri dönmesin.

Böylece belki yıllar sonra ben de buhara binip yükselen, aşk ateşi ile iyice yanan, meftun olduğu güneşin yanağına bir buse konduran bir reşha oluveririm.

İnsan hayatının yaşadıklarının sıkıntılarının hikmetini bilmek ister. Kimi bunu ölünce öğrenir, kimi ölmeden haline hakikatine arif olur. Buna ölmeden ölmek denilir. Benim halim bana son Karakalem Semineri’nde ayan oldu, ben kendimi gördüm. Halimi bildim. Ölmeden hiç bilemeyeceğimi sandığım hikmeti hissettim. Hikmet konuşmacının kelamından yaralı kalbime yağmur gibi indi. Ben son seminerde bir kez öldüm. Bir kez dirildim. Dirilen ben ölen benin, o salona giren ben çıkan benin aynı değildi.

Ölmeden öldüren, hikmeti indiren, kalbin gözüne gördüren, güzel vesilelerle Güzelliğinin haşmetini gösteren, daima yenilenen bir hayat veren, beni yeniden yaratan Allah’a hamdolsun. O göstermese ben kendimi görebilir miydim? İnsan kendini her gördüğünde aslında kendine Allah’ın aynasında, O’nun gözüyle bakar. Kula gösterilen, O’nun indinde ve nazarında bulunan halinin bir anlık görüntüsünden başka birşey değildir…

Bir gün gelecek, silinen tahtalara, biten dostluklara, düşen yapraklara, eski zamanlara, hüzünlü hikayelere, bir şehrayin, bir düğün, bir şenlik gibi bakmayı da öğreneceğim. Şimdi yaşadıklarımın boşuboşuna olmadığını, hikmetini gördüm ya, sadece ilmelyakin değil, aynelyakin ve hatta hakkalyakin bildim ya, gün gelecek gökyüzüne yükselmeyi de göreceğim. Batmayı gördüm ya doğmayı da göreceğim. Belki ölünce, belki ölmeden önce.

Hepsinden çok hayret edilesi olan şey neydi biliyor musunuz? Bilmek için, görmek için, anlamak için, erimek için hiçbir şey yapmadım. Her şey üzerimde iradem dışında icra edildi. Ben kimi zaman sabırla, kimi zaman isyanla bas bas bağırarak bu hallere şahitlik ettim, dua ettim, dizlerimi dövüp istiğfar ettim hepsi bu.

Duanın ışığı ve pişmanlığın ateşi buzu eritmek içinmiş, benliğimi katı halden sıvı hale tebdil içinmiş de haberim yokmuş.

Çekilen her derin “ah” buzları çatlatıyormuş da bilememişim.

İyi ki olmuş, iyi ki yaşanmış, iyi ki O Kudret Eli üzerimde işlemiş, iyi ki ateş gönlüme verilmiş. İyi ki Allah “bu hali benden al” diyerek yalvarmalarımı dinlememiş, iyi ki dualarımı istediğim biçimde kabul etmemiş. Yoksa eriyemezdim.

Kulun gören gözü, işiten kulağı olan Allah’a hamdolsun.

  07.12.2009

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut