Gece ve Seni seviyorum…

Mona İslam

SON ZAMANLARDA geceleri hiç uyuyasım yok. Bazen kendimi zorla ayakta tutmaya çalıştığımı fark ediyorum. Geceleri ağır ağır işleyen saatin tıkırtıları, bir müzik gibi geliyor bana. Zannım o ki gece, zaman kimseyi uyandırmasın diye ayak uçlarına basarak, ağır ağır ilerliyor. Dakikaların aralarına sanki bir flütün, bir arpın yumuşak ve dirilten tınısı karışıyor. Kulağın duydukları var, bir de kalbin… Melodilerin meleğine yöneliyor kalbim muhabbetle. Gecenin mahiyetini düşünüyorum. Geceyi keşfetmek arzusundayım.

Kur’ân’da gece ve gündüz anlatımları dikkatimi çekiyor. Gecenin ve gündüzün çevrilişi mesela. Zorluk ve kolaylık evrelerine işaret ediliyor. Sıkıntı ve ferah zamanlarına. Kabz ve bast hallerine. Geceler acı çeken bir insan kadar sessiz ve şerefli gözüküyor. Her tür şikayetten uzak, kelimelere dökülmemiş, varlığa dair cevaplanmamış soruların getirdiği bir sükut var gecede. Dokunulası derecede mücessem…

Gecenin koruyucu bir tarafı da var üstelik. Üstümüze örtünen bir yorgan gibi gece. Emniyet veriyor. Tüm arızi özelliklerimizden sıyırıyor bizi, kadın erkek, Türk Arap, güzel çirkin, zengin fakir olmak hiçbir anlam taşımıyor geceleri. Renkler gibi farklılıklar da birleşiyor. Ne mavinin ferahlatıcı soğukluğuna, ne kırmızının depremler yaratan tutkusuna yer var gecelerde. Her şey aslına, yokluğun siyahına dönüşüyor. Gündelik kıyafetlerimizden soyunup pijamalara büründüğümüz gibi, cismimizden de soyunup saf ruh haline, ikram edilen varlıktan yokluğa dönüşüyoruz. Kılıçlar kınlarından kurtuluyor, ruhlar özgür kalıyor. Her şey aslına, hepsi Bir’e dönüşüyor…

Ruhum yolculuğu sever. O genellikle geceleri seyr-ü sefer eder. Bazen uyanık ve tefekkürde zikirde, bazen de en sevdiğim meleğin küçük kardeşi, uyku meleğinin koynunda yol alır ruhum. Mizansenler kurar uyku meleği bana, tiyatrolar sahneler, kimi zaman en anlaşılmaz sanat filmleri kadar girift ve karmaşık manaları, kimi zaman da apaçık hakikatleri önüme serer. Geceleri arzi âlem yok olur, semavi âlem var olur. Semanın yaratıkları inerler, soyut kavramlar vücut elbisesi giyerler, rüyalarıma girmek için sıraya girerler. Şeker kapmaya çalışan çocuklar gibi neşeli bir itiş kakış…

Geceleri son zamanlarda salondaki hat levhasına bakıp zikr-i Yakub (as)’u tekrarlıyorum. “Fe sabrun cemîl.” Onun, yani nam-ı diğer İsrail’in hikayesini düşünüyorum. Derler ki, o gece yolcusu imiş. Kendisine düşmanlık besleyen kardeşinden uzaklaşmak için gündüzleri saklanıp geceleri yol alırmış. Kuşkusuz bu, işin zahiri tarafı olsa da, İsrail’in gece yolculuğu aynı zamanda onun geceleri ihya eden bir âbid olduğunun da alameti. Benim de gündüzleri peşime düşen, nefsani arzularımdan inşa edilmiş kocaman bir canavarım var. Vehmimle inşa ettiğim, sonra korkup bir köşeye sinip kaçtığım bir hayalet. Bunun için Yakub gibi gibi geceleri yol almaya, gündüzleri köşe bucak saklanmaya muhtacım. Çünkü canavar ancak geceleri yorgun düşüyor ve ruhumun peşini bırakıyor.

Yakub’un gecesi benim geceme benzer mi acep? Onun gecesi kutuplardaki altı aylık geceye de benzemiyor ki! Onun gecesi bitimsiz bir gece. Ayrılığın mağribi Yusuf gözden kaybolunca batan güneşle başlar. Yusuf’a kavuşuncaya dek fecrin yüzünü göremez ki Yakub. Yusuf Yakub’un güneşi. Hayat, İsrail’e gece. Yusuf’un yıldızlı rüyası, Yakub’un gecesi. Bazen seven, sevdiğine gündüz olsun diye geceye razı olur ya, o hesap…

Ayrılığın sıbır otunu tadanlar, ucu bucağı olmayan bir geceye takdim olunurlar. Ayrılığın acısını aşıklar bilir. Onlar, bu dünyada gönülleri sevgiliye bir kez değdikten sonra batan güneşin ardından, ölüme dek beklerler. Sabah namazı çağrısıdır ölüm. Ne güzel ezandır o sabah ezanı! Gün doğum müjdesidir ten kafesinden azad oluş. Şüphesiz aşıklar sevgiliye kavuşmak varken uyumaz, uyuyamaz. İşte tam da bu yüzden cennette uyunmaz…

Denir ki, peygamberlere bırakılsaydı hepsi ölmek isterdi. Ama O kendilerinden burada kalmalarını ve vazife yapmalarını istedi. O’nun hatırına O’ndan ayrı kalmaktır tüm gece ehlinin işi. Onlar bu dünyada güneşin doğuşunu beklemezler. Her dünyevi lezzet, bir fecr-i kazibdir Hak aşıkları için. Aklı çeler, gönlü sevgiliden kaydırır. Olmaz! Allah’ın dostları yıldız böcekleri gibi yalancı güneşlere bakamaz…

Onlar gözleri sevgilisinden başkasını görmemiş, kendilerine de başka gözü değdirmemiş olan kimselerdir. Zira nereye bakışlarını tevcih etseler O’nu görürler. Kendilerine gelen her tecelli, bakan her göz, seslenen her sadâ O’nundur. Gördüğüm O’dur, işittiğim O’dur, sevdiğim O’dur, aradığım O’dur…

Gece ehli ateş yakar. Çünkü gece soğuk olur. Hele Musa gibi çölde iseniz, yolunuzu yitirmişseniz, her türlü yardıma acz ile muhtaç iseniz, bir ateş bulmak istersiniz. Ateş ısıtır. Ateş aydınlatır. Ateş yol gösterir. Musa gibi sahibinizden uzakta büyümüş bir bebekseniz, küçükken de üstüne atıldığınız, yanmaktan hiç korkmadığınız ateşe sarılırsınız. Ateş, gece ehlinin içinde yanar. O ateşi besleyen şey, sanıldığı gibi odunlar değildir. Gönüldeki ateş, gözyaşlarıyla beslenir, istiğfarla nefeslenir.

Ateş benim için de Hakk’ın kutsi bir tecelligâhı, O’nun kelamına muhatap olduğum bir yerdir…

Geceler tenzih zamanlarıdır. Varlık çekilir, tecelliler biter, insan karanlıkta ancak Rabbinin Zat’ına gönlü ile yönelir. Gece, evli yahut bekar herkes için yalnızlık vaktidir. Aynı yatağa da baş koysanız, ayrı ayrı uyur, ayrı ayrı rüyalar görür, ayrı ayrı uyanırsınız. Okuduğunuz dualarınız, tesbihleriniz, karanlıkta küçücük kaldığınız seccadeniz, sayısını bilmediğiniz zikir ve sessiz seslenişleriniz yalnız O’nadır. Uyuyanlardan yüz çevirir, Hiç Uyumayan’a yönelirsiniz. Toprak sizi sarmalar, siz toprak olursunuz geceleri…

Ancak O sizi un ufak olsanız da görür, toza dönüşseniz de bulur çıkarır, sizi dinler, derdinizi anlar, ancak O’dur gecenin Nur’u.

Her gece bir adım daha yaklaşırsınız O’na, her gece bir kere daha öper alnınızdan.

Hiç boş dönmezsiniz O’nun yanından. Mutlaka sırtınızı sıvazlar, mutlaka avutur sizi.

Bir şey akıverir kalbinize usulca, “Kim o!” dersiniz, “Benim ben” der çok tanıdık bir sözü tekrarlar gibi. “Ben “ demek en çok O’na yakışır.

Kalp kabınızı her gece şefkatle doldurur, bir sonraki geceye kadar yeter o ma-i muhabbet…

Tek söyleyebildiğiniz “Seni seviyorum”dur. Cevabı duymanıza hiç gerek yoktur…

  02.11.2009

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut