Kıymetlilerinizi iyi seçin

Mona İslam

İNSAN HAYATI ne kadar kısa. Bu kısa hayata ne kadar çok eylem sığdırılmış. Önemli önemsiz, ayrıntı asıl, gerekli gereksiz, ihtiyaç veya eğlence türlü türlü iş ve oluş bu daracık yirmidört saatte yapılacak. Yaşamak zor zanaat.

Sufiler hayatın şu an olduğunu söylerler. Geçmişle ve gelecekle ilgilenmez, iki madum, iki mezaristan arasında şu an tabutunda ne yapılabilir, ona bakarlar. Üstadımızın da maddi ve akli cihette tefekkürü böyledir nitekim. Fakat o bir muhakkik olarak bir basamak yukarı çıkar ve hayatı gözlerimizin önünde bast ediverir. Ruhun ve kalbin derece-i hayatında, geçmiş de gelecek de ezelen ve ebeden diridir, zira Allah Hayy’dır. Ayinesi de hayat sahibidir.

Fakat sürekli olarak ruhun ve kalbin derece-i hayatında yaşayamayan, maddi ve dünyevi işlerle iştigal eden bizler için sufilerin “an” söylemi, “ibnü’l-vakt” anlatımı çok değerlidir. İnsanı sadece şu anı varsa ne yapmak isteyeceği noktasında önemliyi önemsizden ayırmaya sevk eder. Elbette iman şartı ile bu böyledir. Zira önemli önemsiz ayrımı nefse bırakılıp iman ile Allah’a intisap terkedilir ise, insanın “an” merkezli yaşaması onu muhakkak bir “hedonist” yapar.

İnsan için her şey imtihandır. Hiçbir yol ve metod tamamen selamet değildir. Şayet geçmiş ve gelecek hayattar tasavvur edilse, ki elhak öyledir, hiçbiri madum değildir, hıfzedilir. Ama bu kez nefis sonsuz bir ömrü cenneti bu dünyada yaşayacakmış gibi, ölüm yokmuş gibi gafletle ömür sermayesini çar-çur edebilir.

Öte yandan geçmiş ve geleceğin var olduğunu bilmek insana atalarından gelen nurani silsileden manen, tarihinden gelen olay ve hadiselerden ibreten ve ilmen istifadesini sağlar. İnsan bir ağaçtır ve geçmiş onun kökleridir. Gelecek tasavvuru ise insanın planları, projeleri, himmeti, sa’yi için gereklidir. Halifelik görevi ifa edilecekse, geçmiş ve gelecek tasavvuru asla yitirilmemeli; Rabbimizin tüm zamanlarda Hayat Sahibi olan ism-i Hayy’ının bir tecellisi bir cilvesi ile tüm zamanlarımız hayattar bilinmelidir.

Ama diğer taraftan Üstadımızın nefis vecizesinde olduğu gibi, “Bu dünya dar-ı hizmettir. lezzet ücret ve mükafat yeri değildir. (...) Ahretin meyveleri bu dünyada yenilmez, istemeden verilse şükredilir, ama istenilmez” öğüdüne kulak verip fena ve beka buluşturulmalıdır. İnsan kendine bakan cihette fani, Hayy-ı Baki’ye bakan cihette hayattar ve bakidir. Bu yüzden biz Efendimizin dediği gibi deriz, zira o cevamiü’l-kelimdir, kimse ondan daha güzel bir söz söylememiştir, söyleyemez. “Mü’minler ölmezler, sadece dünya değiştirirler.” Sadaka Rasulullah.

Bütün bunlar teoride kolay, ama pratikte zor şeyler. Gün içerisinde kıldığımız beş vakit namazın hayat veren çağrısı olmasa dünya işleri bir denizin fırtınada gemiye hücumu gibi bizi istila edecek. Oysa gemi ancak suyun üstünde yüzerse yol alabilir, insan da gemi gibi içine su almaya, dünya doldurmaya başladığında batmaya yaklaşmış demektir.

Tüm bunları izlediğim bir filmin üzerimde bıraktığı etki ile yazıyorum. Filmin adı “Seven Pounds.” Başrolünde son yıllarda en hayranlıkla takip ettiğim oyunculardan biri olan Will Smith var. Hikayede çok başarılı bir işadamı görüyoruz, evde kız arkadaşı onu bekliyor, mumlar yanıyor. Adam eve tekrar tekrar geç geliyor. İşleri çok yoğun, telefonu hiç susmuyor. Kadın ne kadar surat assa, ne kadar mızıldansa, adam birkaç gülücük ve şakayla gönlünü alıyor, ama her şey aynı tas aynı hamam sürüyor. Öyle ya, kadını kandırmak kolay, nasılsa adamı seviyor.

Adam kendini hiç suçlu hissetmiyor; öyle ya, sevdiği kadını aldatmıyor ki, ondan daha değerli bir şeyde yok hayatında, zaten kadına evlenme teklif edişinden bunu görüyoruz. Arabada gidiyorlar, kadın tek taş yüzüğüne bakıyor, mutlu, gözlerinin içi gülüyor, adam çalışma saatlerinin yoğunluğuna tek taşı sebep gösterir gibi haklılığına bir kere daha iman ediyor. Telefon çalıyor. Kadın adama “Allahaşkına bakma şu telefona artık bizim için bu kadar özel bir zamanda işle ilgilenme” diyor. Ama adam bir dakika diyor, telefonu eline alıyor ve “Booom.” Adamın hayatı kayıyor. Yo yo, ölmüyor, ama sevgilisi paramparça oluyor, beraberinde bir minibüs takla atıyor ve 7 kişi de sevgilisi gibi ahirete göçüyor. Adamın yaptığı hatayı tamir çabasını görmek için filmi izleseniz iyi olur.

Ne kadar bildik bir hikaye, değil mi? Filmi bütün erkeklere izletmek lazım diye hissediyorum. Evet özellikle erkeklerden söz ediyorum, zira aile konusunda kadınlar fıtraten avantajlılar, Batıda belki mevcut olsa da bizde ailesini işine kurban eden kadına pek rastlamıyoruz. Olur ya belki beyler bu filmi izlerlerse, hiçbir şekilde harama el uzatmıyoruz, çalışıyoruz, yoruluyoruz, bizden daha ne istiyorsunuz dediklerinde onlara bir şey söylemenize hacet kalmaz. Belki onlara hayatın kısalığından, anın öneminden, önemli ve önemsiz işleri sıralamaktan, aileyle geçirilen zamanı çar-çur etmemekten, her hak sahibine hakkını tastamam vermekten söz edersiniz. Ama emin olun, bu film kadar işe yaramaz. Belki insanın Rabbine kulluk için yaptığı ibadet ü taat dışında hiçbir işin aileden daha önemli olmadığını hatırlatırsınız. Yine de ters tepki yapabilir. Zira erkekler kadınlardan öğüt almayı hiç sevmiyorlar. Onlar her zaman her şeyi zaten biliyorlar. Öğüt ayn-ı hakikat dahi olsa.

Halbuki ayet-i kerime diyor ki, “Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velisidirler.”

Burada ne sadece erkekler kadınların velisidir diyor, ne de sadece kadınların korunmaya, nasihate, rehberliğe ihtiyacı vardır diyor. Üstüne üstlük elbette ayetin hükmü en birinci dairede aile için geçerli olsa da, ayette karı koca şerhi de yok, erkekler ve kadınlar diyor, demek hepimiz nasihate muhtacız, demek hepimiz bir diğerinin avantajlı olduğu yerde ondan yardım almalıyız.

Hele bir sineği kendine üstad edinen bir zatın talebeleri kadınlardan, çocuklardan ibret ve öğüt almaya hiç gocunmamalılar, değil mi?

  03.07.2009

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut