Mallorca’da bile başörtülüsün...

Zehra Sarı

SİZE BU yazıyı dört gündür bulunduğum Mallorca’dan yazıyorum. Allah’ın muhteşem yarattığı yerlerden bir tanesinden. En çok sevdiğim ağaç türü olan ve İstanbul’da çok fazla rastlayamadığım palmiyeleri, ve muazzam görüntüsüyle otelimizin balkonundan özellikle sabahlarımızı ve akşamımızı süsleyen deniziyle Mallorca’dan.

Mallorca (Mayorka), İspanya’nın Balear Adalarının en büyüğü. İspanya’nın güneyinde kalıyor. Burayla ilgili öğrendiğim birşey var ki beni ilk duyduğumda çok etkilemişti, ama burada kaldığım sürece çok daha fazla üzdü bu durum beni. O da; bu adanın üçyüz yılı aşkın bir süre Arapların hakimiyetinde olması. Şu an onlardan en ufak bir iz bile yok sayılır; mimarideki cılız mı cılız kalmış, gözle görülmeyecek etkisini ve harap olmuş hamamlarını saymazsak tabii. Sosyal yaşama ve kültüre kattığı şeyleri olup olmadığını da bu kadar kısa bir sürede fark edemem belki, ama her yıl çok çeşitli yerlerden turist kabul eden bir ada olduğundan, önceleri varsa bile bu etkinin şu an için devam ediyor olabilme olasılığı pek fazla yok zannedersem.

Arapların kaç asır egemenliğini sürdüğü bir ada olmakla birlikte Müslüman atalarımızdan neredeyse hiçbir iz kalmamış olan ve palmiyeleriyle, kumsalıyla ilk gördüğümde “Yeryüzünde bir yer bu kadar güzel ise, cenneti Rabbimiz kimbilir ne kadar güzel hazırlamıştır oranın sakinleri için” dediğim bu adanın, şu an üzerinde kimlere hizmet ettiğini görmek insanı çok üzüyor. Tefekkür erbabından birilerinin de buralardan istifade etmesinin duacısı yapıyor insanı. Zira dün gördüğüm bir sahneydi bana bu duayı yaptıran.

Sabahleyin 7:45’de kahvaltı ile uyanıyor oteldeki çoğu insan. Ve küçük büyük hepsi mayolarını giyip, deniz yataklarını alıp ayrılıyor otelden. Bu sahne yanıbaşımızdaki diğer otellerde de aynen gerçekleşiyor ve bu grup neredeyse akşama kadar su, içecek, yiyecek molası haricinde sahilde. Biz ise ancak eşimle güneşin batışından sonra sahile inebiliyoruz. Burada gözkapaklarınıza çok ihtiyaç hissediyorsunuz, özellikle de bu mübarek üç aylarda. Dün akşam yine kumsalda yürürken orta yaşlarında bir adamı o kadar huşu içinde denizi seyrederken gördüm ki... Bende adama dikkat kesildim bir an. Belli ki denizde kendisini sakinleştiren, denizi kendisine cazip kılan birşeyler var, bunun farkında, ama bunu tam olarak bilemiyor. Bilememesi şundan ki, muhteşem palmiyeler altında, muhteşem bir deniz manzarasına bakıyor, ama o muhteşem sakinleştirici su sesini duyamıyor. Kulağındaki mp3 buna engel oluyor, denizin dalgasıyla gelecek olan sükuneti, kulağındaki kulaklıktan gelen bizim de duyabileceğimiz kadar yüksek olan müziğin sesi boğuyor. Adam sükunet arıyor, aradığı yer doğru belki ama, hayır elindeki içki ve kulağındaki müzik buna engel oluyor. Gözlerini dinlendiren manzara, kulağıyla bütünleşemediğinden ruhuna değmiyor büyük olasılıkla…

Eğlence sektörüyle, barlarıyla, plajıyla, sahiliyle ün yapmış bir adada başörtünüzle bulunmak... Benim gibi başörtüsünden dolayı okulunu bırakmış arkadaşlarımın çoğunun ve ülkemizdeki çoğu başörtülünün bildiği bir sahnedir, bir ortama girdiğimizde tüm gözlerin birden üzerimize dikilmesi. Hele ki bu ortam sizin gibilerin çokça olmadığı bir ortamsa... Kendi ülkenizde bile okulunuza, ürettikleri ‘başörtüsü sorunundan’ sonra bir şekilde başörtünüzle girmeyi başardığınızda, herkesin kaş gözle sizi işaret ettiği ve sonra dekanında bu kaş gözlerin çevrildiği yere bakıp sizi çok da kibar olmayan bir dille dışarıya çıkarttığını yaşayan biri olarak, dünyanın her yerinden çokça turistin geldiği Akdeniz’in bu en güzel şehirlerinden Palma de Mallorca’da, tüm gözlerin size çevrilmiş olması…

Otele ilk girdiğim andan beri, “Burada en dikkat çeken şey sizin için ne?” diye sorsalar buradaki insanlara, eminim ki cevapları her gördüklerinde ilk defa görüyormuş gibi baktıkları ben olsam gerek… Anladım ki kendi ülkenizde ne kadar bu tarz bakılmalara, başörtünüzden dolayı bazı yerlere alınmamanıza artık alışmış olsanız da, tüm gözlerin size bakıyor olması yine de size hiç hoş gelmiyor. Bir de bu bakılmayı, tesettüre uygunsuzluğu bakımından düşündüğünüzde (kadın erkek herkes bakıyor çünkü), sizin örtündüğünüz için bakılıyor olmanız, etrafınızdaki diğer tüm insanların hemen hemen aynı kıyafetler içinde olduğundan dolayı--ya da daha doğrusu, kıyafet yoksunluklarından dolayı--bakılmıyor olması çok acınılacak bir durum.

Ama dikkatimi çeken, bizim ülkemizde bakan insanlarla, burada bakanlar arasında tam ifade edemediğim farklılıkların olması... Müslüman nüfusun çokça olduğu ülkemizde ‘uzaylıymışız’ gibi bakılmamızla, tam aksi bir yerde, bir sahil beldesinde “bu bayanın burada ne işi var” dercesine bakılmanız aynı şey değil. Her görenin yanındakine işaret ederek “baksana” dercesine beni göstermesi tavrıyla, okulumdan uzaklaştırıldığım o günkü tavır hiç aynı hissi uyandırmıyor bende. Evet, burada da bakılmalar beni çokça rahatsız ediyor ve sıkıyor, ama inanın kendi ülkemde yaşadığım kadar bana acı vermiyor ve vermedi.

Güzel olan şu ki; eşim, benim varlığımın onların kafasında bazı soru işaretlerine sebep olacağını düşünüyor, başka türlü yaşamların da olduğunu hatırlatacağını ve fıtratlarının onlarla tekrar konuşmasına ve onların bu sese kulak vermelerine tetikleyici olabileceğimi söylüyor. Hatta sahilde beni gören bir kadının üstündeki kısacık plaj kıyafetini çekiştirdiğini gördüğümüzde, bu hareketine rüzgarın mı yoksa benim üzerimdeki kıyafetimin mi sebep olduğunu konuşup gülümsüyoruz ve inşaallah ikincisidir de, bir soru işareti olur zihninde diyoruz.

Öyle ya da böyle, buradaki günler de geçiyor Allah’ın izniyle. Allah’ın arzının genişliği sizi bir kere daha şükrettiriyor. Mümkün olduğunca Kur’an okuyup üflüyorum odamıza, ortamın manevi havası değişsin diye. Hatta Pazar günü gittiğimiz buranın en büyük katedralinde, peder birşeyler dedikçe ben İhlas’ı ve Ayetel Kürsi’yi okuyup, Allah’ın birliğini tekrar edip durdum ve güzel olan şuydu ki, ayinden çıktığımızda, eşim de bana “bol bol İhlas okudum” dedi.

İnsanların özellikle kıyafetinizden dolayı size bakıyor olması, yemeğe indiğinizde tüm gözlerin sizde olması, Allah’ın yarattığı o muhteşem deniz ve kum bütünlüğünün yanına ancak akşamüstü inebiliyor olmanız ve buna benzer bir sürü şey, bir sürü size ilk başta kendinizi ‘farklı’ hissetmenize sebep olabilecek haller; burada bir insanın aklına “acaba?” sorusunu getirmenize vesile olabilecekse ne mutlu. Mübarek bir ayda buradaki tüm insanları, Allah kendisini tanımakla şereflendirsin. İlk başta da o deniz kıyısında denize bakmaya doyamayan adama; atedralde kendisinden geçerek ilahi söyleyen cemaate ve bu sabah kahvatıya inerken, beni ilk gördüğünde çok şaşırıp, artık alışıp, benim gibi kendisinin de buranın çayını içemediği için sallama çay almaya odasına çıkan ve elimdeki sallama çayı görüp bana tebessüm ederek selam veren o Alman gence ve eşine…

Evet, insan zamanla herşeye alışıyor. Oteldekilerde artık her sabah kahvaltıda ve sonrasında lobide bilgisayarı başında olan bana alışıyorlar ve zamanla birbirimize tebessüm ediyoruz. Şu durum var ki, otelden her gün birileri ayrılırken, her gün yeni birileri gelmeye devam ediyor; yeni bakışlarla her sabah güne merhaba derken, gece sahilde farklı yeni bakışlarla güne veda ediyorum. Eşimin burada sıkça kullandığı şu cümleyi zikretmek istiyorum: Allah Hafiz...

  26.07.2009

© 2021 karakalem.net, Zehra Sarı



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut