“İnsan, başıboş bırakılacağını mı zannediyor?”

Ali Dedeoğlu

ÖNCE BİR alıntıyla başlayalım:

“Kur’ân’ın kozmolojisinde meleklere Allah’ın isimleriyle ilgili sınırlı ölçüde bilgi verilmiştir ve onlar Allah’a tam bir ihlâs ve şuurla ibadet ettikleri halde, böyle yapmalarının sebebi, isyan edebilmeleri için hür bir iradeye sahip olmamalarıdır. Diğer taraftan, insana sadece Allah’ın isimlerinin bilgisi verilmemiştir, bununla birlikte ona hür bir irade de bahşedilmiştir. Şayet insan isimlerle ilgili bilgisini hikmetli bir şekilde kullanıp, kendi özgür iradesiyle Allah’a teslim olursa, makam noktasında melekleri geçer ve hilkat tacının bir mücevheri olarak mukadderatını icra eder. Bununla birlikte eğer o, isimlerle ilgili bilgisini kötüye kullanıp, ‘emanet’in bir kısmının hakkını ifa edemezse, Kur’ân’ın tasvir ettiği aşağıların en aşağısı (esfel-i safilin) derekesine düşer.”

Anadan doğma kör olarak yaratılan bir insan ile görme yeteneği bahşedilmiş insan arasında dünyayı, dolayısıyla Yaratıcıyı algılama konusunda çok ciddi farklar vardır. Bunu insanla melek arasındaki farka benzetebiliriz.

Anadan doğma bir körün, günlük hayatta irtibat halinde bulunduğu insanları tanıması için genellikle kullandığı duyu organı, sesleri en iyi şekilde duymak için kendisine yaratanın armağanı olan kulaklarıdır.

Hatta denilebilir ki, bu insanlar normal insanlara göre daha iyi işitir. Ama belleklerinde görmeye ait hiçbir bilgi tanımlanmadığı için muhataplarını fiziksel olarak tanıma konusunda tüm duyuları tastamam yaratılmış insanlara göre zayıf kalırlar.

Bir arkadaşımdan işitmiştim. Anlattığı, anadan doğma kör bir arkadaşını hayretler içinde bırakan ve kendi kurgu dünyasında karşılığı olmadığı için anlamlandıramadığı bir olaydı. Şöyle ki, biz görme mesafesindeki bir insanın ne sesini ne de ayak sesini duymadığımız halde kimliği hakkında--tanıdığımız biri ise--ilk gördüğümüzde kesin bir bilgiye sahip oluruz. Mesela karşıdan gelen çok sevdiğimiz arkadaşımız Ali ise deriz ki “Ali geliyor.” İşte anadan doğma kör olan birisi için film burada kopuyor.

Tepkisi, kendi dünyasında karşılığı olmayan görmeyi sorgulama işi. Sorduğu soru: “Ya siz sesini işitmediğiniz halde gelen kişinin kimliğini nasıl biliyorsunuz?” Bu soruya verilebilecek hiçbir cevabın muhatabı ikna etmeyeceği malumdur.

Teşbihte hata olmasın, ben bu olayı Hz. Âdem’in yaratılışı sırasında meleklerin Allah’a sordukları soruya benzetiyorum.

Hani Allah ilk insanı yaratacağı bilgisini meleklere söylediğinde onlar “Orada bozgunculuk yapacak birisini mi yaratacaksın?” ya da “Biz seni hakkıyla tesbih etmiyor muyuz Yarabbi?” diye sormuşlar, Allah da onlara cevaben “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim” demişti. Daha sonra Allah, eşyaların ismini saymaları konusunda önce meleklere emir vermiş, onların bu konuda bilgilerinin olmadığını söylemeleri üzerine bu sefer de Âdem’e bu konuda emir vermişti. Yaratılanlara halife tayin edilen insanlığın ilk atası Hz. Âdem de kendisine Allah’ın öğrettiği isimleri tek tek sayarak meleklere üstünlüğünü ilan etmişti.

İşte insan meleklere üstünlüğünü ilan ederken, bütün kâinatta her an tecelli ve tezahür eden tüm ilahi isimleri yansıtabilecek güçlü bir ayna gibi geniş istidat, cihazat ve kabiliyete sahip olduğunu ve bununla melekleri dahi geride bırakabileceğini orada olaya şahit olanların nezdinde tüm yaratılanlara göstermiştir.

Bediüzzaman bu konuda “adeta bir nokta-i mihrakiye hükmünde, bütün Esma-i Hüsnayı birden mahiyetinin aynasıyla gösterir ve onunla ehadiyet-i İlahiyeyi ilan eder” demiştir.

İşte insan melekleri geçme ya da aşağıların aşağısı arasındaki yolculuğunda serbest bırakılmış ve yolculuğunu güvenli bir şekilde nihayetlendirmesi için kendisine irade gibi bir nimet verilmiştir.

Hatta melekleri geçişin sırlarını görmesi için hayat yolunda kendisine işaret taşları bırakılmış, Rabbini tanıması için tepeden tırnağa muhtaç yaratılmıştır. Karanlığın en yoğun olduğu zaman dilimleri nasıl biraz sonraki aydınlığın habercisidir, öyle de insan aczini hissettiği oranda Rabbini tanıyacaktır.

Kendini bilenin Rabbini bileceği üzerinde tüm hak dostları adeta ittifak etmiştir. İnsan yaşadığı her an Rabbinin isimlerinin tecellisiyle karşılaşacak; tanıdığı ve şükrettiği oranda yükselirken, bigâne kaldığı anlarda aşağıların aşağısına yuvarlanma tehlikesini ensesinde hissedecektir.

Yediğimiz her elma verdiği lezzetin yanında Allah’ın Rezzak isminin dilimizdeki tecellisine vesile olduğu ve bizim bunu hep hatırda tutmamızı ifade ettiği için bir işaret taşıdır. Bu yüzden insanda bu his ve letaifin yaratılmasının iki temel gayesi vardır. Birincisi bunlar vasıtasıyla insanın şükür ve ibadet vazifelerini yapması, diğeri ise ilahi isimleri bunlar vasıtasıyla tanıyarak kâinatın yaratıcısı Allah’a iman etmesidir.

Nasıl güneş baharda doğduğunda çiçeklerin tüm rengini kör değilsek, gözlerimize sokar derecede gösterirse insan da bir ayna misali Halıkının tüm isimlerini tanıyıp ilan etme konusunda üzerine düşen görevi bi hakkın eda etmelidir.

“Yaratılmış kitabı” okuyup hakkıyla şükredebilmek için bize bir kılavuz olarak gönderilen “vahyedilmiş kitabın” açtığı nurlu yolda iradesinin hakkını verebilmek insanın önündeki en önemli vazifesidir.

Allah hepimizin yardımcısı olsun.

  23.04.2009

© 2021 karakalem.net, Ali Dedeoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut