Bir tesettürlünün kaleminden
Ayşe Arman’a açık mektup!

(ismi mahfuzdur)*

AYŞE ARMAN’IN gazetesine taşıdığı tesettür macerası, tanımadığı veya tanıyıp da onun tesettüre girme ihtimalinin asla akıllarına gelmeyeceği insanların bulunduğu mekanlarda cereyan etmiş.

Bu test hedeflendiği belirtilen amaca uygun olarak hayata geçirilmiş değildir. Ne laboratuvar koşulları, ne de denekleri amaca elverişli olarak seçilmiş. Zira ruhsuz bir tesettür, tesettür değildir. Sadece üzerine tesettüre uygun kıyafetler giyme eyleminin tesettürü, tesettürlüleri ve tesettürlülere bakış açısını anlamak için elverişli bir yöntem olması hayatın gerçeklerine aykırıdır. Kaldı ki, Ayşe Arman hanımefendi de bunu bildiğinden ve öngördüğünden kendisine bu konuda gelebilecek eleştirileri peşinen cevaplamak adına, amacının tesettürlüleri anlamak olmadığını yazısının en başında belirtmiş bulunuyor.

Ayşe Arman’ın böyle bir deneyim yaşama hakkı elbette var. Dilediği şekilde giyinip dilediğini yaşayabilir. Üstelik kendisi için çok da eğlenceli (İsmail Ağa camii bölümü hariç) geçtiğinden anı klasöründe önemli bir yer tutacağı tartışmasız olan bu deneyimini, kınayacak veya yargılayacak değilim. Ancak bu deneyimi gazeteci kimliği ile değil de kişisel meraklarını tatmine yönelik bir serüven ve/veya çocukça bir yaramazlık olarak yaşadığına yönelik düşüncemi belirtmek zorundayım.

Şayet bunu gazeteci kimliğiyle ve toplumsal gerçekleri araştırıp kamuoyuyla paylaşmak adına yapıyor olsaydı, daha bilimsel ve sosyolojik yaklaşımlarda bulunurdu. Mesela tesettürlü bayanlarla röportajlar yapar ve bu röportajlardan edindiği izlenim ve sonuçları kamuoyuyla paylaşırdı. En azından ben gazeteci olsam öyle yapardım.

Bu deneyim denizaltında yaşamaya elverişli olarak yaratılmış olmayan biz insanların denize başını sokup birkaç saniye nefessiz kaldığı süreç içinde denizaltındaki yaşamı anladığını iddia etmesi gibi görünüyor bana. Öyle ya, Ayşe Hanım da giysilerden son derece rahatsız olmuştu. Kendisinin tanımladığı tesettürlü ruh hali bana ‘boğuluyormuş ve ancak çok kısa bir süre katlanılabileceği birşeymiş’ hissini verdiğinden bu örneği verdim. Oysa denizaltında ne kadar olağanüstü bir hayatın olduğunu, amaca uygun ve elverişli vasıtalarla edinilmiş belgesel görüntülerinden keşfetmişizdir. Biz kısa bir süre başımızı soktuğumuzda görmüyoruz diye denizaltındaki mucizevi yaşamı reddedecek değiliz.

Ayşe Hanım “Tesettürlü olmak mahalle baskısına yol açıyor mu?” şeklinde bir test yapmış değil. Böyle birşeyi gerçekten istediğine de inanmıyorum. Yoksa bu kadar yanlış yöntemleri ve ortamları seçmezdi. Bir kez gerçekten söylediği şekilde bir test yapmak isteseydi, kendisini tanımayan değil, tanıyan insanların olduğu ortamları tercih ederdi.

Ve testini hayat laboratuvarının gerçek verilerine, gerçek deneklerine ve gerçek olaylarına dayandırmak isteğinde samimi olsaydı, bu durumu bir zamana yayar ve çevresindeki insanlar onun gerçekten tesettüre girdiğini anlayınca neler olduğunu tam olarak görebilirdi. Gördükleri şeylerin hiç de iç açıcı olmayacağının garantisini verebilirim. Mahalle baskısı neymiş, o zaman tam olarak görür ve anlardı. Şu anda bir teori olarak ele aldığı mahalle baskısının kendi yaşamında nasıl ispatlanmış bir hipoteze dönüştüğünü hayretle ve şaşkınlıkla izlerdi. Tesettürlü haline nasıl psikolojik bir savaş uygulandığını şeksiz şüphesiz anlardı. Gazetesinden hiç de inandırıcı bulmadığı bir bahaneyle artık yazılarının yayınlanmayacağı mesajını aldığını deneyimleyebilirdi. Modern, çağdaş, hümanist, evrensel hak ve ilkelere; insan hak ve hürriyetlerine herkesten fazla saygılı oldukları iddiasında olan meslektaşlarından düğün davetiyesi gelmemesini gülümseyerek farkederdi (gülümseyerek kısmı gerçek tesettürlüler içindir). Eskiden selam vermek için azami titizlik gösteren ve selamlaşmış olmaktan çok memnun olduklarını vücut dilleriyle ortaya koyan insanların kendisini artık görmediğini düşünürdü.

Ayşe Hanım da yazısında kalabalıklar arasında görünmez olduğunu hissettiğini yazmış. Tanımayan insanlar arasındaki görünmezlik ile 40 yıllık tanıdıkların arasındaki görünmezliğin aynı olmadığına emin olabilir. Eğer tanıdıklar arasındaki görünmezliğin nasıl bir şey olduğunu anlamak istiyorsa, tesettürlü olma halini zamana yaymasını öneririm.

Böyle yapsaydı kendisini çok seven, beğenen ve onaylayan insanların, tesettüre girmiş halini bir türlü kabullenemediklerini davranışlarıyla nasıl hissettirdiklerine dair davranış modellerinin çokluğuna da tanık olurdu. Bazılarının kendisini bakışlarıyla taşlayıp dövdüğünü hissedebilirdi. Bazılarının ise daha ileriye gidip kendisini bakışlarıyla nasıl öldürdüğünü! Kendisine bakan bazılarınca, ‘komik bir şeye bakıyormuş hissi’nin özellikle verilmeye çalışılmasına tanık olabilirdi.

Ayşe Arman ise mahalle baskısını ölçmeye aday olduğunu söylemiş, ancak amaca uygun yöntemleri izlememiştir. Ya kendisini tanımayan insanların olduğu kalabalıkları tercih etmiş ya da kendisinden tesettüre girmesinin asla beklenmeyeceği yerleri. Ve tabii ki kendisini açıkça tanıttırmadan. Bu testin adı “Sürekli gittiğim mekanlardaki garsonlar acaba beni tesettürlü halimle de tanıyacaklar mı?” olsaydı, Ayşe Arman’ın doğru yöntemleri kullanıp kullanmadığının tartışması yapılabilirdi. Ancak testin adı mahalle baskısı, ama uygulandığı yerler yakın çevrenin dışında, çok uzağında ve hatta çoğunlukla tamamen yabancılar arasındaki yerler. Mahalle baskısı tanınmayan insanlara uygulanmıyor ki! İstanbul’daki başı örtülü ve tesettürlü bayan görüntüsü oldukça alışıldık bir görüntü iken, zaten var olan bir giyim tarzının sanki ilk kez deneniyormuş gibi sunulması da başka bir yöntem farklılığı ve yanlışlığı.

Ayşe Hanım mahalle baskısını ölçmek için yola çıkmış ve ancak izlediği yöntem hataları yüzünden kendisini neden kimsenin tanımadığının muhasebesini yapar bulmuş test sürecinde. Garsonun kendisini tanımamasına epey bozulmuş. Farkedilmediğine üzülmüş. Bunun nedeninin yakın iş ve arkadaşlık çevresindeki insanlar yerine sadece tanıdık bir garson beyefendiyi seçmiş olmas olduğundan emin olabilir.

Ancak bu konuda da kendisini fazla eleştirmiyorum. Bu kadarına cesaret edebilmiş demek ki. Üstelik “Ben Ayşe Arman’ım” da demeden sadece tanınmayı beklemiş o haliyle. Adamcağızın düşünebileceği en son şey olan “Ayşe Arman’ın tesettüre girmiş halini” fark etmemesini haklı bulmamış. Keşke tanıyabilseydi garson beyefendi. Hiç değilse, kendisini tanıyan bir insanın ne tepki verdiğini görürdü Ayşe Hanım.

Şimdi kendi yaşadıklarımdan yola çıkarak soruyorum: Bu nasıl bir testtir? Bu şekilde hangi mahalle baskısı ölçülebilir? Bir kez ‘mahalle’ tanımı herkesin birbirini tanıdığı bir mahalli ifade eder? Sizi tanıyan ve bilen insanların birdenbire tesettürlü halinizle karşılaşınca ne tepkiler verdikleri bilinmek isteniyorsa ve durum zamana yayıldığında tepkilerin hangi boyutlara vardığı bilinmek isteniyorsa, bu deneyimi bizzat kendi hayatınızın içinde yaşamalısınız. Bu testin tesettürlüleri anlamaya yönelik olmadığı yazar tarafından zaten söylenmişti. Mahalle baskısını ölçmeye uygun olmadığını da mahalle baskısını kendi hayatında bir yılı aşkın bir zamandır yaşayan tesettürlü bir bayan-okur olarak ben söylüyorum.

Manevi yolculuğu çok önceleri başlamış bulunan, mesleğinin ve yaşamının insanlar tarafından büyük ölçüde onaylandığı belli bir aşamadaki ben, tamamıyla inanarak ve iman ederek sonradan (39 yaşında) tesettüre girdiğimde neler yaşadığımı mahalle baskısının varlığına delil olmak Ayşe Arman hanımefendi ile paylaşmak istiyorum.

Uzun yıllardır beni tanıyan, konuşan insanlar beni artık görmemeye başladılar. Mesleğimle veya fiziksel görünümümle ilgili geçmişe dayalı kişisel kabullenemezlikleri olanlar ise hem şaşırdı, hem de nedenini tam olarak anlayamadıklarını düşündüğüm garip bir neşeye kapıldılar. Bu arada örtünme sebebimi bulmaya çalışırken epey yoruldular. Ama bir tanesi de kalkıp da bana neden örtündüğümü sormadı. Sadece düşündüler, yorum yaptılar ve yorumlarını birbirleriyle paylaştılar. Tabii bu arada acımasızca eleştirildim.

Kendini din üzerinden tanımlayan bir partiden bir sevgilim olduğunu düşünenler oldu. Böyle bir partiye girdiğimi düşünenler oldu. Tarikata girdiğimi düşünenler oldu. Menfaat için böyle giyindiğimi düşünenler ve bunu göndermeler yoluyla bana bildirenler oldu. Bu arada akli dengemi yitirmiş olduğumu düşünenler de olmuştur.

Bana ölmüşüm gibi üzüntüyle bakanlar oldu. Biraz cesaretli ve çok laik olanlar neden türban taktığımı sordu. Onlara bunun türban olmadığını söylediğimde ısrarla “Hayır, bu türban” dediler. Bu şekilde hissedilir bir etiketleme eğilimi içinde oldular.

Ve başörtümle ilgili doğrudan bana birşeyler söyleyebilenlerin bunu başörtüsü olarak değil de, türban olarak tanımladıklarını üzülerek gördüm. Türbanın inandığım gerçek İslamiyetle hiçbir ilgisinin olmadığını bu insanlara o anda anlatamamamın üzüntüsünü sıkça yaşadım. Ancak bu yazı vesilesiyle de olsa bunu belirtebilmek mutluluk verici. Türk Dil Kurumunun iki ciltlik 1998 basımı Türkçe Sözlüğünde “Türban” kelimesinin karşılığında şu tanım yer alır: is.Fr. turban T. tülbent İnce kumaştan yapılmış, başı sıkıca kavrayan bir baş sargısı.

“Fr” ibareleri kelimenin etimolojik olarak Fransızca kökenli olduğunu bildirmektedir. Yani türban Fransız kadınlarının aksesuar olarak kullandığı bir baş sargısıdır. Benim başörtüm ise bana ilahi emirle örtünmemin benim için daha iyi olacağının söylendiği bir örtüdür. Türban takmak İslami bir gereklilik değilken, benim dinsel kaygılarla örttüğüm başörtüsü neden türban olarak tanımlanıyor? Daha adında bile uzlaşılamayan bir örtüyü, bir yılı aşkın bir zamandır Yüce Allah’ın mümin kadınlar için emrettiğine kalben, vicdanen ve aklen inanan bir müslüman olarak örtüyorum. Tabii giysilerimi de tesettüre uygun olmasına özen göstererek seçiyorum. Nüfus cüzdanımda dinim olduğu doğduğum anda yazılı olan dini yaşamaya karar verdiğim ve bunun için çaba sarfettiğim süreç sonucunda kendisini laik ve çağdaş olarak lanse eden yakın akrabalarımdan “Çakma Müslüman” eleştirileri bile aldım. Mahalle baskısı örneği olarak oldukça orijinal bir meteryal, öyle değil mi Ayşe Hanım?

Yine çok yakın ve ilişkilerimizin önceleri çok iyi olduğu ve hala kendilerini çok sevdiğim akrabalarımdan, düğünlerine davet etmeyenler oldu. Beni gördüğünde birbirlerini dürtükleyerek birşeyler söyleyenler oldu. İş hayatındaki bazı kimseler tarafından, dini öğeleri ağır basan insanlar üzerinden--ama asla doğrudan değil--çok acımasızca eleştiri bombardımanına maruz bırakıldım.

İki kamu kuruluşu ile bazı gerçek kişilerden sözleşmemi feshedenler oldu. Tüm bunlar toplumdaki önyargıları, kalıplaşmış dogmaları, ilerici görünen insanların gerçekte nerede olduklarını, din ve vicdan özgürlüğü ilkesinin bazılarınca hayata nasıl ve ne şekilde geçirildiğini ve en önemlisi beni gerçekten seven insanları öğrenmeme sebep oldu.

Bu bez parçasının gündelik yaşamda ne büyük bir düzenleyici ve bazı şeyleri olduğu gibi anlamamı sağlayan bir turnusol kağıdı olduğunu öğrenme fırsatı buldum. Tabii ki asıl amacım İlahi Emire uygun yaşamak ve kendimi inandığım din üzerinden tanımlamak ve beni herkesin önce Allah’ın kulu bir Müslüman olarak görmesi idi. Bu arada öğrendiklerim ise bana sunulan yan sonuçlardı.

Bana ben olduğum için değil de sahip olduğum ünvanın altında bir değer verenler etrafımdan ayıklanınca, geriye çok önemli zaman parçalarım kaldı. Zaman bir parça yavaşladı. Yaşadığımın daha çok farkına varmaya başladım. Daha çok sorgulamaya ve düşünmeye fırsat buldukça yüzeysellikten de o ölçüde uzaklaştım. Şimdi çok daha iyiyim. Bu kısa zamanda mahalle baskısını, aile baskısını oldukça yoğun yaşadığımı rahatlıkla söyleyebilirim. Ama iç huzurumu Allah’a çok şükür ki hiç kaybetmedim. Her şeyin Allah’tan olduğuna inanmışlığımla yaşadığım tüm olumsuzluklarda bir hayır olduğunu düşünüyorum. Ve tüm bunların beni biraz daha olgunlaştırdığını...

Ayşe Hanımın yaşamak istediğini söylediği bu deneyimi yaşamış, halen yaşıyor ve inşaallah ölüm anına dek de yaşayacak tesettürlü bir hanım olarak yazmaktan kendimi alamadım. Ne de olsa tesettürlü kadınlar adına bir cevap hakkı doğmuş bulunuyordu. Bu cevap hakkını müslime kardeşlerimin affına ve oluruna sığınarak kullanmaya talip ve aday oldum. Eksikliklerim veya hatalarım için beni affetsinler. Haklarını helal etsinler. Kim olduğumu açıklamak istemiyorum. Ancak hukuk tahsili yapmış 15 yıllık bir avukat olduğumu söyleyebilirim. Beşeri hukuku 20 yıl okumuş bir beşer olarak ilahi hukuku da öğrenme isteğini kalbime doğduran Allah’a sonsuz şükür ederken, sadece inandığı için örtünen tüm ruhlu tesettürlüler adına ‘kadın olarak fark edilmemek’ten hiçbir zaman yeise kapılınmadığını söyleyebilirim Ayşe Hanıma. Benim inancıma göre, amaç önce Müslüman olduğunu fark ettirmek. Tesettür, inancını yaşamaya çalışmanın bir göstergesi olarak ele alındığında tesettürlü bayanlara bu kadar haksızlık edilmez diye düşünüyorum. Kendini din üzerinden tanımlayan insanlar samimi bulunmuyor bir türlü nedense. Bunu ölçmenin henüz keşfedilmiş bir metodu olmamasına rağmen, birçok kişi inancını yaşamaya çalışan başkalarını samimiyetsizlikle suçlayabiliyor. Bir kalp okuyucuları varmış gibi.

Mahalle baskısının varlığını anlatmak için kişisel izlenimlerimi yazmak için yola çıkmış olan ben, iç dünyamı da paylaşıyor buluyorum kendimi. Ne de olsa etten kemikten ibaret değiliz. Ayşe Hanım da sadece fiziksel etmenlere dayalı da olsa hissettiklerini paylaşmış olduğundan, beni eleştirmeyeceğini tahmin ediyorum.

Ayşe Hanım fiziksel varlığı ile onu tanımayan insanlar arasında dolaşmış. Ben ise ruhsal varlığımla beni tanımayan insanların beyinlerinde dolaşmaya adayım. Ayşe Hanım gibi kimliğimi açıklamama hakkını kullanarak!

  24.08.2009

© 2021 karakalem.net, (ismi mahfuzdur)



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut