Peygamberimizin Bir Günü seminer notları

Nuriye Çakmak

EFENDİMİZE DAİR herşey güzel, çok güzel elbette. Onu Kutlu Doğum’a ve Nisan ayına hasretme tehlikesi olduğu gibi bir olumsuz düşünceye sahip değilim. Aksine Kutlu Doğum’la her defasında yeniden yeniden dünyama doğmasını sağlayacak her çalışmaya minnettarım.

Bu yıl da birçok kutlu doğum programı yapıldı ve duygu dolu istifadelerdi çoğu; bir diğeri ise duygu dolu peygamberden mana dolu peygambere geçilmesi gerektiğini bildiren, kalpten hissesi kavi olmakla birlikte, akleden bir kalb anlamını taşımasına binaen bence daha da özeldi. İlkinden itibaren düzenli katılmaya çalıştığım Karakalem Seminerleri havasında, ama faklı bir mekanda Metin Karabaşoğlu’nun Peygamberin Bir Günü isimli kitabının anlam ışığı altında kitapta özü bulunan manaların söze dökülmüş, sohbete bürünmüş halini dinledik bir seminerde. Her defasında aldığım notları ilk kez yazıya döküyorum, çünkü notlarımı istek üzerine bir dostla paylaştığımda o günün anlam ve his tazeliğini farkettim ve istifadeye medar olur ümidi ile grupdaşlarımla da paylaşmak istedim:*

Günümüzde arttığını rahatça gözlemlediğimiz makro söylemler ve bunlara getirilen ancak uygulanamayan makro çözümler, “insan”da çözülecektir. İçinde çok büyük şeylerin özünü taşıyan insanda, yani çok büyük daireleri kapsayan dar dairede çözümlenmeyen söylemler, başarısızlığa mahkum oluyor.

Bu bağlamda İslam tarihi gibi büyük bir kavramın Efendimizin bir gününe dayanması bunun bir örneğidir. 63 yıllık hayatında ve 23 yıllık risaletinde hep yaşayarak örnek olması ve hükümlerin yaşananlardan çıkması “gün”ün önemini göstermeye kafidir. Ki Efendimizin risaletten önce de yerleşik ve dayatılan, tersi düşünülemez gün tanımına dahil olmadığını rahatça görebiliyoruz. Çocukluğundan beri korunmasının dışında, Mekke gençlerinin çoğundan daha temiz bir yaşayış sürdüğü gayet açık bir durum. Hatta birkaç kez düğün veya toplantı gibi sair gençlerin katıldığı yerlere gitmeye niyet etmesi ama her defasında bir engelle bunun gerçekleşmemesi, risaletten önce Hira dağında tefekküre dalması, risaletten önce de, sonra da Mekkelilerin karşısına çıkıp “gün öyle yaşanmaz, böyle yaşanır” manasını yaşayarak gösterdiğinin ispatıdır.

Daha genç yaşında Mekke’nin yerlilerinin--özellikle kervanlara--yaptığı haksızlıkları engellemek için kurulan Hılfu’l-Fudul cemiyetinin kurucularından olması ve sonra İslam’ın daha ilk günlerinde Daru’l-Erkam’ın hayat bulması, yerleşik düzene gerek ferd olarak, gerek cemiyetleşerek bir karşı duruş oluşturduğunu söyleyebiliriz.

Ve Hicret ile görüyoruz ki, Medine şehir devleti İslami bir günün temsilini oluştururken, Müslümanların terk ettiği Mekke’de yaşananlar küfrani bir günün tam örneğini gösteriyor. Müşrikleri en çok rahatsız eden konulardan biridir, Müslümanların bir gün tanımına sahip olması. Gün dışı olmalarını isterler. Ayette geçen ifade ile, madem o bir peygamber, bir seçilmiştir yanında bir melek gezse, bizim gibi çarşıda pazarda bulunmasa! Bu itirazın nedeni müşriklerin Efendimizi günlük hayattan soyutlamak istemeleridir. Tâ ki, yaşadıkları günün normal, yaşanabilir ve değişmesi gerekmeyen bir olgu olduğunu gösterebilsinler. Sonra da, o zaten özel biri, biz onun gibi olamayız diyecekler ve gün tariflerini korumuş olacaklardır.

Bugünün müşriklerinin de aynı söylemlere ve fiillere sahip olduklarını rahatça görebiliyoruz. Burası benim, düzeni ben kurarım ve burada gün böyle yaşanır dayatmasını “özgürce” kabul etmemizi sağlıyorlar. Sözgelimi kamusal alan ayrımları, din kişiyle vicdanı arasındadır söylemleri, onları gün tarifine uymayan uygulamaları direk reddetmeleri bir göstergedir. Namaz saatiyle mesai çatışır, çıkış saatiyle iftar. Seçim yapmanız gerektiğine inanılır. Dininizle bu düzenin bir parçası olmanız imkansız hale getirilir ve din sadece vicdana hapsedilir.

Bu durumda Kafirun suresinde geçen ayetin bu güne bakan yönü şu olmalıdır: Sizin gününüz size, bizim günümüz bize!

Böyle bir durum hiç yaşanmasın diye bilginler, dini önderler, dindarlar vs. hep çok uzaklarda betimlenir, ya ıssız bir çöldelerdir, ya bir dağ başında. Hayattan soyut anlatılırlar hep. Güne, günümüze inmemeleri gerekmektedir.

Benzer bir hataya bizlerin düştüğü de söylenebilir, mesela siyer kitaplarında hep özel günler anlatılır. Vahyin gelişi, hicret, savaşlar gibi. Oysa yazılmayan bir siyer vardır, yazılan günlerin başlangıcı da, sonucu da oradadır. Örneğin Uhud’da yaşananları, büyük kahramanlıkları Medine’de yaşanan sıradan bir güne bakarak anlayabiliriz. İnsanüstü varlıklar ve olağan üstü olaylar olarak geçmek üzerlerinden, dünyamıza yerleştirmemizi zorlaştırıyor. Onlar da insandı ve merak etmiyor muyuz, uzak mesafelere sefere giderken neler geçiyorlardı akıllarından? Kendilerine gelen vesveseleri hangi düşüncelerle yenebiliyorlardı, nasıl yaşıyorlardı ki, böyle ölüyorlardı?

Kendimiz için de şöyle düşünebiliriz, ayette belirtiliyor ki biz sizi her yıl imtihan ederiz? O yılımızı ve belki hayatımızın geri kalanını etkileyecek bu imtihan günlerinde nasıl bir cevap vereceğimiz, sıradan bir günü nasıl geçirdiğimize bağlı. Hadis-i şerifte geçtiği gibi, sabır ilk vuruştadır. Darbeyi yediğimizde yıkılmamak hazırlıklı olmakla direkt bağlantılı, çünkü her zaman yere yıkan beklenmeyen darbedir hazırlıksız olduğunuz anda gelen. Bunun çaresi her güne ait bir dikkate sahip olmamıza bağlı. En önemlisi şu ki, sıradan bir günde ki manevi hazırlığınız ilmelyakin bir kavramadır. İmtihan vakti ise bu hakikati aynelyakin hatta hakkalyakin görmemizi sağlar.

Efendimiz ve sahabileri o destansı günleri nasıl yaşayabildiler? Çünkü sıradan günlere ait hazırlıkları vardı.

Efendimizin sıradan bir gününde baktığımızda sabitlik ve esnekliğin mükemmel bir ahenkle buluştuğunu görürüz. Değişmezler vardır, mesela namazsız bir gününü göremezsiniz, Kur’ân’sız geçen bir gün. Ancak yemek yemediği günler vardır. Ve sabitlerde dahi esneklik gözlemleriz, mesela namazsız tek bir günü yoktur; ancak namazı vaktinin içinde fakat farklı dilimlerde kılmıştır. Çok sıcak günlerde öğle namazını vaktin ahirine doğru bekletmesi gibi. Bu açıdan bakıldığında Peygamberin bir günü deyince akla gelebilen modern çağın bize dayattığı türden saat dilimli bir program dökümü göremiyoruz. Fıtrata uygun olduğu şekilde.

Bizim değiştiğinde sinir sistemimiz başta olmak üzere tüm sistemimizi bozan bu program ve saat sabitlerimizin altında yatan düşünce nedir dersek cevap açık; günün hakimi benim tavrı...

Efendimiz için kesinlikle bir programsızlıktan bahsedemeyiz, ama programını günün Sahibine havale ettiğini rahatça söyleyebiliriz. Mescidde Ashab-ı Suffayla geçirmeye niyet ettiği bir günü, Allah tarafından gelen başka bir sebeple “günün sahibi böyle diledi” diyerek rahatça değiştirdiğini ve uyum gösterdiğini görüyoruz. Yani Efendimiz vazgeçilmezlere dokunan bir durum olmadıkça, zuhurata tabi bir hale sahiptir.

Bugüne bakarsak da aynı gün kavgası yine görünüyor ve kavga yine günde geçiyor. Bize dayatılan günlerin, yaşam tarzlarının çokluğu bir yana, günün içindeki saatlerin dilimlerine ve o saatte yapılacaklara karar veren bir düzen içindeyiz. Sözgelimi kahvaltının saati vardır, akşam 8’de tv izlenir, özel günde hediye alınır, tatile belli zamanlarda gidilir ve tatil tanımı bellidir. Yıllar önce bir gereksinim olmayan çok şey şimdi vazgeçilmezlerimiz haline gelmiştir. Denize gitmeden geçen bir yaz, artık çoğunluk için bir eksikliktir. Çünkü siz gün tarifinizi yitirir ya da yanlış yerde ararsanız, size bir başka gün mutlaka sunulur, hatta dayatılır. Bu durumda dik bir duruş sergilemek, çarklara kapılmamak gerektir.

Yahya Kemal’in ifadesiyle “Frenk akşamından, Müslüman sabahına uyanmak ne mümkün.” Frenk gibi yaşayıp Müslüman gibi kalkmaya çalıştıkça daha da zorlaşıyor bu serüven. Dayatılan gün tarifinin içinden, Efendimizin bir gününe ulaşmak elbette daha güç oluyor.

Müslüman gününde yaşayıp, Müslüman gecelerine uyuyup, Asr- Saadet sabahlarına uyanabilmek duasıyla...

Bu istifadeli ve latif seminer için Metin abime binler şükranlar iletiyorum.

Son söz: Namaz günün direğidir.


*İlk kez bir seminer notlarından düzenli bir metin oluşturuyorum, kusurları affola.

(Not: Bu seminer notları 2008 yılı Nisan ayında gerçekleşmiş bir seminerden alınmıştır.)

  22.04.2009

© 2021 karakalem.net, Nuriye Çakmak



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut