Ey talib-i hakikat! Sözüm sana!

“HER TANIMLAMA bir sınırlamadır” der bir sehl-i mümteni.

Bir kavram eğer zihnimizde sürekli olarak tek, sabit ve yekta bir anlam kalıbına tekabül ediyorsa, muhtemelen onu yanlış anladığımızı düşünürüm. Kolay anlaşılan bahislerden korkarım. Çünkü hakikat çok vecihlidir. Kur’ân-ı Hakîm bunun için salihatı müphem bırakmıştır.

Bu sebepten dolayı ki, tanımlamalarla aram oldum olası pek iyi olmadı. Tanımlamanın sabitleme olduğuna inanırım. Kısıtlayıcıdır tanımlamalar; bir kişinin veya grubun doğrularını cemaatlere veya toplumlara teşmil hakikatler suretine çevirir, her meşrep sahibini aynı kalıp, aynı beden elbise giymeye, her bünyeyi aynı şuruptan beslenmeye zorlar. Oysaki ‘meşreb’in anlamı ‘tanımlama’ları tanımsız bırakacak bir enginlik ve zenginlik içerir.

Hakikat tanımlanıp önce anlamsal, en sonunda da manzum bir kalıp haline dönüşünce, o kalıbın içinde kendi dünyalarından renkler bulamayan talib-i hakikatleri de küstürür bir süre sonra; ezbercilerin elinde payimal olmaya başlar. Ortalıkta kalıp kalıp, şablon şablon kavramlar dolaşmaya başlar.

Her tanımlama ciddi bir niyet içerir ve talib-i hakikat, özellikle sen unutma ki, “niyet fıtrî ahvali bozar.” Fıtrî ahvalden uzaklaşan her eylem ve oluş fıtratın tarif ettiği maruf bilgisinden de uzaklaşır. Zira maruf her fıtratın kendi enfüsî dünyasında tarif ettiği/edebildiği hakikatlerdir. Maruf tarif edile(bile)ndir.

Kendi dünyasından kendi fıtratından, kendi dünyasında yaşadığı hakikat arayışlarının sancılarından izler taşımayan bir maruf bilgisi olabilir mi?

Elbette hayır. Bu olsa olsa ‘tanımlanmış’ ve de dolayısıyla ‘sınırlanmış’ sancısı çekilmemiş, sindirilmemiş, sıfır maliyetle bulunmuş, ne akıl dikkatinden ne kalb şefkatinden nasiplenmiş bir malumatlar yığınıdır.

Ey talib-i hakikat, sözüm sana! Tanımlamalardan kurtar dünyanı, kendi ‘maruf’unun peşinde koş. Okyanusu testiye sığdırmaya çalışma. Tanımlamalarınla amellerin arasını ayır, hatta kopar onları. Unutma, kendi dünyanın yollarından gitmediğin hakikatler senin hakikatin değildir, sancısını çekmediğin, enfüsî tefekküründe tafsil gayretinde bulunmadığın bilgiler seni ilim sahibi yapmaz. Başkalarının malumat odunlarını gönüllü taşıma. Başkalarının tanımlamalarının üzerine fikir kaleleri inşa etmek gibi boş heveslere kapılma.

Dünyaya sahip olmaya değil, şahit olmaya geldiğini unutma. Şahit olmadığın, kendi kalbinin elleriyle dokunmadığın hakikatleri taşıma dünyana. Dünyana taşıdığın her hakikatinin bir kelime-i şehadeti olsun. Şahitlik et o hakikate, kendi aleminin renkleriyle muhatap ol. O hakikatte kendi bürhanını gör, hakikatlerini bürhansız davalara değiştirme. Davanın değil, dava içindeki bürhanın taliplisi ol. Her gün bir başkasında ders okuyacağına bir gün ‘kendin’de ders oku.

Kimseyi hatasız zannetme. Hüsnüzannını israf etme, iktisadlı kullan, iktisattaki ihlası kaybetme. “İhsan-ı ilâhîden fazla ihsan, ihsan değildir. Herşeyi olduğu gibi tavsif etmek gerektir” dersini unutma. “Üstadını hatasız zannetmek hatadır” diyen bir talib-i hakikati dinle.

Unutma, herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder, ve sen kabirde ‘kendi’ Rabbinden, kendi âlemine taşıdığın ‘Rabb telakkinden,’ kendi ‘kelime-i şehadet’lerinden hesaba çekileceksin.

Ve son sözüm, sen sen ol, ipe sapa gelme.

İpe sapa gelirsen, bu ‘tanımlamalar’ diyarının ‘kalıplar’ ve ‘şablonlar’ meydanında boynuna ip takan çok insan bulunur.

‘Kendi’ne iyi bak!

  16.06.2009

© 2021 karakalem.net, Metin Ergöktaş



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut