Şahit olarak Allah yeter

Ali Dedeoğlu

AYRIMIN BATI ve Doğu düzleminde yapıldığı dünyamızda, birbirine benzer soruların cevapsızlığı karşısında bizler de adeta giderek daha da tek-tipleşiyoruz. Herşeylerini “tek dünyalılık” üzerine kuranlarla yaşamaya sürgün edilmişliğin şaşkınlığıyla boğuluyoruz.

Yaratılan her nefis Allah’ın isimlerini takdir etmek ve kabiliyeti ölçüsünde yansıtmak üzere yaratılmış. Hal böyleyken modern insanın kutsala karşı açtığı acımasız savaş dengeleri altüst etmiş, insanın Allah’la arasındaki irtibatı koparmasına vesile olarak insanın kendisine, dolayısıyla kâinata malik olduğuna kanaat getirmesinin yolunu açmış.

Bir kere yanlışa sapmaya görelim. Yanlış yola sapan ‘tek dünyalı’ bu dünyanın insanları, sahip oldukları herşeyin kendilerine ait olduğunu düşünerek, kemal sıfatlarını kendilerine mal ederek büyük bir cürüm işlemiş; Yaratıcıya ait bu kemal sıfatlarını O’nun adına yansıtarak yine O’na vermek yerine büyük bir yanılgı ile kendisi adına alıkoymuş.

İnsanın bu kuvvet, hikmet ve güzelliklere bakarak bunların kendi zatından kaynaklandığı iddiasına karşı hepsinin malikinin Allah olduğunu anlamamız için peygamberlerin gönderilişi ve onların hayatları en büyük delilken bu yanılgının kaynağı ne olabilirdi acaba?

Mu’cizat-ı Ahmediye (a.s.m.) konusunu işleyen 19. Mektub’un girişindeki “Bütün dinlere üstün kılmak üzere Resulünü hidayet ve hak din ile gönderen O’dur. Buna şahit olarak Allah yeter. Muhammed Allah’ın Resulüdür...” (Fetih Suresi:28–29) ayeti içerindeki şahidin büyüklüğü kadar büyük anlamlar ifade ediyor.

19. Mektub’un girişindeki “Şu kâinatın Sahip ve Mutasarrıfı elbette bilerek yapıyor ve hikmetle tasarruf ediyor ve her tarafı görerek tedvir ediyor ve her şeyi bilerek, görerek terbiye ediyor ve her şeyde görünen hikmetleri, gayeleri, faideleri irade ederek tedvir ediyor. Madem yapan bilir; elbette bilen konuşur” cümlesi şahitliğin sınırlarına bir menfez açıyor.

Peki, Allah’ın şahitliğinden ne anlayacağız?

Allah’ın yarattığı şu koca kâinat ve içerisindeki en küçüğünden en büyüğüne kadar yaratılanlar O’nun varlığını ilan etmek için haykırırken, Allah’ın şahadeti bizler için ne anlam ifade eder?

Küfrün en koyu haliyle neşet ettiği bir ortamda indirilen her ayetin ve gönderilen peygambere karşı alınan tavrın vahye muhatap olan Efendimizi ne kadar üzdüğü izahtan varestedir. Ve her ilahi vahye muhatap topluluğun peygamberlere söylediği “Sana iman edenlerin toplumumuzun en zayıf ve en aşağı tabakadan insanları” sözlerinin onların yüreklerinde açtığı yaraların sızısı elbette dayanılacak gibi değildi.

İşte bu duruma defalarca muhatap olan Efendimiz Allah’ın şahitliğiyle desteklenmiştir. Bu desteklenme her sebebin sukut ettiği, adet üzere olan hiçbir şeyin yardımının olmadığı bir anda sebeplerin sahibinin sebepleri bertaraf etmesiyle olmuştur.

Allah’ın şahitliği Efendimizin ve ashabının en bunaldığı anda O’nun eliyle gösterdiği mucizelerdir.

Olağanüstü şeyler Allah’ın dilemesiyle O’nun eliyle meydana gelir, olaya şahit olanlar kâfirse gördükleri mucizelere sihir der geçerler; böylece kinleri ve öfkeleri olanca şiddetiyle artar. Bu mucizeyi gören müminlerin ise imanları o oranda artar.

Şehrin en işlek caddesinde meydana gelen kazayı gören her insan, kazanın kendince en önemli olan kısmını bize ulaştırır ve biz de bu kazayı görmediğimiz halde malumat sahibi oluruz, öyle de peygamberimize ait bu hadiseler de farklı kanallardan bize intikal etmiştir.

En büyük muarızlarının bile inkâr edemediği bu hadiseler her türlü sıkıntı altında inleyen Müslümanların gönüllerine ferahlık vermiş. Bu mucizelerden bazıları Efendimizin peygamberliğini ispat etmek için değil, Müslümanlara ikram olsun diye verilmiştir. Örneğin ordunun susuz kaldığı bir anda mübarek parmaklarından suyun akması müminlere keramet içinde ilahi bir ikramdır.

En büyük mucize ise Kur’an’dır. Hatta Kâbe’ye altın harflerle şiirleri asılan Arapların büyük şairi Lebid’in kendisi gibi şair olan kızının bir ayetin belagatı karşısında secde etmesi, Müslüman mı oldun?” diyenlere “Bu ayetin belagatına secde ettim” diyerek cevap vermesi bu şahitliğin kemal noktasıdır.

Bu şahitliğin ışığında iman edenlere geçici dünyanın hazır ve peşin geçici zevklerinin yerine, ahirette verilecek mükâfatların yanında Allah’ın razı olması gerçekten de ne büyük lütuftur. Ya iman etmeyenler?

Her şeyleri dünya olan ve aydınlanma masalıyla uyutulup moderniteye tam iman edenlere İsviçreli ilahiyat bilimleri uzmanı Karl Barth’ın da sözleri bulunan bir alıntıyla cevap verelim:

“Barth’a göre, modernitenin önünde bir seçim vardı: ya bir vahye güvenecekti ya da kendisini bilinemezciliğe (agnostisizm) teslim edecekti. Sonunda Barth’ın iddiasına göre, Allah’ı tanımak istiyorsak (ki bu tanıma kısmi olacaktır; zira Allah herhangi bir sınırla sınırlandırılamaz) o halde, Allah’ın kendisini insanlığa tanıtacağından kesinlikle emin olmalıyız. Bunun alternatifi ise, Allah’ı tanımak için tahmine ya da bir takım spekülatiflere başvurmaktır ki, bu durumda asla vardığımız sonucun doğruluğundan emin olamayız. Barth’a göre bu alternatif aslında bilinemezciliğe eşdeğerdir.”*

Ne dersiniz dünya ve ukba saadetimiz için Allah’ın şahitliği yetmez mi?


*ALINTI: Said Nursi ve Tasavvuf, Etkileşim Yayınları, s. 114

  02.05.2009

© 2021 karakalem.net, Ali Dedeoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut