“Çok mutluyum çook...”

Mona İslam

EN SON geçen yıl gitmiştik lale bahçesine, aradan bir yıl geçmiş, ne garip sanki daha dün Beyaz Köşk’ün bahçesinden aşağıya inip havuz başına sevdiğim bir dosta mesaj atmıştım: “keşke sen de burada olsaydın.” Bir yıl geçmiş, bir yıl daha yaşlanmışız, ömürden bir yıl daha bitmiş. Bir yılda ne çok şey yaşandı, ne çok kitap okundu, ne çok yeni insanla tanışıldı, ne çok başarıya, başarısızlığa, hastalığa, hüzne, neş’eye giriftar olundu.

Kızım artık kendi başına fotoğraf çekecek yaşta. Babasıyla sarı lalelerin mi mor lalelerin mi önünde fotoğraf çeksinler onu tartışıyorlar. Eşim eğilip bir lalenin gözüne bakıyor, ta içinden bir fotoğraf alıyor. “Bir nesneye iyice bakarsanız, uzun süre bakarsanız, o da sizin içinize bakmaya başlar” diye konuşuyoruz. Melekler içimize bakıyor, biz meleklerin latif bedenlerine, evlerine. Biz lalelere bakıyoruz, laleler bize. Her birimiz, birbirimizin ruhuna muhabbetle değme hevesinde. Ben işi bir adım daha ileri götürüyorum, okşayıveriyorum yumuşacık yaprakları, incitmemek için korkarcasına. Başında bir kuş varmışçasına yaşamalı hayatı, uçmasın diye sakınarak, o kuş elbette hayat…

Bir masa etrafında oturuyoruz, kahvaltıdayız. Annem, eşim, kızım, ben. Dört bir yanda aileler herkesi için yanındaki çok özel. Allah bizi üzüm salkımı gibi yaratmış olmalı, her sapta bir arada üzümler, koyu kırmızı, hatta bordo iri ve hayat dolu üzümleriz hepimiz. En güzelinden. Ve sonra diğer salkım, her bir salkım bir aile, akrabaları, yakın dostları. Cemaat cemaat, grup grup. Modern dünyanın atomize ettiği insanlar gibi yalnız değiliz. Gözümüzü açar açmaz bir salkımın içinde buluyoruz kendimize, bir taneyiz ama bütün içinde. Bu çok şükredilesi bir nimet, salkımımız güvenlik alanımız, orada bizi herkes seviyor, hiç tereddüdümüz yok. Hiç şüphesiz mutluluk sevdiğiniz insanlar yanınızda iken çoğalıyor, ben de bugün her sevinci dörtle çarpıyorum.

Yıllar önce burada değil ama başka bir bahçede annem, babam, yeni evli olduğum eşim ile bir başka havuzun başında oturmuş ördeklerin yüzüşünü izlerkenki halimizi düşlüyorum. Bir tanemiz düşmüş, babam; bir tane eklenmiş, kızım. “Allah bilir bir dahaki yıl bu masanın etrafında birimiz belki olmayacağız” diyorum, mırıldanarak. Babam ve babaannem ve iki dedem de şimdi berzahta bir masa etrafında bizim orada olmamızı diliyorlar mıdır acaba, diye düşünüyorum. Burada kopan her tanenin düştüğü toprakta yeniden filizlenişi gibi yeniden bir hayata kapı açıyor insan ve ruh kınından çıkmış bir kılıç gibi serbest ve güçlü oluyor berzahta ten kafesinden kurtulduğunda. Hayat mertebesi artıyor, hayatın tüm tecellileri artıyor, sınıf atlanıyor. Güzellik ve mutluluk bana hep ölümü hatırlatıyor, insanların tadını kaçırmamak için susuyorum. Zira ölüm zikri herkese bana verdiği lezzeti vermiyor.

Etrafta küçük bebekler yürüyorlar. Onlar lalelere koşuyor, laleler de onlara. Arada zarifçe boynunu uzatmış zerrinler görüyorum, beyaz ve sarı, lalelerin gösterişi yanında sanki gözden ırak olmaktan üzülmüşler, selam yolluyorum her birine, sevgi sözcükleri söylüyorum, belki gönüllerini alırım diye. “Güzelliğe duyulan aşk öyle ki, insan onu kelimelere dökmeksizin duramaz; çünkü insan dellaldır” diyorum anneme. Hele benim fıtratım hissedileni söylemeksizin asla sükunete eremez. Ben bir ilan ediciyim, hayatın her hali beni “duyduk duymadık demeyin” demeye sevk ediyor. Utanmasam her başarıyı, her sevinci, her nimeti, her güzelliği yüksek bir yere çıkıp haykırarak duyuracağım âleme. Hiçbir zaman sessizce karşılamadım mutlulukları, hanımefendi duramadım, taşkınlık yaptım hep, çocuk gibi bağırmak istiyorum avaz avaz. Başka türlü tadı çıkmaz. “Anne çiçeklere bak!”

Ama kelimelerim ne kadar cılız. Oysa her bir çiçek gözümün içine “beni methet” “beni de seviyor musun?” “Hey bana da baksana!” der gibi bakıyor. Hepsi beraber koro halinde “Sen bizi yaratan ve bizim perdemiz ardında olan Güzel’i tanıdın mı?” diyorlar. Bendeniz de bir çığırtkan tabiatında olduğumdan, sessiz çığlıkları da gayet gürültülü işitiyorum. “Elhak, tanıdım” diyorum. Çiçeklerin ardındaki Güzel’e gülümsüyorum. Bunu ondan başka kim yapabilir ki? Perde usulca aralanıyor, bir şua geliyor El-Cemil’den gözbebeğime. Sanki O da bana gülümsüyor, hatta göz kırpıyor. Güzellik gözümün içine baki surette yerleşiyor. Artık lale mevsiminin bitmesi beni endişelendirmiyor. Zira güzellik emanetini ruhuma bırakmış beni güzelleştirmiş gidiyorlar. Avuçlarıma cennetten bir papirüse yazılı haberler getirip gidiyorlar. O kadar ince, o kadar latif. Yırtılmasın diye dikkatle kıvırıp göğsüme yerleştiriyorum muştuları. Güzel Olan kalbimdeki tahtına muhabbetle kuruluyor.

Geçenlerde gittiğim bir tasavvuf dersi geliyor zihnime. Bir masa ve papatyalar, ortalarına bir kırmızı gül yerleştirilmiş. Masada bir adam oturuyor, biz de onu dinliyoruz. Adam ilk geldiğinde normal sıradan biri gibi görünüyor. Ama sohbetin yarısını aşınca göz kamaştırır bir hale dönüşüyor. Vallahi adam ışıldıyor. Sanki manen bize şunu soruyor “Ben mi güzelim, papatyalar mı?” karar vermek çok kolay. Allah’ı zikreden bir adam papatyalardan kat be kat güzel. Aynı sözler eşimin ağzından fotoğraf çekerken dökülüyor. “Biraz öne gel” diyor espriyle “sen misin, lale mi, ayırt edilemiyor!?” İster istemez gülüyorum kameraya. Gülünce gözlerim kayboluyor, “olsun kaybolsun” aldırmıyorum. Güzelliği hissetmek, güzel olmaktan daha keyifli çünkü. Güzellik ve bahar herkesi sarhoş ediyor. Oysa ben aşk sarhoşluğu ve coşkusu değil, etrafımı tefekkür edecek ve oradan içime dönecek bir akl-ı selim arıyorum. Bu hissiyata kendimi bırakmamalıyım. Hazzın çokluğu gözlerimi kapattırmayacak, Üstadım gibi gözlerim açık yol almalıyım. Mest edici rayiha hoşuma gitmeli, ama başımı döndürmemeli. Bu yıl ben geçen yıldan daha külli bir nazara talibim. Bir isimden diğerlerine geçmek için bu talip oluşu muhafaza lazım.

Güzellik üzerine düşünmeye devam ediyorum. Özellikle kadınlar için güzelliğin önemi büyük. Bir festival kapsamında salonu doldurmuş, şık tuvaletli hanımlar geliyor gözümün önüne, kırmızı halılarda yürüyorlar kurumla, herkes etrafına “Kim bana bakıyor?” diye bakınıyor, “acaba sağdaki kadın benden güzel mi?” Aynı gün bir nikahtayım, yakın bir arkadaşım evleniyor, ders arkadaşlarımın hepsi oradalar, ve o pardesüler ve renk renk başörtüler içinde, gözleri sevgiyle ve duayla dolu geline bakıyorlar. Gelin hepsinden güzel, melek gibi ortada duruyor. Sanki bizimkiler de o meleğe iltifatlar yağdıran yardımcı melekler. Işıldıyorlar. Her birinde elle tutulur, gözle görülür bir nur var. Dilekler içtenlikle söyleniyor. Tek tek muhabbetleriyle kutsuyorlar evlenen çifti, masaldaki uyuyan güzele hediyeler getiren periler gibi. Her biri diğerine yönelmiş onun güzelliğini seyrediyor, hiç kimse bana kim bakıyor endişesinde değil. Sarılanlar sizi sımsıkı kucaklıyorlar, her kucaklaşmada kalplerin atışı hissediliyor. Uzun zamandır görmediğiniz ablalarınız kapıda sizi “özledim” diye beklerken mutluluk kalplerinden taşıyor. Elhak onlar bin kat daha güzeller. Hüsn-ü suretle hüsn-ü siret arasındaki farkı hal diliyle apaçık gösteriyorlar. Şüphesiz gerçekten güzel olanı keşfetmek, basmakalıp olandan özel olana, suretten sirete, lafızdan manaya geçebilmek, kabuğu kırıp öze ulaşmak, Allah’ça güzel olanı fark edebilmek bilgelik istiyor. O bilgelikten çokça vermesini diliyorum el-Hakim’den.

Bahar geldi, son bekar arkadaşım da evlendi, babam gideli 3 yıl oldu, ağabeyim artık gurbette, eşim geçen sene hayal edemeyeceğimiz başarılar yakaladı, annemin hayata karşı gözlerinin içi gülüyor. Her şey değişti, her şey başkalaştı. Kimi sevgililer uzaklaştı, kimileri yaklaştı, hareket ve zaman içiçe geçmeye, kaderin atkısı örgüsüne ilmikler atmaya devam ediyor. Ben aynı mıyım, bilmiyorum. İnsanın en çok da kendindeki değişimi fark etmesi bilgelik istiyor. Kendimle ilgili farkına vardığım en bariz değişim eskiye nazaran hayattan beklentimin daha az oluşu ve daha küçük şeylerin beni mutluluğa boğmasının mümkün hale gelişi. Belki de biraz ruhum incelmiştir, kim bilir? Ya Muhavvil diyorum “Ben de değiştim mi?”

Kızım arka koltuktan anneannesine bağırıyor: “Çok mutluyum çook.” Annem onu her zamanki gibi bana benzetiyor, “annen de küçükken hep böyle derdi” diyor. Ben hala öyle söylüyorum, demek değişmeyen bir “ben” var. Belki artık sadece bağırmıyorum, demek değişen bir “ben” daha var.

“Çok mutluyum çook!”

  29.05.2009

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut