Ya içimizdeki Ergenekon?

TÜRKİYE, NEREDEYSE iki yıldır, Ergenekon haberleri ile yatıp kalkıyor. 12 Haziran 2007’de Ümraniye’de bir gecekonduda bulunan el bombalarıyla başlayan Ergenekon dalgaları, bilhassa 2008 yılı Ocak ayındaki 3. dalga operasyonlarında o vakte kadar ‘dokunulmaz’ bilinen Veli Küçük gibi bazı isimlere de dokunulmasının ardından, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde hiç kimsenin hayal edemeyeceği noktalara kadar ulaştı.

Bugün, Ergenekon soruşturmasında, sonuncusu 13 Nisan 2009’da gerçekleşen 12 dalga ve iki iddianame sözkonusu. Üçüncü iddianamenin yolda olduğu söylendiği gibi, dalga operasyonların da burada kalmayacağı, 12 rakamını yeni rakamların takip edeceği konuşuluyor.

Yeni soruşturmalar ve yazılacak yeni iddianameler neleri gündeme getirecek, bilmiyoruz. Ama şimdiye kadarki bütün operasyonların ve eldeki iki iddianamenin ortaya koyduğu bir gerçek var: Bu ülkede milyonlarca insanın taşıdığı bir kuşku, bir boş kuruntuya değil, bir asla dayanıyor. Bir bakıma, Bediüzzaman’ın çok çok eski tarihlerde kendisine ve hizmetine karşı yürütülen amansız takibi ve düşmanlığı tarif ederken dile getirdiği ‘ifsad komitesi,’ bir komplo teorisinin hayal mahsulü değil; bilakis, Osmanlının son zamanından bugünlere kadar uzanan bir yapıyı tarif ediyor. Ergenekon örgütlenmesi ise, bu yapının revize edilmiş son versiyonu niteliğinde.

Ergenekon’la ilgili basına sızan haberlerin, yapılan yorumların ve iki iddianameyle ortaya konulan belgelerin gösterdiği en çarpıcı vâkıalardan biri, zahirî planda birbirine düşman gibi görünen oluşumların daha derinlerde nasıl aynı kaynaktan türediğini ortaya koyuyor olması. Ki, bir karikatürcü olsam, Ergenekon’un ortaya koyduğu bir gerçeği üç karede anlatmayı denerdim. İlk karede, birbiriyle kavga ve rekabet halinde gözüken iki adam, ikinci karede bu iki adamı tutan iki görünmez el, ve üçüncü karede bu iki elin ait olduğu uzun kolları takip ettiğimizde karşımıza çıkan tek bir beden...

Haberlerden, operasyonlardan ve iddianamelerden anlaşıldığı üzere, Ergenekon devletin her kademesine ve toplumun her kesimine sızmış olduğu anlaşılan bir yapılanma... Nitekim, bugüne kadarki Ergenekon soruşturması kapsamında ortaya çıkanlar, Ergenekon’un iş dünyasına, siyasî partilere, orduya, bürokrasiye, yargıya, emniyet teşkilatına, üniversitelere ve medyaya nüfuz etmiş kapsamlı bir yapılanma olduğu iddiasını ortaya koyuyor.

Şimdi sadede gelelim. Dikkat ederseniz, şu satırlara kadar yeni birşey söylemedim. Önceki beş paragraf, bir ‘malumu ilam’ halinden öte birşey değil. Hepinizin bildiği birşeyin kabaca bir tekrarından ibaret...

Bütün bu hengâmede, nice zamandır merakımı celbeden bir sorunun cevabını ise henüz alabilmiş değilim. Girmediği kesim, sızmadığı mecra kalmadığı anlaşılan Ergenekon’un dinî cemaatlere bakan bir ayağı yok mu? Bununla ilgili kısmı, Ali Kalkancı’yla ilgili birtakım iddialardan veya Jandarma istihbaratçısı Levent Ersöz’ün talimatı dahilinde yazıldığı ileri sürülen, 2. iddianame içerisinden www.risalehaber.com’un tesbit edip haberleştirdiği birtakım notlardan mı ibaret?

Ergenekon’un dinî cemaatlere ilgisinin bu kadarla sınırlı kalması ihtimalini aklım almıyor. Sezgilerim, daha fazlasının, çok daha fazlasının olduğunu, olması gerektiğini söylüyor.

Meselâ en başta, birkaç yıl önce ‘misyonerlik’ ve ‘din elden gidiyor’ üzerinden bütün Risale-i Nur camiasına, özelde ise Fethullah Gülen Hocaefendi’ye karşı dergiler, gazeteler, siyasî beyanatlar, birbiri ardınca çıkan kitaplar aracılığıyla gerçekleştirilen ‘diyalog ihaneti’ söylemi ve bu söylem üzerinden Risale camiasını ‘kökü dışarıda’ ve ‘kilise destekli’ olarak lanse etme gayreti, Ergenekon yapılanmasından bağımsız, ‘kendiliğinden’ birşey miydi? Sözgelimi Bediüzzaman’ın 1940’larda yazdığı ve İkinci Dünya Savaşında ölen çocuk, yaşlı ve masum insanların durumuyla ilgili bir mektubunu “Bediüzzaman, Birinci Dünya Savaşında Türklere karşı savaşan İngilizlerin şehit olduğunu iddia etmiştir” diye çarpıtıp nice nice dindar ağızlarda bu iğrenç iddiayı sakız gibi tekrarlatacak kadar çirkefleşenlerin, en hafif haliyle Ergenekoncuların elinde bir ‘âlet-i lâ yeş’ur’ olmaları gibi bir ihtimal hiç mi hiç sözkonusu değil?

Aynı şekilde, dindar camialar içerisinde körüklenen çatışmaların, bu meyanda hayatıyla nice nice insanlara örnek olmuş isimlere atılan çirkin iftiraların, keza istidadıyla temayüz etmiş kişi ve grupların uğradıkları kırım ve yıkımların, boykot ve ambargoların Bediüzzaman’ın sözünü ettiği ‘komite’nin son versiyonu olarak Ergenekon’la veya önceki versiyonları ile bir alâkası hiç mi hiç olamaz?

Ya peki dindarlar için âdeta bir saatli bomba niteliğinde, her an patlamaya hazır halde gözüken, öfke ve hışım yüklü, tahrike de pek müsait gözüken kimi oluşumlar?

Dindar câmiaya ve dinî cemaatlere yönelik ‘operasyonel ayağı’ olmayan bir Ergenekon şeması, benim gözüme eksik gözüküyor...


Not-1: Böyle yazılar hiç yazmazdım, yoksa ben de mi ‘komplo teorisyeni’ oldum, nedir?

Not-2: Geçen hafta içinde Fethullah Gülen Hocaefendinin yakın zamandaki bir konuşmasının aktarıldığı bir haberi bazı gazetelerin haber sitelerinden okudum. Hocaefendinin içinde ‘tahşiye’ kelimesi geçen bu konuşmasının sert mizaçlı ama samimi bir grup mü’min için bir dikkat işareti ve uyarı levhası niteliğinde olduğunu, onların da bu mesajı doğru anladıklarını umuyorum. Bu konuşma, samimi insanları bir kirli emel için kullanma hesabı yapmaları muhtemel bazı mahfiller için ise bir ‘oyunu gördüm’ mesajı taşıdığını ve dolayısıyla bir ‘oyunu bozma’ hedefini de matuf olduğunu düşünüyorum. Yerinde kullanılmış imalı bir kelimeyle, umarım müstakbel bir tuzak bozulmuştur.

  14.04.2009

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut