Veresiye teklif edin…

Mehmed Boyacıoğlu

YILLARCA ÖNCE gördüğüm bir dükkânda gördüğüm levhaydı. Geçen gün bir başka yerde bir daha gördüm. Yaşadığım tecrübelerle birlikte şimdi gördüğümde verdiği ders daha değişikti: “Veresiye teklif etmeyin; kredi kartı geçerlidir”. Huzurum kaçtı.

Oysa ‘huzur’lu çağlarımızda biz böyle değildik.

Beşerdik; etten kemikten varlıklardık, zaaflarımız vardı. O yüzden dünyada bir cennet yaşamamız yüzde yüz mümkün değildi. Ancak, vahye kulak verdiğimiz dönemlerde bunu büyük ölçüde gerçekleştirdik.

‘Huzur’lu zamanlarımızda insanımız “o ‘huzur’un edebine muhalif” olacak işler yapmamaya büyük ölçüde dikkat ederdi. Allah’ın rızasını kazanmak önemli idi o çağlarda. Altın dönemlerimizde O’nun lütf-u keremiyle, resullerinin ve onların yolunda giden mürşitlerin irşadı ile ebedî saadeti kazanmak, zaman çarşısında istendik bir meta idi.

Bu sebeple, vermek bir değerdi o zamanlar. Hatta kendi muhtaç olduğu halde başkasına vermek övülen bir hasletti. Fedakârlık sözlüğe bakılası bir kavram değildi; yaşanılan bir meziyetti.

Akrabaya, komşuya, misafire ikram yaygındı o devirlerde… Biz akla gelebilen hemen her ihtiyaç için vakıflar kurmuş olan bir medeniyet de inşa etmiştik.

Biz ‘huzur’un başka bir gereği olarak, O’nun dışında kimseye görülmek ve görünmek derdinde de değildik. İmaj kavramı henüz icat olmamıştı bizde. (Acaba, heykelimiz ve resmimiz de, bu yüzden mi yoktu?) O sebeple, falan arabayı alarak mahalleliye caka satmak, şu halıyı edinerek komşuya üstünlük sağlamak gibi problemlerimiz de yoktu.

Göstermek ve görünmek derdimiz olmadığından, daha 1940lı yıllara kadar İstanbul’da lokantalarda vitrin bulunmadığını bazı büyüklerim yazdılar. Mektepsiz ve medresesiz rahmetli ninem bize, ‘insanların evine yemek vakti misafir olmayın’ derdi. İlave bir yemeği yoksa sıkılmasın için. Misafiri mutfağına almayan ev sahipleri de bulunurmuş; kendinde bulunmayan bir şeyi görür de kıskançlığı uyanabilir diye.

Bu değerlerden uzaklaşmanın bedeli olan tedricî yozlaşma, kanaat medeniyetine sözlü ve fiilî saldırı yapıldıktan sonra ayrı bir ivme kazandı. “’Kanaat tükenmez bir hazinedir’ anlayışını yıkacağız demişti malum adam. Onun bu anlayışının fiilî yansımaları yaygın olarak elli yıl sonra iyice su yüzüne çıkmaya başladı.

Artık, sosyal hayat çarşısındaki önceliğimiz, O’nun rızası dairesinde yaşayıp, O’nun ebedî lütuf tecellilerinin gerçekleşeceği âhireti kazanmak değildir. Namerde muhtaç olmayacak kadar kazanıp gerisine pek göz dikmemek, artık arzulanan bir haslet değildir. Artık yükselen trend büyümek, gelişmek, zenginleşmek, köşe dönmek, ihtiyaçları ertelememek, her istendik şeyde başkasına fark atmaktır.

Özellikle, ihtiyaçları ertelememek övünülesi bir fazilettir (!) bazılarında. Artık reklâmlar “make the most of now = anı yaşa!” diyor. (Oysa ihtiyaçları ertelememek, aklına geleni anında yapmaya yeltenmek insanî bir vasıf değil, beşerî bir zaaftır. Siz ona hayvanî bir özellik de diyebilirsiniz. İtirazı olan, yılın bazı aylarında sokaklardaki bazı evcil hayvanların hallerine bakabilir.)

Yükselen değerler ilerlemek, ne pahasına olsun zenginleşmek ve bu yaptıklarını illa da başkalarına göstermek olunca sekiz saatlik mesailer, ek mesailer, iki eşin çalışması da masraflara yetmez oldu.

Yetmez olunca da sahte birer ilah gibi kredi kartları insanların imdadına güya yetişti: Ne büyük kolaylıktı… İstediğin mağazaya giriyor, istediğini alabiliyordun… İnsan nefsinden gelen anı yaşama duygusunu bir güzel tatmin ediyordu. Ödemesi de, bazen, “taa iki ay sonra” başlıyordu. Bu, nefse gerçekten menhus bir zevk de veriyordu; menfaati anında celp ediyorsun, zararı ise öteliyorsun; tadan bilir.

Onun için, ilk gördüğümde kızdığım, daha sonra da istihza ile baktığım, şimdi de üzerinde epeyce düşündüğüm levhalar bunun için var demek ki… “Veresiye teklif etmeyin; kredi kartı geçerlidir.” Bu cümlenin dolaylı sonucu şu: “Ey müşteri, ihtiyaçlarını ertelemediğine, imkânların da buna yeterli olmadığına göre, borcun da boyunu aşmıştır. Onun için, borcumu zamanında ödeyemezsin. Ama arkasında devlet olan banka senden bu meblağı öyle ya da böyle tahsil eder.

Çoğunluğu itibariyle tamahkâr, hırslı, nefsinin isteklerini gemleyemeyen müşterinin karşısına kader-i ilahi böyle bir musibet çıkartıyor demek ki; kredi kartı.

Sözüyle, özüyle, yaşayışıyla bir olan, O’nun rızasını merkeze alan, göstermek ve görünmek duygularından uzak, sözü senet olan ‘yakutsu’ların, her sahada olduğu gibi, iktisadî hayatımızda da varlık göstermeleri öylesine önemli ki… Gerçekten ihtiyacı olduğu şeyi satın almak isteyen, ama maddi gücü yetmeyen, özü sözü yerinde alıcıya karşılık, “kredi kartının lafı mı olur, senin sözün senettir” diyebilecek satıcıya ihtiyacımız var. Allah adetlerini arttırsın.

  12.10.2009

© 2021 karakalem.net, Mehmed Boyacıoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut