Asırlık sürgün

Nuriye Çakmak

UNUTMADIĞIMIZI GÖSTERMEK ve unutmayışlara vesile olmak için, diye başlayan bir mesaj hazırlamıştım sürgünün yıldönümünde birkaç yıl önce. Belki denize gömülen hepimizin atalarıydı ama, biz denize karanfil atmanın yeterli bir anış olmadığını düşünüyorduk. Sürgün şehitlerine ölümsüz hediyeler sunmak için çok alışkın olunmayan şekilde ”sürgün şehitlerine hatim kampanyası” düzenliyorduk.

Hangi sürgünden mi bahsediyorum? Kalanını o zaman hazırladığım mesajdan okuyalım:

Asırlık sürgüne şahit ol..

Tarih: 21 Mayıs 1864

Kara bulutlar yeryüzünde... Kara gölgeler beyaz ırkın(*) yüzünde. Birazdan dünya tarihiyle yaşıt acılar tarihine kocaman bir ağıt daha düşecek... Birazdan Ruslar bitmek bilmez zalimliklerine bir yensini daha ekleyecek... Yüzyıllarca unutulmayacak bir sürgünün ayak sesleri başlıyor.

Tarih 21 Mayıs...

143 yıl önce bugün, halkımızın yıllarca verdiği mücadelesini, savaşı kaybedip sürgün edildiği gündür. Ruslaştırılmayı, asimile olmayı kabul etmeyen Müslüman halkın ölüme yürütüldüğü gündür. Bedenleri, düşünceleri ve özgür ruhları esaret altına alınamayan insanların, sürgünle yüreklerine vurulan pranganın hikayesidir...

21 Mayıs, bir avuç toprağı dahi bulamadan kendilerine Karadeniz’in engin sularını mezarlık edinen bir halkın dramıdır.

İnsanlık tarihinin en acı olaylarından biri olan bu sürgün için kaynaklar şöyle diyor:

Rusların Kafkasya'ya yerleşme politikasının sonucu olarak; sadece 1864'te 1 milyon 500 bin Kafkasyalı yurdundan olmuş, binlercesi sürgün yolculuğunda açlık ve kötü koşullara yenik düşerek can vermiş, binlercesi Karadeniz'in dalgalarına dayanamayan gemilerin batmasıyla engin sularda boğulmuş, yüzlercesi kalıcı hastalığa yakalanmış, binlercesi getirildikleri yerlerde köle gibi satılmıştır. Sürülenlerin toprakları, evleri ve sahip olduğu diğer tüm malvarlıkları Kafkasya'ya ikame ettirilen Rus ve Kazaklara verilmiştir. Çarın Kafkasya'ya temsilcisi Grandük Mişel'in 1864 Ağustosu'nda Batı Kafkasyalılara gönderdiği şu ferman sürgünün yani hicretin nedeni olarak yeterlidir:

‘Bir ay zarfında Kafkasya terk edilmediği takdirde, bütün nüfus savaş esiri olarak Rusya'nın muhtelif mıntıkalarına sürülecektir.’

Limanlardan Rus, Osmanlı ve İngiliz gemilerine balık gibi istif edilerek, Osmanlı topraklarına dökülen insanların yüzde 30'u henüz sürgün yolculuğu tamamlanmadan vefat etmiştir. İnsan yüklü gemilerin boşaltıldığı yerlerden biri olan Trabzon'daki Rus Konsolosu, Mayıs 1864'te şunları söylemiştir;

“30 bin kişi açlık ve hastalıktan kırıldı. Gemilerde hastalık alameti gösteren olursa derhal denize atılırdı...”(1)

Sürgün sürecinde Trabzon'daki Rus Konsolosu sürgün kararını yürüten General Katraçef'in tanıklığı ise şöyledir:

"Türkiye'ye gitmek üzere Batum'a 70.000 Çerkes geldi. Bunlardan vasati olarak günde 7 kişi ölüyor. Trabzon'a çıkarılan 24.700 kişiden şimdiye kadar 19.000 kişi ölmüştür. Şimdi orada bulunan 63.900 kişiden her gün 180-250 kişi ölmektedir. Samsun civarındaki 110.000 kişi arasında her gün vasati 200 kişi can veriyor. Trabzon, Varna ve İstanbul'a götürülen 4650 kişiden de günde 40-60 kişinin öldüğünü haber aldım."(2)

Hem Kafkasya hem de Osmanlı kıyılarında ölen insanların gömüldüğü çok sayıda toplu mezarın olduğu kayıtlarda yerini almıştır. Mevcut Rus, Osmanlı ve Avrupa kayıtlarına göre, 1862-1870 yılları arasında sürgüne gönderilenler 1,2 ile 2 milyon civarındadır. Yaklaşık olarak 500 bin Kafkasyalının yolculuk sırasında veya vardıkları Osmanlı limanlarında öldüğü bilinmektedir. (4)

Yurtlarından edilen Kafkas halkları Türkiye, Suriye, Ürdün, İsrail, Mısır, Irak, Lübnan, Kuveyt, Libya, Yunanistan, Makedonya, Kosova gibi dünyanın 40 değişik ülkesinde yaşamaya mecbur bırakılmıştır. Sadece Türkiye’deki yerleşime bakılırsa ne kadar dağınık durumda tutuldukları anlaşılabilmektedir.

Resmi kayıtlar buraya kadardı.

Ancak bu kayıtlar acıyı ölçmeye yetmiyor, vatan hasretini, yiten hayatların ahını... Vatanlarına böylesi bağlı bir millete en büyük zulüm onları kaf dağına hasret bırakmaktı. Köylerinin kokusuna hasret yaşlılar hala hüzün bulutları gibi. Yaşlarından yaptıkları denizler, ulaştı memleketlerine...

Yıldızlar şahitti bir tabuttan, bir toprak parçasından mahrum denize gömülenlerin, bilerek ayrı gemilere bölünerek ailesi parçalananların ve gurbette vatan hasretiyle kalanların yasına.

Ay şahitti olanlara ve yıldızlarla haber gönderdiler birbirlerine yıllarca... Her gece, temize çekmekti acıları, her yeni ayın gökte belirmeye başlaması... Hiç unutulmayacak bir hikayeydi içimize işleyen. Kaderimize düşen...

Biz, bu zulmün henüz doğmamış tanıklarıydık, hepimizin kaderi olan bu acı, bu sürgün için bir anış olmak istedik... Hiç unutmadığımızı ve unutmayacağımızı göstermek ve bir vefa borcu ödemek, ruhlarına.

Tarih 21 Mayıs

Ruhumuzu yoldaş yapıp atalarımızın ruhuna, ölmez çiçekler, nurlar gönderiyoruz onlara. Bu acının kahramanlarına dağıtabildiğimiz kadar hatim ve Yasin-i Şerif ile sevgimizi iletmek istiyoruz. Çünkü bizler için 21 Mayıs, sürgünün neticesinde kurban olan insanlarımızı anmakla beraber, halkımızın öz değerlerine sahip çıktığının, tarihinden ders aldığının göstergesidir.”

Bu mesajı yeniden alıntılamamın sebebi sadece büyük Çerkez sürgünün yıldönümü olması değil. Ve benim Çerkez asıllı olmam da değil. Biliyorum ki, milliyet İslamiyet milletidir, ümmetsel birliktir birlik. Geriye kalanın fazlası kavimciliktir, dinimizde olmayan haliyle. Ama biz bölük bölük yaratıldık, ehadiyet tecellisiyle farklı farklı. İçimizde bir yerde atalarımızla, vatanımızla bir bağımız var ve bunun insani veçhesine sınırları aşmadan dokunuveriyorum, ne zaman ansam gözlerimi yaşartan bu acı günleri ve bunları yaşayan atalarımı unutmayı, kendime üstünlük addetmiyorum.

Ben de soruyorum elbet, neden anayurtlarından çıkarıldı atalarım, neden bir babaevim yok benim, bahçesinde büyüdüğüm, koştuğum bir köyüm, neden koparıldılar topraklarından dedelerim, neden hepsi bir savaşta yitti, kendilerinden geriye sadece yetimler kalan dedelerim? Neden soyadım zorla değiştirildi benim, neden anadilim yok? İnsan olmanın en doğal yönleri değil mi bunlar, bu zulüm unutulası, bu mahrumiyet iç acıtmayası mı?

Sürgünün yıl dönümünde Taksim anıtına çelenk bırakmaya davet edildim, ama ben yıllar önce en içten duygularımla ve içim sızlaya sızlaya yazdığım bu yazıyı okuyup, tüm bu sayı olarak geçen insanlar için bir Yasin-i Şerif okumayı tercih ettim. Bence en iyi anış tarihin en büyük sürgünlerinden biri olduğu halde hiç tartışılmayan bu sessiz sürgünü tanıtmak, anlatmaktır. Sonra bu sürgünün şahitlerinin hayatta kalan tek şeyleri olan ruhlarıyla bağlantı kurmaktır. İşte bu ikisini yapmıştım o gün, hala aynı yoldayım.

Yıllar geçti, ama hala aynı üzülüyorum, aynı düşünüyorum ve ne zaman içime hüzün bulutları dolsa hep bu üç ayeti sürüyorum yarama;

İbrahim 42– Sen, o zalimlerin işlediklerinden, sakın Rabbinin habersiz olduğunu zannetme! O, sadece onları, dehşetinden gözlerinin donup kalacağı bir güne ertelemektedir.

Al-i İmran- 95: Benim rızam için hicret edenlerin, vatanlarından sürülenlerin, benim yolumda işkenceye, zarara uğrayanların, benim yolumda savaşanların ve öldürülenlerin, elbette kusurlarını örtecek ve elbette onları Allah tarafından mükâfat olarak içinden ırmaklar akan cennetlere yerleştireceğim. En güzel ödüller Allah’ın yanındadır.

Nahl-110: Bundan sonra şunu bil ki: Şüphesiz ki senin Rabbin, mihnet ve işkenceye, zulme ve baskıya uğradıktan sonra mücahede edip sabreden, ardından da hicret edenlerle beraberdir. Evet Rabbin, onların bütün bu güzel hareketlerine karşılık elbette onları bağışlayıp ihsanda bulunacaktır. Çünkü O gafurdur, rahîmdir.


(*)Çerkes kelimesinin anlamlarından biridir.

Not: Bilgiler Kafkas Vakfı arşiv yayınlarından alınmıştır.

  23.05.2009

© 2021 karakalem.net, Nuriye Çakmak



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut