ŞU KÂİNATI yaratarak insanı birçok nimetle perverde eden sultan, diğer yarattıklarının yanında ona farklı bir nazarla bakmış. Kendisini tanıyarak, hakkıyla tesbih eden âdemoğullarının, insanlığa ait zaafları tek tek yok edip kulluğun basamaklarında amudî yükselmelerini ve bu yükseliş esnasında kendisini seyrederek rıza makamına erişmelerini murat etmiş.
Şükran ve ibadete uymayan davranışlara sahip olup, hakkı reddederek tüm yaratılmışların hukukunu hiçe sayan ‘imansız’lar ise, Kur’ân’da nankör olarak tasvir edilir.
İnsan için cennetten çıkarılmayla başlayan “(her) yolculuk bir feragattir ve dinimizin yolculara ibadetlerinde kolaylık tanıyan nüktesi sebepsiz değildir: Yol boyunca karşılamak gereken bir sürü mahrumiyeti asgariye indirmek için ne kadar hesabi davransanız da geride katlanmanız gereken nice müşkil sizi beklemektedir.”
Sezai Karakoç’un Hızırla Kırk Saat adlı şiir kitabındaki şiirleri okurken (belki de gerçekten Hızır’la kırk saat bir görüşmeden sonra yazılmıştır, kimbilir!), iffet abidesi Hz. Meryem’i betimleyen şu mısralar dikkatimi celbetti;
|8“Yankı yapan kutlu kadın muştu sana
Bir meleğin bir sözünden gebe kalan kutlu kadın
Ayrılığın şiddetinden gebe kadın
Aydınlığın artışından oldu İsa
Artık çıkabilirsin temmuz öğlesine ama
Üç gün yüce oruca borçlandırıldın
En çok konuşman gerektiği anda
Ayazmaların aynasında boy gösteren
Dişbudak ormanı gibi azgın bir kalabalık
Önünde o ulu konuşmanı yapacakken
Bir yaratış susmasına adandın
Yalnız işareti serbest bırakan
Doğurman cinsinden bir oruca borçlandın”|9
Kâinatı Yüce Yaratan’ın varlığını ifade eden tecelligâh olarak görme tavrının gerektirdiği şartların ötesinde, mü’minin dikkat ve ilgisinin odağında yer alan bazı konuları açıklamak için indirilen Kur’ân-ı Kerim’deki bir surede açıklanan Meryem’e ait kıssada ifade edilenler beni düşünmeye sevk etti.
Acaba, neden kendisini savunmak adına başından geçenleri, azgınlıkta ileri gitmiş bir topluluğa anlatmaya çalışacak olan iffet abidesi kadına susması emredilmiş olabilir?
Tapınağa adak olarak adanmış ve Hz. Zekeriya’nın gözetiminde tapınakta herkesin gözü önünde büyüyen ve mucize hamileliği dolayısıyla kendisi ve sevdikleri zan altında kalmış bir kadının çaresizliği içinde susmasından neler anlamalıyız?
İlk elde düşündüğümde şunlar aklıma geliyor:
- Kur’an’da ifadesi bulunan ve takva sahibi olmak yerine erkek olmayı üstünlük sayan bir toplumda, bırakın konumu, adı bile olmayan bir kadının açıklama yapmasına tapınaktaki erkeklerin ve diğerlerinin müsaade etmeyeceği aşikârdır.
Hz. İsa’nın, annesinin yerine konuşarak onu savunması, bu üstünlük edebiyatına vurulmak istenen bir darbe olabilir.
Daha yeni doğmuş bir bebeğin fıtraten âdet olmamasına rağmen, annesinin kucağındayken annesini savunmak adına konuşması neticesinde meydana gelecek şaşkınlıkla, takva elbisesinin önemi bir kez daha ayan beyan ortaya konulmuştur.
- Hırslarıyla dini tekellerine alan tapınaktaki hahamlar, doğruluğun tekelini de kendi ellerinde tutuyordu. Onların doğru dediği doğru, yanlış dediği yanlış iken güç her zaman ki problem duruşuyla insanlar arasındaki ilişkileri ayarlamanın derdindeydi.
Zifiri karanlıkta nasıl göz hiçbir canlının varlığını algılayamaz. Çünkü gözün cisimleri algılaması için yeteri kadar ışık yoktur. Onun için özellikle askerler geceleyin yapacakları takiplerde gece görüş sistemlerini kullanırlar. Böyle de, kalp gözleri ötelere açık ve kalpleriyle her şeyi ayan beyan hissedenlere, bu mucize gösterilerek onlar ödüllendirilmiş olabilir.
Ayrıca Hz. Meryem’in suskunluğuyla çok şey anlattığı düşünüldüğünde, masumiyetini hissedecek her kalbin duymanın merkezi olan kulaktan daha büyük işlevler göreceği dikkate alınırsa, böylece o muttakilerin zihinlerindeki “acaba” sorusu bertaraf olunup imanlarının artması murat edilmiş olabilir. İmanlarında samimi olan muttakilerle, pazarlıklı imana sahip olanlar manen böylece ayrılmış olabilir.
- Modern zamanlarda çok bağıranın ya da sesi gür çıkanın tartışmalarda haksız bir üstünlük sağladığı aşikârdır. Ağzı olanın hiç durmadan birşeyler anlattığı, güzel hitabetiyle insanları tavladığı bir dönemin çocukları olarak, sükûtun büyüklüğünden ve gücünden habersiziz. Haklılığı sadece izahatta arayanlarla sükûtu tercih ederek işlerini Allah’a havale edenlerin aynı kategoride olmadığı izahtan varestedir.
Hz. Meryem üzerinden, hakkı tutan insanların konuşmakla birşeyleri anlatamadıkları an da Rablerine duyacakları tam itimatla birlikte sessizliğe bürünmelerinin erdemi anlatılmak istenmiş olabilir.
- Kendilerine gönderilen peygamberleri öldürmek ve kendilerine indirilen ayetleri değersiz şeylerle değiştirmeyi meziyet sayan bir topluma, dinin ahkâmı taze bir şekilde yeniden gösterilmiştir. Zaten kendi şeriatlarında susma orucu olan Yahudilerin, böyle bir yolu olur olmaz şeylerde kullanarak hakikati incittiği düşünüldüğünde, hak ile bâtılı ayırmak için kendilerine bahşedilen bu yolun hangi durumlar da nasıl kullanılacağı o anda hazır bulunan topluluğa talim ettirilmiş olabilir.
- Mevlana ile Şems’in karşılaşmalarında meydana gelen bir olay Mevlana’nın hayat akışını değiştirmiştir. Bir gün talebeleriyle ve halkla Konya sokaklarını sohbet ederek arşınlayan Mevlana’ya Şems: “Söyle bakalım; ‘Allahım, Seni hakkıyla buldum’ diyen Beyazıt-ı Bistami mi büyük, yoksa ‘Allahım, Seni hakkıyla tespih edemedim’ diyen Hz. Muhammed mi büyük?” diye sormuş. Soru karşısında önce afallayan Mevlana “Her tesbihinde makamı büyürken bir önceki makamına estağfurullah diyen Hz. Peygamber çıkabileceği zirveye çıkmış birine göre daha büyüktür” diyerek cevaplamış.
Öyle de, Hz. Meryem’de suskunluğuyla çıkabileceği en büyük makama ulaşarak kendisinden sonra gelecek hanımlara ibret olup numune teşkil etmesi murat edilmiş olabilir.
Düşündüğümde benim aklıma gelenler bunlar. Eğer sizinde aklınıza gelen farklı mülahazalar varsa bunları benimle paylaşırsanız sevinirim.
Selam olsun iffeti Kur’ân’da timsal gösterilen o kutlu kadına ve onun oğlu olmakla şereflenip biz Müslümanların peygamberi olan o mübarek çocuğa...