Rabbim, ilmimi arttır!

Mona İslam

İLİM ALLAH katında en makbul şeylerdendir. Kulu ism-i Alim’e rabt eder. Elbette ilmin en şereflisi Allah’ı bilme ilmidir (marifetullah). Ancak insanın ilminin bir sınırı vardır ki, bu bizi Hz. Ebu Bekir’in “Seni hakkıyla bilemedik yâ Maruf” sözüne götürür. Bilmek son tahlilde bilinemeyenin karşısında acizliği itiraftır. Ama bu elbette peşinen söylenebilecek bir söz değildir, bu sözü söylemek için çeşitli ilim mertebelerinden geçmek, nefsini ise daima Allah’ın kabzasında tutmak gerekir ki, bu sürecin sonunda idraksizlik idrak edilir. Yoksa cahilin ağzında bu söz bir taklitten ibaret kalır, tahkike ulaşmaz. Söyleyen söylediğinden gafildir, öyle ise sözün ne ehemmiyeti var!

Nasıl ki bir canlı ancak kendisini meydana getiren unsurlardan gıdalanır. Aynen öyle de bir insan ancak, içinde benzerinin bulunduğu şeyi anlayıp bilebilir. Oysa hiçbir kimsede Allah’tan bir şey yoktur ki. Bu yüzden insan kendi nefsi ile teorik düşüncesi ile Allah’ın Zat’ını bilemez. Zira “O’nun benzeri yoktur”(Şura 42-11) Dolaysıyla ilim O’nun katında ancak secde edebilir.

Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurur: “Allah gözlerden perdeli olduğu gibi aklılardan da perdelenmiştir. Yine kuşkusuz Mele-i Ala da sizler gibi O’nu talep eder”. Böylece Hz. Peygamber (sav) aklın, fikir gücü ile ya da, baş gözüne benzeyen iç gözüyle de Allah’ı idrak edemeyeceğini bildirmiştir. Yine hissedilmeye değerdir ki insan talep ettiği şey kadar büyüktür. Hiçbir talep ise insanı doyurmaz, Allah’ın Zat-ı Zülcemali’nden başka…

Allah ile mahlukat arasında bir benzerlik bulunmaması aklımıza şu soruyu getirir. Madem benzerlik yoktur, o halde Allah hakkında nasıl teşbih yapılır? Yahut ayet ve hadislerde bulunan teşbihler nasıl anlaşılmalıdır? Yahut biz Allah’ı nasıl bileceğiz? Bilemezsek nasıl seveceğiz?

Bu cevami-ül kelim teşbihlerden birisi, Hz. Peygamberin (sav) şu hadisidir: “Müminin kalbi Allah’ın iki parmağı arasındadır”. Bu hadisi nasıl anlamalıyız? Haşa Allah’ın parmağı mı vardır? Şüphesiz Allah parmak sahibi olmaktan münezzehtir. O yaratıklarına hiçbir cihette benzemez. Burada bu tenzihi yapmak kulluğun edep dairesi içinde kalmak için zorunludur. Peki hem Allah hakkında su-i edep etmeyip hem bu teşbihi nasıl anlayacağız?

“Parmak” kelimesi Arapça kullanımda hem bildik uzva hem de tasarrufa işaret eder. Bu anlamda Araplar şöyle derler, “Falancanın malı üzerindeki parmağı ne güzeldir!” Yani ondaki eseri, tasarrufu ne kadar mahirdir. Bu ifade ile iyi tasarruf edilen malın artması kastedilir.

“Parmak” aynı zamanda en hızlı değişim gücünü temsil eder. Kudrette yetkinliği anlatır. Çünkü parmak hızı elin veya başka organların hızından fazladır. Allah’ın kullarının kalplerini değiştirmesindeki hızı da Arap dilinde en fasih bir biçimde parmakla anlatılabilir. Bu halkın hemen anlayacağı bir teşbihle yüksek bir hakikate çıkılmasını sağlamıştır.

Bu hakikat de şudur ki, insan kalbinde çelişik düşünceler, kabz-bast halleri, korku ve ümit, hüzün ve neşe, melek ilhamları ve şeytan vesveseleri, iyi ve kötü tüm haller beraberce bulunur, ve çok hızla bir hal diğer hale tebdil edilir. Bazen öyledir ki bu iki hal birbirini kovalar, kavga eder, dövüşür. Bu da hadiste “iki parmak” la ifade edilir. Anlaşıldığı üzere “iki parmak” iki zıt hale tekabül eder. Şüphesiz Allah Rasul’ü (sav) kendisinin de bildirdiği gibi en fasihimizdir. Ve yine şüphe yok ki Rasul-ü Kibriya (sav) bizim üzerimize Rauf ve Rahim’dir, baksanıza bize ne çok şeyi iki parmakla anlatmaktadır!

Ama son tahlilde kul bilir ki uzuv anlamının Allah’tan tenzihi bir vecibedir.

Yine Allah şöyle buyurur, “Bütün yeryüzü O’nun kabzasındadır.” Allah’ın kabzası olması düşünülemeyeceğine göre bunun anlamı bir şeyin bir kudretin hükmü altında olduğudur. Arapça’da “Falan kabzam içindedir” denildiğinde bir kişinin etinden bir parçayı avuçladığımız düşünülmez, ona sözümüzün geçtiği düşünülür. Yine Türkçe’de de “Filanca avucumun içinde” deriz ki, bu da ona her istediğimizi yaptırdığımız anlamına gelir. Aynı şekilde “Mülküm kabzamdadır” denir. Bu “mülkümde dilediğim tasarrufu yapabilirim, kimse bana karışamaz!” demektir. Alem de bu şekilde Hakk’ın kabzasındadır.

Yine denilir ki “Gökler sağ elinde dürülmüştür”(Zümer 39-67)

Sağ el mutlak güçlü tasarruf mahallidir. Çünkü sol el sağın gücüne sahip değildir. Bu bağlamda Kur’an’da sağ el dürülebilmenin simgesi olarak kullanılmıştır, bizim bir kağıdı kolayca buruşturabilmemiz ile Allah’ın kudreti ile semaya hakimiyeti teşbih edilmiştir.

Yine sol el dolaylı olan fiili sağ el doğrudan olanı anlatır. Bu anlamda Allah’ın iki elide sağ eldir. Zira O her şeyin gücünü bizzat kendisinden alır ve dolaysız yapar. Oysa insanın iki eli de sol eldir, çünkü onun kudreti verilidir, dolayımlıdır. Aynı zamanda sol el çağrışımda acizlik vardır ki bu da insanın kudretine acz karıştırıldığını, ve bir zıtlar karışımı olduğunu ifade ederken, sağ el mutlak kudreti ve aczin hiçbir biçimde ilişemeyeceği bir seviyeyi anlatır.

Yine sağ el müsbet olana ve hayra bakarken, sol el şerre yöneliktir. Bu anlamda Allah şerden münezzehtir. Eşyanın mülkünde hayır ve şer olsa dahi melekutu mutlak hayırdır, bunun için Allah’ın iki eli de sağ eldir. Ondan hayırdan başkası sadır olmaz. Oysa insan öyle midir, onun kabiliyeti ancak şerredir, hayır ise ona verilir vehbidir. Öyle ise insan sol eldir. Hayırda nasibi fahir değil şükürdür. O latif teşbihteki eller ancak şükür ile öpülür.

Bunun gibi “Allah’ın gülmesi, sevinmesi, tebessüm etmesi” de bizim fiillerimizi kabulü anlamı taşır. “Namaz kılmak ve zikir yapmak için mescide giden adama Allah tebessüm eder” böyle anlaşılmalıdır. Yoksa Allah dudak sahibi değildir ki tebessüm etsin. Ama Allah bize en sevdiğimiz hallerle temas eder, yakınlık kurar. Mutlu bir anın hissedilişi O Hüsn-ü Mücerred’e kapı aralar.

“Allah onları unutmuştur” (Tevbe 9-67) denildiğinde ne anlamalıyız? Şüphe yok ki Allah için unutmak imkansızdır. Fakat kullarına ebedi azap edip rahmetini kendilerine hiç ulaştırmadığında onlar adeta O’nun katında unutulmuş gibi olurlar. Bu aynı zamanda ince bir telmihle kulun ameline işaret eder. Zira o Allah’ı unutmuştur. Allah da ona nefsini unutturmuştur. Amelinin cezası da aynen verilecektir. Allah bizi korusun!

“Allah onlarla alay etmiştir” (Tevbe 9-79) “Allah onlara tuzak kurmuştur” (Al-i İmran 3-54) buyrulan ayetler de böyle anlaşılmalıdır. Bu teşbihler Rabbimiz tarafından bize öğretmek ve fehmimize hakikatleri takrib etmek (yaklaştırmak) için ikram edilmiştir. Bu ikrama şükür ise anlayıp öğrendikten sonra Rabbi tenzih ederek “Subhanallah” demektir.

Bir hadisinde Efendimiz(sav) şöyle buyurur: “Rüzgara sövmeyiniz, çünkü o Rahman’ın nefesindendir.” “Rahman’ın nefesi bana Yemen yönünden geliyor” . Bu gibi ifadelerde ne kastedilmiştir? Elbette en doğrusunu Allah bilir, ancak kanaatimce burada anlatılmak istenen güçlüklerin kaldırılması ve ferahlığın verilmesidir. Misal, Ensar’ın biatı Efendimiz için bir Rahman nefesi olmuştur. Yoksa hiç şüphesiz Allah nefes alıp vermekten münezzehtir.

Bir başka yerde “El Cebbar ayaklarını cehenneme koyar” denilirken ne anlatılıyor? Arapça’da biliriz ki, “Falancanın bu işte kademi var” demek “O bu işte sabittir, değişmez” demektir. Buradan da cehennemin daimi olduğu ve değişmeyeceği sonucu çıkarılır.

Tüm bunları tefekkür etmek bize neyi kazandırır? Benim nasibime düşen şudur: Rabbimin üzerimde şefkati büyüktür, benim küçük kızıma anlattığımdan daha ince ve daha kolay anlaşılır mesellerle beni bir refrefe bindirir de katına uruc ettirir. Bu ise gönlümde aşkı tutuşturan sebeptir, böyle bir tenzile ancak böyle bir aşkla yanarak mukabele edilir.

Bütün Yüce sıfatlar Allah’a aittir. Şüphesi Allah’ın kelamı ve Rasul’ün sözleri dipsiz ve sonsuz okyanuslardır. Bizim payımıza ise ancak kabımız kadar düşer. Arzumuz iştiyakla bu kabı doldurmaktır. Allah Fettah’tır, gönlümüzü hakikatlerine açsın, Allah Alim’dir, bize katından hayırlı bir ilim versin. Bu ilimle kendisine yönelen şedit bir aşk ihsan etsin. Nefislerimizi de o ilimle terbiye edip katında makbul makamlara yükseltsin, yetkinleştirsin.

Varışımız Allah’adır. Ne güzeldir O’na varış!


Not: Bu yazı Fütuhat-ı Mekkiye okumalarının bir mahsulüdür, Bediüzzaman’ın Ulum-u İslamiye’nin mucizesi diye tesmiye ettiği Muhyiddin İbn-i Arabi’nin irfanından payıma düşenleri paylaşmaya nasipse devam edeceğim. Allah vesile olanlardan da razı olsun.

  07.05.2009

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut