“ÖFKE KALBİN KARANLIĞIDIR”*

Mona İslam

“BEN YUNUS’UM, insanlarıma öfkelenerek aldım başımı gittim. Artık Yafa’dan bir gemiye binip uzaklaşma zamanıdır. Deniz, özgürlük, kendi içine dönüş, yalnızlık, kimsenin kahrını çekmek yok artık, oh!”

“Zaten Allah ne yapsın bu sefilleri, ahmakları, laftan anlamaz tembelleri, hiç bir şeyde gayretleri yok, hayatlarının merkezine nefislerini koymuş yaşayıp gidiyorlar, yüksek bir gayeye hizmet ederek yaşamak kim onlar kim! Ne üzerlerindeki nimetlerin kadrini bildiler ne de benim kadrimi kıymetimi. Allah kesinlikle onlara gayz edecek, zira ben onlara gayz ediyorum.”

“Deniz ne güzel masmavi, gök ise engin ve iç açıcı, ya martılar, nasıl da pike yapıyorlar, yiyeceğimi onlarla paylaşmaya dünden razıyım, ne de olsa insanlar gibi hain değiller. Gemi de ne güzel de salınıyor bir o yana bir bu yana, keşke hiç kamaraya inmesem hep burada güvertede kalsam, aşağısı karanlık ben karanlıktan hiç hoşlanmam.”

“O da ne! Deniz keyfini bozdu ve tabii ki keyfimi. Nedir o öyle kasıp kavuran bir yel mi bu? Hayret yılın bu vaktinde. Baharın ortasında. Toprağın yemyeşil zamanında. Aslında çok da tanıdık bir fırtına bu, nasıl da bana benziyor. Benim öfkeme. Yoksa, yoksa, Rab da mı benim gibi öfkeli, ama O’nun öfkesi Ninova’ya değil mi? Hayır, fırtına burada, Ninova için çağırdığım gayz ve öfke burada, yanı başımda.”

“Ah ki ne ah! Ben öfkelenerek gittiğimde Rabbin rahmetine hiçbir pay mı ayırmadım? Hiç mi rahmet kalmadı bağrımda? Hesabı yanlış mı yaptım? Gökler söndürmeyin mavi ışıklarınızı ne olur! Güneş nereye gittin be güzelim? Sevgili beyaz bulutlarım siyahlara mı tebdil olmuşlar? Işık yok mu? Nefsimde, afakta, bir ışık bulamıyorum, ışık, biraz ışık, lütfen, ben karanlıktan korkuyorum…”

“Bir şeyi unutmuş olmalıyım. Ceplerime bakayım, bir çıra, bir kibrit. Öfkenin ateşinden başka bir ateş de almamışım yanıma, vah bana! Hep yanımda taşıdıklarımı unutmuşum. Bilhassa ism-i Rahman’ı ve onun genişliğini, kuşatıcılığını. Unuttum ya! Ninova gibi yeryüzünü kendime dar ettim, dua edip çağırdığım kahr beni buldu. Kalbimin karanlığı dışıma vurdu. Dünya gemisinden atıldım, sığınağım fırtınalı deniz oldu. Dalgalar sarıp sarmalayan döşeğim şimdi. Kendim ettim kendim buldum. Bundan daha kötü ne olabilir ki?”

Ama her şerden daha şerri, her kötüden daha kötüsü bulunurdu. Rab Yunus’u yutsun diye büyük bir balık hazırlamıştı. Yunus balığın karnında daha kötüsünü de buldu. Yunus Rab’den sorduğu her şeyi eksiksiz karşısında buluyordu. Öfkesi bir canavar olup onu yutmuştu. Yutan Yunus’tu, yutulan Yunus’tu. Umut yoktu, rahmet yoktu. Yunus’un kalbi Ninova’dan çıkarken umudu da rahmeti de unutmuştu. Kabz hali gittikçe artıyordu, sırf yüreğini değil tüm varlığını sıkıştırıyordu.

Sıkıntısı içinden Rabbi çağırdı Yunus. Çünkü O her yerden işitendi. Şöyle dedi:

“Ölüler diyarının bağrından imdada çağırdım,/ Ve sen benim sesimi işittin./Çünkü beni engine denizlerin yüreğine attın,/ Ve beni seller sardı;/Hep dalgaların, ve mevcelerin üzerimden geçti./ Ve ben dedim: Senin gözlerinin önünden kovuldum; Fakat yine senin mukaddes mabedine bakacağım./ Beni sular kuşattı ta cana kadar; çevremi engin aldı; başımı yosunlar sardı./Dağların köklerine kadar indim; Arkamdan dünya ebediyen sürgülendi;/ Fakat hayatımı çukurdan sen çıkardın Ey Allah’ım Rab/ İçimde canım bayılınca Rabbi anladım; /Ve duam sana mukaddes mabedinin içine vardı/Yalancı putlara saygısı olanlar, kendi nimetlerini bırakırlar./Fakat ben sana şükranla kurban keseceğim;/Adamış olduğumu ödeyeceğim./Kurtarış Rabbindir.”(Tevrat Yunus Kitabı)

Ve son kertede umudun ışığını yakıp kalbinde nida etti, “Seni tenzih ederim, ben zalimlerden oldum” (Enbiya Suresi 87) Yunus artık biliyordu, kendisine haksızlık yapıldığını düşünüp kavmini terk ettiği anda, onlardan umudu kestiği için haksızlık eden asıl kendisi olmuştu. Üstelik onlar “bilmiyordu” oysa o Rabbini ve O’nun sonsuz merhametini biliyordu.

Unuttuğu rahmete “yüzüm yok” demeden bir kere daha var gücüyle tutundu Yunus, rahmete yüzle değil aczle tutunulurdu. Ana karnındaki ceninin rahme tutunduğu gibi tutundu, düşmesin diye son nefesi ile yapıştı Rabbin engin denizlerden geniş rahmetine. Baktı ki o tutunca rahmet de onu tuttu sımsıkı. Bir “Oh” çekti Yunus ve kendinden geçti. Artık kontrolü Rabbine bırakabilirdi zaten takati de kalmamıştı. O kavmini terk etse de Rabbi onu terk etmemişti. İnsan rahmetten nakıs olurdu, ama Rab böylesinden münezzehti.

Umut rahmeti çağırdı, Rahmet lebbeyk dedi. Rab balığa söyledi, ve Yunus’u karaya kustu.

Yunus fiili olarak bildi, kalbinde öfkenin tutuşturduğu karanlık ona dönmüştür. Başkası için rahmetten umut keserken zalim olmuştur. Zalim olmak karanlık olmak, zulümatta olmaktır. Zalim yalnız umut ışığını kendisi için söndürür. Allah ise göklerin ve yerin nurudur.

Yunus öfkeden kurtulunca yeniden doğmuş bir cenin gibi balığın karnından çıktı, öyle zayıftı, öyle güçsüzdü ki Allah üzerine sinekler üşüşmesin diye kabak yapraklarıyla üzerini bezedi.Kabak yaprakları yumuşak olurdu, bir bebek zıbını gibi şefkatle sardılar Yunus’u. Hiç gücü yoktu, öfke hepsini bitirmişti, sinek bile kovalayamayacak durumdaydı. Rabbi onu örttü, kusurunu, gayzını, karanlığını. Adem oğullarından sadece Yunus, iki kere doğdu, ilki anasından, ikincisi balıktandı. Öfkeden kurtuluş, tevhid nurunu buluş, umuda tutunuş, son takatle de olsa ikinci kere doğuştu.

Ninova Yunus’u bağrına bastı, zaten onun yokluğunda pişman olmuşlardı. Öyle ya, öfke sahibi öfkesinden azat olunca insanlarla anlaşmaması için bir sebep yoktu. Sabır ve merhametle yönelince vicdanlar, öfkeyle yönelince nefisler uyanıyordu. Yunus nefsini balığın karnında bıraktı, öfkesini denize attı, sağ eline rahmeti, sol eline sabrı aldı. Ümmeti de top yekün illiyyine yükseldi onunla, bir daha hiç ayrılmadılar. Ninova’nın adı sonsuza kadar baki kaldı.

Şimdi onlar hala Yunus’un etrafındalar. Öfkesini geride bırakmış sesi akan sular gibi, yüzü göklerin mavisi gibi temiz nebilerinin yanında, halka etmiş otururlar. Yanlarında akan çeşmeler, okudukları kasideler. Rabbe övgüler, tenzihler. Işık ümmeti oldu onlar, zulümatı umutla dağıttılar. Öfkeyi fırtınalı o gecede unuttular. Umut kandillerini ebediyete doğru yaktılar. Kandillerin ışığı Ninova sokaklarını el an aydınlatır semada.

Ruhumuzu açıp Yunus’un mesnevisini dinleyelim, nidasını işitelim, öfkelerimizi dindirelim. Dostlarımıza geri dönelim. Öfkenin dindiği, küslerin barıştığı, umudun tükendiği yerde umut etmenin makamıdır Yunus makamı. Kalplerimizi öfkelerimizle taş etmeyelim, çorak da olsa toprak kalmasına gayret edelim. Olur ya bir gün bahar gelir, yağmurlar yağar ve toprak yeşerir. Hatta belki çiçeklenir.

“Sen toprak ol ki bir gün bahar gelir üzerine güneş vurur da yeşerirsin, oysa taş olana kırk bahar gelse yeşermez.”** Yunus makamı umut makamıdır. Yunus makamı öfkeyi geride bırakma makamıdır. Yunus makamı küsülenlere geri dönme, inattan vazgeçme makamıdır. Allah bizi bu makama eriştirsin.



Not: Yunus as ile ilgili İkinci Lem'a'yı bir de İhlas Risalesi ile birlikte okumanızı, ve balığın karnında istiğfar edilen "Kavmini terk, insanlarını terk" günahına ne kadar düçar olduğumuza, ne kalp karanlıklarına düştğümüze, ne balıklar tarafından yalnızlık ve karanlık, insana itimadsızlık, muhabbetsizlik, ye'is gibi nasıl kat kat karanlıklar içinde bulunduğumuza dikkatinizi yöneltmenizi dilerim.

Bu kadar kolaylıkla eşini, arkadaşını, cemaatini, hatta ana babasını terk eden insanlar olmasak Allah bizi bu karanlıklardan aydınlıklara çıkarmaz mı? O göklerin ve yerin Nur'u değil mi? Yoksa karanlıkları çok mu kanıksadık, güneşi de istiğfarı da içinden çıktığımız dostlarımızı, Ninovamızı da unuttuk mu? Unuttuksa, kalplerimiz taşlaştıysa, yeniden sevemiyor, affedemiyor, haklı haksız gidip eski bir dosta "seni çok özledim" deyip sarılamıyorsak, onu davet edemiyor ve davetine icabet edemiyorsak balık bizi kusmasın, kusmayacaktır da, vallahi müstehakız... Bize az bile...

Nefsime diyemediğimizi vallahi size diyor değilim, bu kadar zor değil, gidin bir kocaman gülümseyin, bir adım atın, bir telefon edin, bir ziyaret edin, gururunuzun kaba yerine bir tekme vurun, vallahi iyileşmeyecek dostluk, barışılmayacak insan yoktur. Değil mi ki yüzüne Rahman yerleşmiştir, nasıl yüzüne tebessümle bakmazsınız, vah o zaman size!

İhlas risalesinin hitamında yorgun ve hasta halinde size birbirinizi vasiyet eden Üstadınızın lafını nasıl ezer geçersiniz! Sonra nasıl ben onun talebesiyim dersiniz. Vah size!


* İbnül Arabi

** Mevlana Celaleddin Rumi

  23.11.2009

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut