Süvariler de varmış...

Mona İslam

FÜTUHAT OKUMALARIM devam ediyor. Müellifinin dediği gibi “Yolculuk kalp, beden, mana ve duyu olarak bir amel,” ve ben bir yolcuyum. İnsanların düğünlerde, gösterişli parti ve galalarda benim namıma “…ev hanımı ama falanca okuldan filanca alandan…” gibi avunma ve avutma girişimlerine aldırmıyorum artık. Eskiden utana sıkıla cevapladığım “Nelerle meşgulsünüz?” sorularına, “Hayat işte, akıp gidiyor” diyerek cevap veriyorum. Zira böyle insanların nazarında yaptıklarım elle tutulur, gözle görünür şeyler değiller. Olsun varsın, ben gözle görünene talip değilim zaten…

Bazen insan “hiçbir şey yapmıyorum” düşüncesine saplanmıyor da değil. İşte böyle bir zamanda, İbn Arabi “süvariler” diye bir grup insanı nazarıma arz ederek imdadıma yetişti. Şeyh bu insanların hususiyetleri hakkında şöyle diyor:

“Bunlardan biri kendisine yerleştirildiğinde hareketten soyutlanmaktır. Bu nedenle süvari olmuşlardır. Onlar binekleri üzerinde durağan, bineklerinin hareket ettirmesiyle hareket eden kimselerdir. Onlar, kesilmesi emredilen şeyi, kendileri ile değil, başkaları vasıtasıyla keserler. Böylece hareketin güçlüğünün vermiş olduğu sıkıntıdan rahatlayarak ve hareketin yol açtığı iddiadan uzaklaşarak ererler. Kısa bir zamanda, uzak mesafeleri kat etmekle övünselerdi, bu övünme kendilerine değil, vasıtasıyla o mesafeyi kat ettikleri bineğe dönerdi. Oysa onlar yüz çevirenlerdir ve bir iddiaları yoktur.”

Burası misal alemi, beyaz bir atın üstündeyim. At vücudumun bir parçası gibi adeta, o kadar atik, o kadar uyumu. Uzakta bir dağ görüyorum. Bu dağ Fütuhat ülkesi diyorlar. Atı hızla dağa doğru sürüyorum. Bir duvar var, iç tarafına doğru bir kapı açılıyor. Giriyoruz atımla. At üzerinden hiç inmeden rahvan bir biçimde iç içe helezonik dairelerle yükselen dağa tırmanıyoruz, içeride akıl almaz güzellikte bahçeler, o ülkede yaşayan çeşit çeşit insanlar var, bana bakıyorlar, ben de onlara, attan inmiyorum, ama gülümsüyorum, selam verip geçiyorum. Her katta kalbime bir damla su damlıyor. Kulağıma bir çınlama sesi geliyor ve Şeyhin güldüğünü duyuyorum. “Bunu o mu yapıyor?” diyorum. Adeta “hoş geldin” diyor, sadece bana mı? Hayır ata da, at benden daha şerefli, ve daha güzel karşılanıyor. At Risale-i Nur. Biliyorum. Bu ülkede akraba gibi karşılanıyoruz.

Şeyhin varlık kategoriler sıralamasında anlattığı gerçekliğin bir yansıması bu. Müşahede ve duyu aleminde yaşadığım otomatiğe alınmış, meleke haline gelmiş Risale talebeliği gözleriyle Fütuhat Okumaları yapmak. Misal aleminde bu, beyaz bir atla Şeyhin ülkesinde dolaşmak anlamına geliyor. Biliyorum, at olmasa o kadar hızla yol kat edemeyeceğim. Üstelik o at beni her kademede gördüğüm güzelliklere fazlaca dalmaktan, büyülenip maksadımı unutmaktan da koruyor. O at üzerinde bir süvari gibi girilen ülkenin sakinleri de size atınız hürmetine selam veriyorlar. Tüm övgüler ata, tüm yolları o kat ediyor. Siz sadece üstünde rahat ve emniyetle seyran ediyorsunuz.

“Onlara şöyle denilir: Bu mesafeleri kat ettiğinizde, onları siz değil, binekler kat etmiştir. Onlar (süvariler), taşınanlardır. Dolayısıyla kulun gücü, efendisinin otoritesine bağlıdır. Kendisi ise, horluk, acizlik, gevşeklik ve zayıflık sahibidir.” Efendim Risale-i Nur’dur. Şan ve şeref ona aittir. Beni yetiştiren odur. Her tökezleme, her takılıp düşme, her saplanıp kalma, her büyülenme bana, hor ve hakir nefsime aittir. Nefsimin tek avuntusu, bu ata binmiş olmayı becermekten ibarettir. O da bir nasip ve dua işidir. “Duamız da olmasa ne ehemmiyetimiz var?”

Süvarilerin düsturları, sabit zikirleri, yolculuk boyu söyledikleri virdleri “LA HAVLE VE LA KUVVETE İLLA BİLLAH”dır. Onlar tüm hareketten soyutlanmışlardır. Elllerinden ayaklarından, dillerinden dudaklarından sadır olan ne varsa hareket namına her şey bineklerine döner. Temel fizik kaidesidir, hareket kuvvetsiz olmaz. Bir cismi hareket ettirmek ya da hareket eden bir cismi durdurmak için illa ki bir kuvvet gerek.

O halde bu kuvvet bir fail aratmalı. Fail ilk perdede Bediüzzaman’dır, okuduğum her şeyi fehmime arz eden ve kalemime döken odur. Tüm hayr-ü hasenatım ona aittir.

Perde ikinci mertebede Hz. Ali’dir. Bana ve üstadıma nefesinden veren odur.

Perde demeye edep ederim ama hakikat şeffaf bir perde de olsa öyledir, üçüncü perde Rasulullah’tır. Onun şefaati ve sünneti bizim için İbn Arabi’nin tarifindeki “soylu develer”dir. “Çünkü yol çorak ve susuzdur, susatır. Devenin özelliğine sahip olmayan binekler, o yolda perişan olur.” Bu yolda sünnetten başkasıyla mahal-i maksuda erişilemez.

Onun ardında hakikatte Allah vardır. O kulunun gören gözü işiten kulağı, eli ayağı, bineğidir. O bizi bir babanın çocuğunu omuzlarında taşıdığı gibi taşıyandır. Bu noktada süvariler şu ayeti kendilerine merkez edinirler. “Ve mâ rameyte iz rameyte ve lâkinnallâhu remâ” (Enfal, 17) (Attığında sen atmadın, fakat Allah attı) ayetidir.

Durağanlık hareketin yokluğudur. Bu insanlar kendi hallerinde durağandırlar. Amel ederler fakat amelleri Allah’a aittir. Asılları yokluktur. “Sen bir şey değilken seni yarattım” (Meryem 9). Durağanlığı harekete yeğlemek aslındaki yokluğu bilmektir. Alemdeki hiçbir hareketi kendine mal etmemek ve kendi elinden çıktıkları görülenlere karşı bile seyirci olmaktır. Toprak durur. Aslımız topraktır. Topraktan biten her şey O’nun Cemalindendir. Bunda Ondan gayrı kimsenin zerre miktar payı yoktur.

Şeyhin anlatımıyla süvariler, “Gece ve gündüzde durağan her şey O’nundur” derler ve buradan anlarlar ki sadece hareket ve kuvvet değil, durağanlık da O’na aittir. O halde insanın durağanlığında dahi payı yoktur. Duruyorsak bu da O’nun sayesinde, O’nun durdurmasındadır.

Muhammed ümmetinin velayetinin büyüklüğü sırrı bu meselede gizlidir. Onlar kendi güçleriyle değil, Efendileri Rasulullah’ın gücü ile hareket ederler. Onunla onun gittiği her yere giderler. Miraca da beraber çıkarlar, mağarada da beraber beklerler. Canları yandığında, onun dişinin kırılışını, yanağının yarılışını hissederler. Benliklerini onun nurani benliğinde eritirler. Onu ana babalarından nefislerinden çok severler. Seven sevdiğine, köle efendisine, onlar ona aittirler.

Ey nefsim akıllı ol, sakın bu binekten inme…

Yoksa yolda kalırsın…


Not: Alıntı Fütuhat 2. Cilt 18. Kısım sf 120-129

  26.10.2009

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut