Kelime

Lokman Tıraş*

“Bizim buyruğumuz, bir anlık bakış gibi bir tek söz den başka birşey değildir.”
–Kamer, 54/50


ÖNCE O VARDI: Söz! Kelam var edildi hemen akabinde.“Yaz!” denildi. Kalem kıpırdanıp yazdı. İlk kelime: Lâ!

‘Yok’ diye ilk imzasını attı, kalem. Yokluk ile var olmanın ne olduğunu bize öğretti, kelime. Başka kelimeler ard arda geldi; Yok’tan sonra. Âlemlerin ve kelimenin Yaratıcısı kendinden bir sır üfledi kelimeye. Sonra Kendisinin ve Habibinin isimlerini ve güzelliklerini kelimelerinin kalbine indirip, kelimelerden asa yapıp Peygamberin eline verdi. Böylece kelimeler yeryüzüne indi.

Allah’ın (c.c.) insanoğluna bahsettiği ve insanlığın ölümüne karşı bulduğu tek çare; ‘kelime’dir. Kelimelerin meydana getirdiği yazı ise insan aklının en güzel buluşudur.

Üstün bir ruha sahip olmanın, aşkın bir beğeniyle vasıflanmasının, iyi düşünmenin, doğru duymanın, uygun anlatmanın tek yolu kelimenin kuvvetini anlamaktan geçer. Geçmişten geleceğe kurulan iletişimin, somut âlem ile soyut âlemin birbirine bakış acısının ne olduğunu açıklama gücünün tek sahibidir kelime; eğer ki, kelimede böyle bir kuvvetin varlığından haberdar olmasaydık, görülenin ve düşünülenin yansımalarını kelime gruplarından yararlanarak zihnimizde kayıt altına olmak gibi bir bilinç faaliyetinden de mahrum olacaktık. İnsanlık kendini bu derece tanımayacak, kendini tahakkümü altına alamayacak, insanoğlunun kurduğu bu medeniyet bu seviyeye gelemeyecekti. Peygamberlerin, velilerin, şairlerin, yazarların, söz ustalarının, filozofların fikirlerini kelimeler haliyle kayıt altında alıp geleceği bırakması, o büyük şahsiyetlerin kelimenin gücünü bilmesi ve ancak insanlığa bu şekilde en büyük hizmetin yapılabileceğinin farkında olmalarından kaynaklanıyordu. Sözkonusu olan şahsiyetlerin dün’de, geçmişte yaşamalarının kanıtı kelimedir. Kelime varsa dün vardır. Onun yokluğu, insanlık için, dün ve gelecek gibi zaman birimlerinden yoksun olmak demektir.

Fakat binlerce, onbinlerce kelimenin içinde öyle bir kelime var ki, istisnai bir özelliğe sahip. Onun kadar ifade çokluğuna ve hakikati söyleyebilme gücüne sahip hiçbir kelime yoktur. Bu kelimenin varlığından bütün Müslümanların haberdar olması bilinen bir gerçektir. Lakin ne olduğunun ve neyi ifade ettiğinin ise sadece nadir şahsiyetler tarafından bilinmesinde ayrı bir gerçektir. Sözkonusu olan o mühim kelime öyle her ağızdan ne kolayca çıkabilir nede her kitaba sığabilir. Dünya üzerinde var olan binlerce kitap dergi makale, broşür… Tüm bunların amaçları o kelimenin varlığını inkâr etmek mi? O kelime sadece bir kısmın söyleyebileceği kadar basit mi veya bir kısmında tekzip edebileceği kadar da gerçeğe aykırı mı?

O kelimeyi inkâr edebilecekleri kadar basit görenler ne yazarlarsa yazsınlar; ne söylerlerse söylesinler, hep bir eksik söyleyecekler, hep bir eksik yazacaklar veya çok eksik ya da bir hiçten ibaret olacak eserleri. Boşuna uğraşın verdiği bu hizmet; o kelimenin hiçliği peşinde, koşan yazanları şairleri, filozofları, ozanları bir tehevvür noktasına getirecek, kimisini bir faniye kul köle yapacak, kimisini tamamen inkaryonist yapacak, kimisinin aklı dengesini bozduracaktı. Delirmiş şairlerin, ne yazdığı anlaşılmayan yazarların ve kendine yeni bir din ibda etmiş zavallı filozofların içine düştüğü, insanlık tarihi kadar geçmişe dayanan bu hastalığın nedeni o kelimenin varlığını, ne olduğunu inkâr etmek ve söyleyememekten kaynaklanıyordu. Onu söyleyiverseler; hastalıklarından, acılarından ve yüzlerce sayfa dolusu yazılar yazmaktan kurtulmuş olacaklar. Fakat bütün hüner işte onu söyleyebilmekte.

İnsanların söylemek ve söylememek için: öyküler yazdığı, felsefeler oluşturduğu, hurufat türettiği, şiir, mersiyeler sıraladığı, meydanlarda bağıra bağıra anlattığı onca konunun tek sebebi o kelimedir. Onun gerçek anlamda neyi ifade ettiği söyleyebilselerdi ya da inkâr etmek için çırpınanlar, tekzip edebilselerdi; bütün bu öykülere, felsefelere, şiirlere, makalelere, romanlara gerek olmayacaktı. İnananlar söyleyip susacak, ateistler o kelimenin büyüklüğünü kabul edip inanmanın mecburiyetine sığınacaklardı.

İnsan, cahilliğini örtbas etmek için ‘biliyorum, öğretmeliyim’ diyebilmek için sürekli, okumak, yazmak ve konuşmak ihtiyacını duyar somutun görülmeyen tarafıyla konuşma, yazma ihtiyacı, öteki âlemden; cennetten, anlatan ve cehennemden bahsetmesinin sebebi, cinlerden, şeytan ve meleklerden bahsedip onlar üzerine öyküler uydurması onlarla direk iletişime girememeleri ve görmemelerinden kaynaklanmakta. Şair ve ozanlar; sakin simalarının arkasında gizledikleri duygu cehennemlerini, kalplerinde yeşerttikleri cenneti bize göstere bilselerdi, inkârı ve inanmayı açıkça ve basitçe anlatabilselerdi belki de o kelimeye insanlığın ihtiyacı olmayacaktı. Lakin o kelimenin ifade ettiği şeyin varlığının var olması, et kemik balgam kandan ve zayıf iraden oluşmuş insanın onu refüze etmesi ya da onu anlatmaya çalışması beyhude bir çırpınıştır.

Evet, bütün bu sözlerin çokluğu ve kifayetetsizliği, o kelimenin yarattığı korku ve sevgiden kaynaklanmakta.

Söylemediğimizde veya söyleyebildiğimiz takdirde susacağımız o kelime nedir?

Sonuç olarak: birliği, tekliği, varlığı ve yokluğu, iyiliği ve güzelliği sadakati, fedakârlığı, sabrı ve çileyi, adaleti, ahlakı, mütevazılığı, şeriatı ve tasavvufu o kelimenin kalbine yerleştiren Hak Teala’ya şükürler olsun.

  18.11.2009

© 2021 karakalem.net, Lokman Tıraş



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut