Arşiv

İki Ömer’in Öğrettiği

İSLÂM’IN FITRAT HAMURUNU nasıl yoğurup pişirdiğinin belki de en eşsiz örneği, Hz. Ömer’dir. İslâm’dan önceki Ömer ile İslâm’dan sonraki Ömer arasındaki fark o denli keskindir ki, bindörtyüz yıldır, İslâm’ın insanı nereden alıp nereye getirdiğinin en açık misali olarak, nazarlara bu örnek sunulmaktadır.

Mâlûmdur, Ömer, Cahiliye âdetlerinin en sıkı savunucuları arasındadır. O dönemde kızını diri diri toprağa gömmeyi bile becerebilmiştir. Fakat aynı Ömer, İslâm’la şereflendikten sonra, haksız yere hiçbir cana kıymamış; bir karıncanın ayağını dahi incitmekten çekinir derecede bir hassasiyet kazanmış; Resulullah’ın ikinci halifesi olarak, adaletiyle şöhret bulmuştur. Halife iken söylediği, "Dicle kenarında bir kuzunun ayağı incinse, adl-i ilahî onu Ömer’den sorar" sözü, bir zamanlar kızını diri diri gömen bir insanın imanın dersi ve İslâm’ın terbiyesi ile yalnız insanlara karşı değil, sair mahluklara karşı da nasıl bir sorumluluk hissi kuşandığının delilidir.

İşte, Hz. Ömer’in İslâm’dan önce kızını diri diri toprağa gömmesi ile, İslâm’dan sonra kazandığı incelik ve hassasiyet, sıklıkla vurgulanır. İki tablo arasındaki fark, gerçekten, fıtrat dini İslâm’ın hak ve hakikatinin şahidi olarak nazarlara sunulur.

Bütün bunlar doğrudur ve isabetlidir. Ama, yine de, iki Ömer arasındaki mukayesede eksik bir yönün mevcut bulunmaktadır. Ki, bu eksik yön, bana göre, mukayesenin en can alıcı ve en ibretli boyutunu oluşturur

Bu eksik yönü tamamlamak için, yalnızca şu soruyu sormak yeterlidir: İslâm’dan önce diri diri gömdüğü bir kızı bulunan Ömer’in, İslâm’dan sonra da kızı var mıydı? Varsa, ona ne oldu?

Bu sorunun bizi tanıştıracağı isim, ‘mü’minlerin annesi’ Hz. Hafsâ’dır.

İslâm’dan önce büyük kızını diri diri gömen Ömer, İslâm’dan sonra, Resulullah’a eş olabilecek istidatta bir kız çocuğu yetiştirmiştir. Onunla birlikte, meşhur ‘Abâdile-i Seb’a’dan, yani Resulullah’ın güzide sahabileri olmakla şereflenmiş ‘yedi Abdullah’tan biri olan; ilmi ve takvası ile sonraki devirlere de örnek olan İbn Ömer’i de yetiştirmiştir.

Peki, büyük kızını diri diri gömen Ömer, İslâm’dan sonra, oğlu Abdullah ile küçük kızı Hafsâ’ya nasıl muhatap oldu? Onlara neler öğretti ve ne şekilde öğretti? Nasıl, Abdullah gibi bir sahabi; Hafsâ gibi, ‘mü’minlerin annesi’ ünvanıyla şereflenen bir insan yetiştirdi?

Bunu, ayrıntıları ile, maalesef bilmiyoruz. Bu konuda bölük-pörçük anekdotlar aktarılmakla birlikte, derli-toplu bir tablodan şu an için maalesef mahrumuz. Ama bu anekdotlardan hareketle, Ömer’in, İslâm’dan sonra yalnızca şahsen değişmekle kalmadığını; hanımıyla birlikte, aile hayatlarını İslâm’la birlikte yeni baştan düzenlediklerini; meselâ, çocuklarına en küçük bir yalan bile söylemediklerini anlıyoruz.

Bunlar bir ipucu vermekle birlikte, iki Ömer tablosundan, bugün maalesef manen diri diri gömülen kız çocuklarını ebedî güzelliklerle hayatlandıracak manidar dersler almak için yeterli değil.

Dilerim, bunu tetkik edecek ehl-i gayret çıkar da, bir yanda sahabinin en gençlerinden olduğu halde ilim, ahlâk ve tefekkürde en üstünlerinden biri de olan Abdullah’ı; öte yanda, mü’minlerin annesi Hafsâ’yı yetiştiren Ömer ailesinin sırrını bize ifşa eder.

Tâ ki, imtisal edelim ve Abdullah’ın yolunda erkekler, Hafsâ’nın yolunda kızlar yetiştirelim.

  27.12.2003

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut