Orman ve seher

Derya Güney

ORMANIN SESİNİ dinledi. Ağustosböceği durmadan dinlenmeden zikrediyor, ağaçlar huşu içinde salınıyordu şefkatle sarıp sarmalayan gecenin dinginliğinde. Yaprakların hışırtısıyla gelen rüzgarın ferahlığı yüzüne dokunup tüm vücudunu sardı.

Neredeyse imsak vaktiydi. Hemen aşağıdaki köyden gelen horoz sesiyle irkildi. Tam da bu vakitte, ne garip dedi. Ağustosböceğinin sesi kesilmişti. Birkaç evin ışığı süzüldü karanlıkta sabah ezanına yol veren.

İçi titredi. Elleriyle kollarını oğuşturdu. Herşey adım adım sabaha hazırlanıyordu. Derinlerden gelen ezan sesinden hemen önce horoz yine öttü. Bir daha... Bir daha... Güneş doğmadan önce bir daha duymadı sesini horozun. Şimdi müezzin çağırıyordu. Ne ağustosböceği, ne de horoz sesini yükseltti. Kuşların ise çıtı çıkmıyordu. “Allahu Ekber, Allahu Ekber...”

Ezanla birlikte ağaçların yeşilleri daha bir aydınlandı. Sessizlik... Ses-siz-lik... İnanamadı kulaklarına. Herşey nefesini tutmuştu sanki. Yapraklar bile kımıldamıyordu. Rüzgar esmiyordu artık.

Buz gibi vücuduyla kalkıp abdest aldı. Kalın bir hırka geçirdi sırtına. Nasıl özlemişti meğer bu sıcaklığı. Bir kez daha baktı hemen yanıbaşındaki ormana. Namaza duranlar var diye sanki suspus oldu herşey, diye geçirdi içinden. İnsanoğlu huzura varıyor diye nefes kesmişti yaprak, kurt, kuş, böcek...

İlk kuş cıvıltısını duydu tesbih taneleri dokunurken parmaklara. Yapraklar hala kımıldamıyordu. Orman tesbihatını dinliyordu minik bir kuşun. Tatlı bir uyku sardı vücudunu. Hafifçe ısınmış bedeninin huzuruyla ağırlaşan göz kapaklarını kapattı. Seccadenin üzerinde kıvrılmış ayakları buz gibi değdi vücuduna.

Seher vaktiydi. Soğuk ile sıcağı, ses ile sessizliği, hareket ile sükûneti birlikte hissetmek ne güzeldi şu vakitte. Herşey ne âhenkliydi. Orman, şefinin her hareketiyle halden hale giren orkestra gibiydi.

Kelimeler tükendi. Söz bitti. Sadece seccade üzerinde bekleyiş kaldı. Hiç bitmesindi bu bekleyiş. Ormanla birlikte sonsuza dek bu huzurlu bekleyişi yaşasındı. Ne ayakları uyuşsun, ne yorgun vücudu yastığa çevirsindi yüzünü. Beklemek güzeldi. Burada beklemek güzeldi.

Aydınlanmış ormanda köyden gelen horoz sesi, namaz vakti bitti diyordu sanki. Kuşlar ötüşe geçsindi.

Açlıktan içi kazınmıştı. Artık kıpır kıpır orman gibi vücudu da harekete geçmişti. Sıcacık çayın yanında içini bastıracak ekmekle peynirin tadını hayal etti. Seccadeyi topladı. Gidiyordu. Ama yine gelecekti. Getirilecekti inşallah. Seccade ile birlikte yayılacaktı huzur ayaklarının altına. Avuçlarının içinde ne varsa kirli, paslı, günahlı; ellerini kaldırıp tekbir alınca arkasına atacak, geride bırakacaktı. Derdi, tasayı, üzüntüyü gönderecekti omuzlarının arkasına. Çünkü... Çünkü... Çünkü “Allahu Ekber”di.

  24.04.2009

© 2021 karakalem.net, Derya Güney



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut