“Kavmin kölesi onlardandır”

Mona İslam

“EY EHL-İ Beyt! Allah sizden sadece pisliği gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister.” (Ahzab 33/33)

Bu ayet Fütuhat-ı Mekkiye’de Ehl-i Beyt-i Resulullah’ın temizliğine delil olarak gösterilir. Yine bir rivayette Efendimiz “Size iki şey bırakıyorum, Kur’an ve Ehl-i Beytim…ila ahir” buyurmuştur. Bu kıyamete kadar mü’minlere tutunmaları için gökten uzatılan bir iptir. Bu iki şey, biri ilkeyi, diğeri onun yaşayan temsilcilerini gösteren, bir vahidin iki yüzüdür. Bu yüzden başka bir rivayet bize aynı metni “Kuran ve sünnetim” diye iletir. Çünkü sünnet yaşanan bir şey, ve hal olması itibariyle insana muhtaçtır. İnsanların daima o sünneti bitamamiha yaşayan ve örnek teşkil eden insanlara ihtiyacı olacaktır. İlke insanda görülmezse tam olarak hayata geçirilemez. Bu yüzden “Sadece Kur’an yeter” anlayışlarına itibar etmemek lazımdır. Bu anlayışların temsilcileri bizi Rasulullah’ın değil kendilerinin sünnetlerine çağırmaktan başka bir iş yapmıyorlar.

İbn Arabi ayetin ehl-i Beyt’e ilişkin tesbitini açıklarken şöyle der: “Bu ayet, Allah’ın Ehl-i Beyt’i ‘Allah senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlasın diye’ (Feth 58/2) ayetinde Hz. Peygamber’e ortak kıldığı anlamına gelir.” Yani Allah Ehl-i Beyt’in geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamıştır. Neden arayanlara ise şöyle cevap verir: “Bu Allah’ın lütfudur ki onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir.” (Hadid 57/21)

Ancak benim anladığım, Allah nasıl ki Al-i İbrahim’i seçmiş ve ayırmış, içlerinden insanlığa önderler çıkaracağını vaat etmiştir, aynen öyle de Al-i Muhammed’i de seçmiş ve insanlara imamlar tayin etmiştir. Bir fark vardır: O da Al-i İbrahim için Allah “Benim ahdim zalimleri kapsamaz” buyurmuş, ve bu aileden zalimlerin de çıkacağını haber vermiştir, oysa Al-i Muhammed için bu şerh düşülmemiştir. Bu da o nurani silsilenin içinden hiçbir zaman zalimler, fasıklar ve kafirlerin çıkmayacağına, bunun ezeli ilm-i ilahi tarafından bilindiğine işarettir. Üstadımızın da buyurduğu gibi “Ehl-i Beyt’in iman ve İslam’a cibilliyeten taraftarlığı vardır. Öyle ki tarihin de gösterdiği büyük veliler ve kutuplar ekseriyetle onlar arasından zuhur etmiştir.” Bu elbette “Efendimiz’in soyundan gelmeyenlerden veli çıkmaz” anlamı taşımaz, ancak o soyda daha sıklıkla bulunur anlamı taşır. Yine bu, ehl-i beytten olan insanların, yani seyyid ve şeriflerin günah işlemedikleri kanaatini doğurmaz, bu onların günahlarının işlense bile muhakkak tevbe edildiği, Allah indinde de affa mazhar olduğu anlamı taşır. Bu Allah’ın onları temizleme vaadidir, Allah Vaadinde Sadıktır.

Sufilerden biri bir gün bir mecliste öğrencilerine ders verirken Rasulullah’tan bir hatıra nakleder. Onun evlatlarından salih olanların salahatine binaen hürmet görmesini, kusurlu olanların da onun hatırına hürmet görmesini tavsiye ettiğinden bahseder. Bir öğrencisi şöyle sorar: “Hocam hiç Rasulullah’ın soyundan kusurlu adam çıkar mı?” Hocası cevap verir: “Bu sözün seni kurtaracaktır. Zira bu irfan ile söylenmiş bir sözdür.” Bizim vazifemiz onun soyuna onun hatırına hürmet etmektir. Çünkü “bir göz hatırına bin göz sevilir.” Rasulullah’ın hatırı ise ölçülesi değildir. O bizden bir peygamberlik ücreti istememiş, sadece yakınlarına meveddeti emretmiştir. Meveddet, hubdan kuvvetli bir sevgidir. Kararlı, istikrarlı ve değişmez, adanmış bir muhabbeti ifade eder. Hatırlanmalıdır ki, meveddet Kur’an’da karı koca arasındaki sevgiyi ifade eder mahiyette kullanılmıştır. Nasıl ki eşlerimiz hayatımızın merkezindedirler, hayat gailesinde dönüp dolaşıp hep onlara gelinir. Aynen öyle de, peygamber evlatları da hayatın merkezinde olmalıdırlar. O halde onun evlatlarına böylesine adanmışlıkla, ona bağlanır gibi bağlanılmalıdır.

Ehl-i Beyt’e zekat verilmez. Bunun sayısız hikmetlerinden bir tanesi şudur ki, insan ancak anne babasına zekat veremez, çünkü onlara bakmak boynunun borcudur, zaten varı yoğu onlarındır, belli bir pay onlar için ayrılamaz ki. Ehl-i Beyt için de aynen böyledir. Tüm her şeyimiz onlarındır, onlara bakmak boynumuzun borcudur. “Anam babam sana feda olsun”dan benim anladığım budur.

Bizden istenen peygamberlik ücreti yakınlara meveddettir. Meveddet aşkla bağlanmaktır. Yakın kimdir? Sadece soyundan gelen mi? Sufiler buna “soyundan gelenler, yolundan gelenler” diyerek izah getirirler. Rasulullah’ın yolundan giden büyük veliler ekseriyetle soyundan da olsalar, yolundan olmaları bizim için onun yakınları olarak görülmelerine yeter. Değil mi ki bir evladın gözleri bize babasını hatırlattığı için sevimlidir, onların her hali her tavrı bize Allah Rasulünü hatırlatır. Yakınlarına meveddetle bağlıyız, bu Efendimizin bizden yegane isteğidir…

Yakınlığın izahında İbn Arabi harika bir izah getirir. Örneği Selman-ı Farisi’dir. Bilindiği gibi Selman-ı Farisi Efendimizin azatlı kölesidir. Bir İranlıdır. Yani hakikatte bırakın Efendimizin soyundan gelmeyi, kavminden kabilesinden bile değildir. Oysa o Nebi’nin, “Bu İranlı adamlar iman Süreyya yıldızında olsa onu bulmaya giderlerdi” iltifatına mazhar olmuştur. Bu da yetmezmiş gibi, “Kavmin kölesi onlardandır” kaidesince Ehl-i Beyt’ten sayılmıştır. İbn Arabi bu yüzden Selman’ın Ehl-i Beyt’e temizlikte de ortak olduğunu, Allah’ın onun geçmiş gelecek günahlarını affettiğini anlatır. Bu büyük bir mazhariyettir. Demek Ehl-i Beyt’e köle olan onlardan sayılmakta, hükümde de onlara ortak olmaktadır.

Bir köle efendisi ne derse onu yapar, efendisinin izlerini takip eder, iradesi yoktur, iradesi efendisinin iradesidir. Vazifesi gücü yettiğince efendisine uymaktır. Efendimizin sünneti bizim için böyle olursa, ona bir kölenin efendisine riayeti gibi riayet edersek bize bir müjde vardır. Bu da geçmiş ve gelecek günahlarımızın affedilmesi, temizlenmemizdir. Ne büyük müjde!

Bu onun yolundan ya da soyundan evlatları için de böyledir. Bir Seyyid ya da Şerif’e hürmet edilmelidir. Hürmet de yetmez, onlar kalpler yettiğince sevilmelidir. Mümkünse canla başla yardımlarına koşulmalıdır. Velilere, alimlere sırf Rasulullah’ın mirasçıları olmalarından ötürü hizmet edilmelidir. Burada onların perdesi ardında hizmet edilen Rasulullah’ın ta kendisidir. Hadisle sabittir ki “Alimler peygamberlerin varisleridir.” O halde onlar da onun Ehl-i Beytinden sayılırlar.

Onlar hayatları ile Kur’an’ı izhar eden kimselerdir. Onlar ahlak-ı Muhammediye’nin hameleleridir. Onlar nübüvvetin varisleridir. Sünnetin taşıyıcılarıdır. Onlar Kur’an’ın şârihleri, izah edicileridir. Burada oklara Kur’an sayfaları takanlara Hz. Ali’nin cevabını duyurmak lazımdır. Hz. Ali ordusundan karşı tarafa iltihak edeceklere, tereddüttekilere şöyle cevap vermiştir, “Nereye gidiyorsunuz, ben Kur’an’ım.” Efendimizin yaşayan Kur’an olması ilkesi sadece onunla sınırlı değildir, en ekmeli o olmakla beraber tüm kamil insanlar bu hükme dahildir. Onlar yaşayan Kur’an’dırlar. Bu yüzden zihninde, kalbinde, hayatında, eserlerinde Kur’an taşıyan insanlar, Kur’an gibi saygı görmelidirler. Onların ağızları, onlardan dökülen kelam-ı İlahi kadar mübarektir. Olur ya bir inciten söz söyleseler, bu kaderden başımıza gelen bir imtihan telakki edilmeli, onlardan hak iddia edilmemelidir. Bu onlardaki Kur’an’a ve onlardan görülen Rasulullah’a muhabbetin gereğidir.

Bu bir azatlık tezkeresidir. Cehennemden ebedi azad olmanın yolu, Peygambere ve varislerine köle olmaktır. Bir kavmin kölesi onlardandır, kim onlardan olmak istemez ki…

  29.10.2009

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut