Arşiv

Üç Soru

TOLSTOY’UN BİR ÖYKÜSÜNDE, kralın biri hayatta en önemli üç şeyin ne olduğunu soruşturmak ister. Elbette, memleketin dört bir yanından yüce kişiler, mühim adamlar celbedilir. Kâhinler, büyücüler, medyumlar, ilim adamları, bilge kişiler, yüksek meclisler, askerî şuralar vesaire yazık ki kralın aradığını bulmaya yetmez. Oysa kralın sorduğu üç soru basit gibi görünmektedir. Hayatta görüşülecek en önemli kişi kimdir? Hayatta yapılacak en mühim iş nedir? Bu işi yapmanın ve önemli adamla görüşmenin en uygun vakti hangisidir?

Sonunda, kral aradığını bir ağaç kovuğunda yaşayan hırpanî, pîr-i fânî bir adamın umarsız dudakları arasında bulur. Uzunca süren bir ders ve sınamadan sonra, üç sorunun cevabı gelir: Hayattaki en önemli kişi, şimdi kiminle görüşüyorsanız odur. Çünkü hayatın en önemli işi şu an yaptığınız iş neyse odur. Çünkü hayatınızın en önemli kişisi ile görüşmek ve hayatınızın en iyi işini yapmak için en uygun, en değerli ve hatta tek vakit, bulunduğunuz andır.

Zannediyorum, bu cevapları alan kral tahtına daha sıkı kurulmuş; bundan böyle hükümdarlığının hakkını vermeye çalışmıştır. Tahtımız tacımız olmasa da, hayatın zirvesine oturmakta, her günü ve her gündoğumunu başımıza geçirilen bir tac olarak görmekte kraldan geri kalamayız. Yirmibirinci Söz’ün üç sabır ve üç zamandan bahseden ‘üçüncü ikaz’ı tam da bu hayat saltanatının anahtarını verir: "kıl isen, ibadet cihetinde yalnız bugünü düşün."

Risale-i Nur’un hayatın en önemli vaktine yaptığı teyidler bununla kalmaz; ‘bugün’den daha berilere gelir, hayatı bulunduğumuz ân-ı seyyâleye indirgeyip kristalleştirir. Ne var ki, hepimizin düştüğü tuzak pek de uzaklarda sayılmaz. Geçmişin derin ve uzun hatıraları ve geleceğin hiç bitmeyecekmiş gibi uzanıp giden hayalleri, bizi bugünden ve bulunduğumuz ândan kaçırır. Elimizden akıp giden ânın keskin, sivri ucu sanki bir yerlerimizi yırtıyormuş gibi, habire geçmişe ve geleceğe kaçmanın bir yolunu arar dururuz. Önemli işler, mühim adamlar ya geçmişte bir nostaljiye dönüşüp küflenmiştir ya da gelecekte bir güne, ilerilere sakladığımız bir ideal olarak uçuşup durur.

Ünlü düşünür Pascal’ın sancılı ve derinden gelen samimi düşünceleri arasında, bu halimiz ‘hayattan kaçış’ adını alır. Pascal, "Aklımızı bir türlü şimdiki zamanda odaklaştıramıyoruz’ diye başlar ve şöyle devam eder:

"Zamanın akışını yavaşlatmak ister gibi sürekli geçmişi hatırlamaya çalışıyoruz. Ve sanki zamanın akışını hızlandırabilecekmişiz gibi, gözümüzü dikmiş, geleceğe bakıyoruz. Bize verilmeyen zamanlarda dolanıp duruyoruz habire ve bize verilen tek zamanı, şimdiyi, hiç düşünmüyoruz. Geçmiş ve geleceğin hayallerine kapılarak, şimdiki zamandan kaçıyoruz. Neden? Çünkü, şimdiki zaman bizim için çok sancılıdır. Şimdi’yi gözümüzün önünden uzak tutarız, çünkü bizi rahatsız ederóancak gerçek anlamda lezzetler içinde olduğumuzda zamanın akıp gitmesine üzülüyoruz. Geleceğe dair neşeli umutlar besleyerek, hiç kullanma imkânımız olmayan ve erişip erişmeyeceğimiz de şüpheli bir dönemde yapacaklarımızı planlayarak, şimdiki sancılarımızı azaltmaya çalışıyoruz... Geçmiş ve şimdiki zaman elimizde birer oyalanma vesilesi, gelecek ise tek başına sonumuzdur. İşte bu yüzden, hiçbir zaman gerçek anlamda yaşamayız, fakat yaşamayı umut ederiz. Hiçbir zaman da gerçek anlamda mutlu olmayız, fakat sürekli nasıl mutlu olacağımızı planlarız.

Hayat, ne geleceğe ertelenecek sıradan bir eskiz, ne de geçmişte sıkışmış silik bir hatıradır. Hayat, şimdi boynumuza sarılmış bir kitaptır, biteviye yazılır, müsveddesiz yazılır ve tashihe zaman yoktur. Çünkü şimdi yaptığımız herşey sahihtir. Bugün hayattır, bugün ölümdür, bugün haşir günüdür, bugün sırattan geçme günüdür, bugün cennet ya da cehennemdir. Hayat bugündür.

  27.12.2003

© 2021 karakalem.net, Senai Demirci

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut