Sahip olduklarımızdan vermeli, öyle mi? Hadi canım!

Mona İslam

SON DEMLERDE hep infakla ilgili şeyler işitiyorum. “İnsan sahip olduklarından vermeli.” “Sahip olduklarının en güzellerini seçmeli.” “El kesesinden vermek kolaydır.” “Kendiniz muhtaç olmayacak kadar verin.” “Şunlara verin, bunlara vermeyin” ilaahir devam eden bu sözler kafamda bir arı kovanı uğultusu çıkarıyorlar. Bu işte bir terslik var.

Allah Mübarek Kitap’ta “Kendilerine verilenlerden verirler” buyuruyor. “Sahip olduklarından” değil. Allah kölelerden bahsederken bile, “sağ elinizin altındakiler” diyor; “sahip olduklarınız” değil. Çünkü “mülkün sahibi mülkünde dilediği gibi tasarruf eder.” Sahibi olduğum bir şeyi kimse benden isteyemez. Vermem! Nefis cimridir. Cimrilik onun yaradılıştan vasfıdır. İbn Arabi der ki: “İnsandaki hırs, cimrilik, kıskançlık vs gibi huylar nefsin değişmez özellikleridir.” Üstad buyurur ki: “Onların yönü değiştirilmelidir.”

Allah nefs-i emmarenin ideal temsilcileri olan Yahudileri anlatırken şöyle der: “Onlara Allah’ın hazineleri verilseydi, insanlara bir hurma çekirdeği bile vermezlerdi.” Bu bir kınamadan ziyade bir tespittir kanımca. Zira hepimizin nefsi böyledir. Biz bizim olanı vermek istemeyiz. Böyle yaratılmışız, elimizde değil. Ancak “teklif-i mâlâyutak yoktur” kaidesince zaten bizden “bizim” olanı vermemiz istenmiyor ki? “Bize verileni” vermemiz emrediliyor.

İnsan cimridir. Çünkü fakirdir. Fakirden başka ne beklenebilir! Efendimiz “Fakrî fahrî” demiş, fakirliği ile övünmüştür, ama ya bizim için? Fakr insanın değişmez hali olunca cimrilik de öyle olacaktır. Cömertlik bir zenginlikten ileri gelir. O halde o kendini Gani bir Rabbe nisbet ederse, “El kesesinden” dilediği gibi harcayabilir. (Haşa Allah “el” değildir de, O benim teşbih yaptığımı biliyor). Bu nefsin çok hoşuna gider, zira o harcamayı çok sever. Bu da ona verili bir özelliktir. Nefse başkasının kesesinden bol bol harcama dürtüsü verilmiştir. O da Allah’ın kesesinden bol bol harcar, dağıtır, sarf eder, infak eder. Biriktirme gereği duymaz, çünkü hazine sonsuzdur, Hazine Sahibi Bakidir, Dualara Cevap Veren’dir. Her zaman Yakın olandır. Biz isteriz O verir, biz sarf ederiz gene verir. O verir hep verir. Canı sıkmaya ne gerek var!

İbn Arabi “hesap” meselesinde tam da buna işaret eder. İnsan sahip olduklarından hesaba çekilecektir. Eyvallah. Hesap çetindir, eyvallah. Bazıları hesapsız cennete gireceklerdir. Onlara “hammâdûn” denilir. Sürekli ve çokça hamd edenlerdir. Bu şu demektir: “Hamd” övgü, takdir, beğeni, şükür, anlamlarına gelir. Bunları Allah’a vermek demek, tüm beğenileri, tüm şükürleri, tüm övgüleri, tüm arzu ve sevdaları O’na yöneltmek demektir. Yani ne kendinde ne de etrafta, kimsenin bir şeye sahip olmadığını görmektir. Tüm güzellikler, tüm hikmetler, tüm zenginlikler O’na aittir. O halde kime ne verilecektir ki! Kula düşen O’nun olanı O’nun kullarına dağıtmaktır. O’nun olana emanetçilik etmektir. Halifelik budur. Böyle bir nazarla hayatına bakan, elinde görünen suretlere bakan, üzerinde beliren nimetlere bakan, Onları bila perva verir. Onlardan hesaba da çekilmeyecektir. Zira hesap mal sahiplerine sorulur. Şeyh de Allah’a aynen böyle cevap verir: “Benim sahip olduğum birşey yok ki hesaba çekesin.” Elhak doğrudur.

İnsan cimrilikten ancak böyle kurtulur. “Başkasının kesesinden” dağıttığını derk ederek. Peki ya dağıttığı kimdir? Kime vermektedir? İnsanlara mı? Bilakis onlara veren Allah’tır. Bir gassal ölüyü yıkarken nasıl suyu kullanırsa, Allah da bizi verirken öyle kullanır. Su nasıl “onu ben yıkadım” diyemezse, biz de “ben verdim” diyemeyiz. O halde sadece malı değil, “vermeyi” de kendimize atfedemeyiz. Ötekinin rızıklandırılması da bize ait değildir. Rezzak O’dur. Severken seven biz miyiz? Bizim kalbimizde oturan O’dur. Bizim sevdiklerimizi seven de O. Biz hakikatte sevgiyi de veremeyiz. Ya biz neciyiz? Biz halifeyiz, vahid-i kıyasiyiz, mevhum bir çizgiyiz. Marangozhanedeki aletleriz. Aslın olduğu yerde halefe gerek yoktur. Biz ancak böyle bakarsak, “Allah namına ver, Allah namına al, Allah namına işle” hakikatinin farkına varabiliriz. O zaman O bizim “gören gözümüz, konuşan ağzımız, veren elimiz, yürüyen ayağımız, işiten kulağımız” olacaktır. Zaten öyledir de, biz farkına varacağız ve gafletten uyanacağız diyelim…

İnsan hırs sahibidir. Hırsla bir şeyleri elde etmek ister. Başarı ister. Büyük hedefler peşinde koşar. Bir adama “hırs gösterme” demek fıtrata aykırıdır. Ancak ona yanlış hedeflerin peşinde koştuğu gösterilebilir. Mesela adamın mal biriktirme hırsı vardır, yahut ilim elde etmek istemektedir, kitap kitap üstüne yığmakta, bilgiye müthiş bir iştah göstermektedir. Şüphesiz bu mala göre daha yüksek bir hedeftir. Ancak ilim dahi, “Bilmek, bilmediğini bilmektir” kaidesince, yahut “İlim bir noktaydı onu cahiller çoğalttı” kaidesince biriktirilir birşey değildir. Mal bizi en iyi ihtimalle Gani ismine rabt ederse, ilim de bizi Alim ismine intisap ettirir. Bizim hırsımızın hedefi O’dur. Biz O’nun zatından başkasına razı olmayız. Başkasıyla doymayız. Zaten bize doymak bilmeyen nefis O’nu arayalım diye verilmiştir. O bizi doyurandır. Kalpler ancak O’nunla tatmin bulur. O’nu bulmak uğruna her şey feda edilir. Sair hedefler ne kadar çok ve ne kadar kıymetli olursa olsun “bir sinek kanadı” mesabesindedirler.

Kul verirken O’na verir. O’nun verdiğini vermekle kalmaz, verdiği de bizzat O’dur. Bu yüzden sufiler Allah’ın “Hastalandım ziyaretime gelmedin, acıktım doyurmadın, düştüm kaldırmadın” kabilinden ifadelerine dikkatle bakarlar. Hasta ziyaretinde ziyaretine gittiğimiz O’dur. Doyurduğumuz fakir O’dur. El uzattığımız düşen O’dur. Hepsinin ardında O vardır. Peçenin ardını ancak aşıklar görür. Aşık O’ndan kendisine inzal buyrulan tüm nimetleri vücut dahil O’na iade eder. “Minallah, ilallah” (Allah’tan Allah’a).* Zaten kendisinin de O’nun Mutlak Varlığı yanında varlığı bir gölgeden ibarettir. Gölge aslıyla vardır. Kendisi yoktur. Bu yüzden kul kendine de malik değildir. Rasulullah’ın “Nefsimi elinde tutan Allah’a kasem olsun ki…” sözlerinden, “Şüphesiz ki namazım, hayatım ve ölümüm Alemlerin Rabbi olan Allah’a aittir” ayetine dek, bize verilen ders budur. Bu abdiyyet makamıdır. Bunun dışındaki her söylem, bilerek veya bilmeyerek Rububiyet iddiasında bulunmaktır. Hayatımız bizim değildir, ölümümüz bizim değildir, ibadetlerimiz bizim değildir. Bizim olan bir şey yoktur. En ziyade müstakil varlık iddia etmek isteyen nefsimiz dahi O’nun elindedir. O her şeyin perçeminden tutandır.

Dolayısıyla “Sahip olduklarımızdan vermek” gülünç bir söylemdir. Bir gaflet alametidir. Elbette hiç birimiz gafletten azade değiliz. O halde kendi kendimize önce bir gülelim. Sonra çizgiyi doğru çizelim ki Sırat’a yaklaşmak için umudumuz olsun. Allah bizi uyandırsın. Dileyelim ölmeden önce…


* Hz. Mevlana daha çocukken babasının kervanı ile Belh’ten Anadolu’ya giderken sorulan “Nereden gelir nereye gidersiniz?” sorusuna “Minallah, ilallah (Allah’tan, Allah’a)” diye cevap vermiştir. Tüm alma ve vermeler de böyledir.

  20.09.2009

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut