Doyumsuz boşluk

BOŞLUK, NE büyük “dolu” bir boşluk, sınırı nihayeti olmayan, derinliği ölçülemeyen uçurum üstü uçurum… Yanmanın yankılanmadığı, çığlığın duyulmadığı, sessizliğin sezilmediği yokluk içi yokluk… Var demenin var olmadığı çizgi ötesi karanlık… Kararlılık öncesi ve sonrası, kararsızlık ve karamsarlık… Karanlılığın karar kıldığı, ışıksızlık ummanı…

Umudun umulmadığı, serinliğin esmediği yanma ötesi ateşsiz ateş… Aşkın bir kıvılcımdan öte gitmeyen sönük tebessümü, sevdanın solgun çiçekleri; boşluğu dolduramayan boş çabalar… Ne kımıldayabilmek ne kanatlanabilmek, ne konuşabilmek ne susabilmek, ne sevebilmek ne küse bilmek, ne bilmeyi bilmek ne bilmemeyi, ne varlıktan geçebilmek ne yokluğa erebilmek…

Yokluğun yok olduğu, varın var ve yar olmadığı, kelimelerin kıymetsiz, sözlerin suskun olduğu derinlik üstü enginlik; düşünceler düşüncesiz, duygular duyarsız, zihinler zembereğini yitirmiş, idrakler idraksiz…

Dayanılmaz bir ağırlık, taşınmaz bir hiffet, kucaklanmaz bir savrukluk, tutulmaz bir kaçış, gelmez bir kopuş; merkezsiz, noktasız, çizgisiz, belirsiz be belirsiz…

Belirlilik, boşluğun belirsiz takipçisi, kaçışın kaçamadığı kapı… Kapılar, kelimeler, boşlukta duran viraneler…

Yıkılmaz, devrilmez, dönmez, değişmez boşluk, sadece vardır, sadece öğütür, değiştirir, yokluğa bırakır, dayanılmaz bir hafiflikle…

Nefes kadar boş, nefes kadar hayat boşluk, ölüm kadar yakın, hayat kadar uzak; ömrün bir “an”a dökülüşü, bir lahza belirli beraberlik, bin lahza bilinmeyen belirsizlik…

İfade edilemeyen, ihata edilemeyen, zihnin kıvrımlarına sığmayan, fikrin kıvamına girmeyen, hiç içre hiç boşluk… Ya her şey, ya hiçbir şey, her şeyin üstünde, her şeyin altında, anlamın zirvesi, anlamsızlığın dip çukuru…

Boşluk olmasa yıldızlar, güneş, ay, dünya nerede döneceklerdi, nasıl var olacaklardı, sürekli genişleyen kâinat, varlığa mı koşuyor, boşluk mu yutuyor onu? Atomun içi ne kadar dolu, ne kadar boş?

İçinde âlemler dürülen insan, nasıl bir boşluk genişlemesi içinde? Hangi küçük sevinç, hangi sahiplenme, hangi keder, hangi elem, hangi lezzet onu, o genişleyen boşluğu doldurabilir?

Boşluk, sonsuzluğu anlamak için bir tutam varlık olmasın, idraklerin almadığı, duyguların kuşatamadığı sonsuzluktan düşen bir damla hakikat ummanı olabilir mi?

İçi doldurulamayacak kadar boş bir soru, varlık başkaca da nasıl anlaşılır ki?

  06.04.2009

© 2021 karakalem.net, Hüseyin Eren



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut