Filistin’de kardeşim var

Nuriye Çakmak

HOŞ GELDİN, hiç yitmediğin dünyama. Yeniden.

Eğer Filistin’in bereketi zeytin gözlerinle nazar etmezsen bana, bahtınız gibi gece gözlerinle. Ki biliyorsun, Hz. Meryem’in elinin değdiği zeytinler yok artık orada ve geceler kara değil akşamlar kadar, kan kızılı bomba yağmurunda. Utancımı ve acımı biraz olsun saklayabilirim, iki kelam edelim, gözlerini benden sakla.

Hoş geldin, izin ver soğumuş ellerini ayaklarını ısıtsın ellerim, biraz dinlen, dışarıdan gelen sesleri ben dinlerim, korkma, yemin olsun bedenimi siper ederim. Işığı kesilmiş gecelerde, yanan evlerin tüterken isi ve hiç kurumayan kan izi. Lanet olası silahlarıyla korkusuzca ölüm kusarlarken sokak sokak, sığınacak anneni yitirmiş, belki hiç baba bellememiş, belki korkunu gizlemek sana sığınan kardeşlerinden, görev biçilmiştir kaderine. Bu gecelik izin ver, ruhumu yorgan gibi üzerine sereyim, boğazımda dizilen lokmalar lezzet kapıcısı ağzıma değmesin bugün, sana hiç gelmeyen baharlar gibi sofralar dizeyim. Işığın, Allah’ın zaferi bize, kahrı ve laneti zalimlere olsun diye dilimde demlenen dualarım olsun. Sineme yasla yorgun başını, ninnilerini okusun acınla ağlayan kalbim. Kalbimle aynı renk gözlerime bakma, yosun yeşili artık tüm renkler. Sen yeşili bilmezsin, Filistin’deki tüm ağaçları kestiler.

Yorgunsun. Hep cevapsız sorular soruyorsun. Anlayamıyorsun. Kızgınsın. Haklısın.

Özgürlük kadar haksın. Sabrın kadar güzel, imanın kadar yüce, şehitlik kadar duru ve acı kadar renksizsin.

Solgunsun.

Neden diyorsun, nasıl, nereye kadar? Anlayamazsın, tarihin dili olsa en büyük lâneti o okurdu onlara, biliyorsun. Gerçekler dile gelse, ilk onlara vururdu sözlerini. Senin ülkene sığındılar, azdılar, azgındılar. Yerleştiler, yer bildiler. Sen baktın. Müslümandın, zulüm etmezdin. Bekledin. Anlamsız bir sürü şey oluyordu, elbet bir ses çıkar diyordun. Bir manga askerle yüzyıllarca bir damla kan akıtmadan selamet şehrinde, sana kol kanat geren ecdadım kan ağlıyordu, yitiyordu, geri kalanı seyrediyordu. Küfür ehli bir millet oldu, karşına durdu, yurduna kondu. Senin hiç mi komşun yoktu, başın sıkışınca kapını çalacağın? İnsanlar hafızalarını mı yutmuştu?

İnsanlık süresiz izne ayrılmıştı, akıl arka kapıdan kaçmıştı. Onlarla birlikte zulüm girdi, kan girdi, soykırım girdi, lanet indi.

Filistin’in taşı toprağı bizimdi. Tek destekçindi. Sen Selahattin’den aldığın cesaretle demir yığınlarına durdun, bir tek taşın vardı silah olarak, vurdun.

Onlar senin yurdunu işgal etmişti, evini almış, yuvanı yıkmışlardı; ama sen susmalıydın. Daha fazla daha fazla diye kol geziyorlardı, sen teslim olmalıydın. Babanı götürecekler, abini gözünün önünde şehit edecekler, kardeşin kaybolacak, annen kan kusacak, sen seyredecektin. Gözünü kaldırsan yan baktın diye üşüşeceklerdi. Taş atsan, kendini savunma hakkını tonlarca mermiyle ödeyeceklerdi. Ve ödediler. Bu nasıl hesaptı. Hâlâ devam eden.

Öyle muhteşemdin ki, herkes izledi! Soba borusundan füze yapıyordun, sapan ve taşla silah, tenekeden bomba. Hıı, pis çocuk diyordu sana dünya. Uslu dur. Bırak biraz daha sürsünler sizi yurdunuzdan, bırak biraz daha ceset çiğnesinler, ses yapma sus, taş taş üstünde kaldıysa hemen görevlerini yerine getirsinler. Suyunu kessinler, ışığını, okula giderken kız kardeşini götürsünler, doktorunu öldürsünler, ambulansları bombalasınlar ki, ıskaladıklarını temize çeksinler.

Niye izlemiyorsun. Niye uslu durmuyorsun. Hem aylar, yıllar öncesinden yapılan planlar için senin atacağın iki parça bombayı mı bekleyecekler sanıyorsun. Kim atıyor onları, aslında sen de bilmiyorsun. Sana neden birlik olmuyorsunuz, neden örgütler birbirini yiyor diyorlar, sen onu da bilmiyorsun. Bu topraklarda ne çok hesap dönüyor.

Sen çevirmiyorsun. Diyorum ya yaralı ceylanım, sen hep cevapsız sorular soruyorsun.

Vicdanlarıyla vur kaç yapıyorlar sana, sorular soruyorlar cevapları dinlemeden kaçmak için. Bu gece rahat uyumak için seni suçluyorlar. Ceplerini şişirmek için, keyiflerine bir leke gibi düşme diye seni dışlıyorlar. Biliyorsun. Dön sırtını onlara sen de. Hesabı onlar düşünsün.

Başından bomba yağarken açık hapishane kadar bile lüksü olmayan kapanında, dünya sana açacak kapı bulamıyor ya, gökler açıyor sana kollarını, şehitçe süzülüyorsun bir gece yarısı. Yasını ruhuma paslıyorsun.

Bu gece gitme n’olur, bir gece gitme. O cevapsız sorular bende de yığın. Acılar kadar. Çak gözlerini yak ateşi, yitsin hepsi. Sen kal. Bana miraca yükselen efendiler efendisinin hatırasını nasıl tuttuğunuzu anlat, onu bu kadar çok sevdiğinizden mi üstünüze sel gibi akar belalar? Gözlerime haram ettiğim haberlerine dayanamazken ben, nasıl dayandığını anlat bana. En ufak imtihanda kayan imanlarımıza bir bak da, zulmün en karasını, acının her türlüsünü, ahın dinmeyenini sinende taşırken, nasıl “Allah” dediğini anlat, hiç inmeyen şehadet parmağını bir kılıç gibi parlat gökyüzünde. Vur bana.

Kanayan yarana merhem olamıyorum, ağrına ilaç, sen kıvranırken ben uzanamıyorum. Karanlık gecede ışığın, karakışta sıcağın olamıyorum. Sözlerimi yuttum, yosun tuttum, sessiz ağlıyorum, Meryem gibi. Meydanlarda haykırıyorum sözlerimi, senin için, dünya sağır biliyorum. Dualarımda haykırıyorum, sesim yok, sen beni duyuyor musun?

Uzat ellerini, bir kez tutayım, gitmeden önce bir kez bak bana, ruhumun merdivenlerinden çık miracına, kefen diye duamı sar ve ben seni unutmuyorum, beni unutma…

Kardeşim... Kardeşim… Kardeşim...


Not: Bu yazı öncelikli olarak Kur’ânî Hayat dergisi için yazılmış ve ilk olarak orada yayınlanmıştır.

  30.08.2009

© 2021 karakalem.net, Nuriye Çakmak



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut