Örtüleri kaldırmak

Mona İslam

HUCURAT SURESİ 12. ayette bize emredilenlerden birisi de “lâ tecessesu” hitabı ile bilinir. Tecessüs, yani başkalarının gizlerini merak etmek, araştırmak, didiklemek, sormak, yasaklanır. Zira böyle bir merak şeytandandır.

Küçüklüğümden beri evde “başkasının eşyası karıştırılmaz” terbiyesi ile yetiştim. Bizde annem ve babam dahil hiç kimse bize gelen bir mektubu açmaz, okumaz, odalarımızı karıştırmaz, defterlerimizin, çekmecelerimizin içine izinsiz bakmazdı. Ben ağabeyimin odasına izinsiz girmez, eşyalarına izinsiz dokunmazdım. Kimi zaman annemin “o çocuk serseri” diyerek hoşlanmadığı arkadaşları ile gördüğümde görmezden gelir, anneme de bir şey anlatmazdım. Bazen annem “ağabeyin nereye gitti” diye bana sorardı, (tabii o zamanlar cep telefonu icad olunmamıştı) mahalledeki bilardo salonunda olduğunu bilsem de söylemezdim. Zira annem oraya takılmasından hoşlanmazdı.

Üstelik bu sadece küçüklerin büyüklere gösterdiği bir saygı değildi, aynı şekilde ağabeyim de bana aynı özeni gösterirdi. Hiçbir zaman erkek olmasından ve benden 7 yaş büyük olmasından kaynaklanan bir kontrol ve casusluk girişiminde bulunmadı. Genç kızken ben telefondaysam odadan çıkardı. Büyüdüm ve üniversiteye başladım, o aynı kampüste yüksek lisans öğrencisi idi, kimi zaman kantinde karşılaşırdık, bazen yanımda erkek arkadaşlar olurdu, bana hiçbir zaman “bunlar kim” demedi. Eşimle de o yıllarda tanıştım ve beni okula görmeye gelirdi, oturur çay içerdik, sonradan meseleyi ağabeyime açtığımda, “ben sizi gördüm kaç kere, ilk bana gelmene sevindim” dedi. Ne beni süreçte sıkıştırdı, ne eşimin gözünü korkuttu. Ben de her zaman bana güvenildiği hissi ile davrandım. Güveni boşa çıkarmama gayretinde oldum.

Çok özel hikayemi anlattığımın farkındayım, ama tecessüs yasağının özellikle çok özel dairede hayat kurtardığına inanırım. Biz müminler bazen hataya düşüp başkalarını merak etsek dahi, genellikle bizden uzak insanları değil, yakınlarımızı araştırırız. Bazen koruma içgüdüsü ile, bazen kuşku ile yakınlarımızı sorguya çekeriz. “Kiminle konuşuyorsun, mesaj kimden gelmiş, neredesin, yanında kim var, o kimin nesi?” soruları ile yakınlarımıza hayatı dar ederiz. Özellikle eşler arasında bu çok sık vuku bulur. Bazı kadınlar şöyle derler: “Eşini hiç rahat bırakmayacaksın, zira erkekler rahat bırakılmaya gelmez, sürekli arayıp kontrol edeceksin, nerede kimle bileceksin, hatta gerekirse her yere beraber gideceksin.” Bu nasıl bir güvensizlik bu nasıl bir huzursuz halet-i ruhiyedir, hiç anlamam. Bu hem yapan hem de maruz kalan için çok ruh daraltıcı bir süreçtir.

Yahut bazı erkekler duyarız ki, eşlerinin her şeylerini öğrenmek isterler. Sorarlar, dikkatle kulak kesilirler, her şeyden bir mana çıkarırlar. Topluluk içinde eşlerine yönelik en küçük bir teveccüh ve iltifat, masumane dahi olsa, onlara bir diken gibi batar. Hatta işi eşlerinin bilgisayarlarını kontrol etmeye kadar vardırırlar. Bu kimi zaman eşi kendi hakkında biriyle konuşuyor mu merakından (ki kadınlar erkeklerden farklı olarak sıklıkla bunu yapar, eşlerini birbirlerine anlatır ve dertleşirler), kimi zaman da eşine güvenmemekten kaynaklanır. Bazen büyük kavgalar yaşanır, bazen de iş evliliği bitirmeye kadar gider. Kimi zaman da bu anne-babaların çocukları ve özellikle ergenlik çağındaki gençleri kontrol etme çabası şeklinde tezahür eder. Ancak nasihat etmek ayrı, bir şeyler öğretmek ayrı, odasını karıştırmak, izlerini takip etmek ayrı şeylerdir. Bu, çocuğunuza da olsa, düpedüz saygısızlıktır.

İnsanlar evli de olsalar birbirlerinin kölesi değillerdir. Herkesin kendine ait bir özel alanı vardır, olmalıdır. Bu alanda dilediğini yapma serbestisine sahiptir. Bu elbette şeriatın yasakları dahilinde, örfün müsaadesi ölçüsünde bir özgürlüktür. İki tarafın da birbirinden ayrı arkadaş çevreleri, sosyal ortamları olmalı, bunu da tabii karşılamalıdırlar. Zira farklı ailelerde yetişmiş iki insan birbirini ne kadar severse sevsin birbirinin aynısı değildirler, olamazlar, olmamalıdırlar da. Bu farklılık evliliği kötüye değil iyiye götüren birbirlerinin eksiklerini tekmil eden, hayata başka pencerelerden de bakabilmeyi sağlayan bir nimettir. Aynılaşma çabası, “o da benim gibi olsun” arzusu hem beyhudedir, hem de fayda vermez.

Evet, zamanımızda çok kötü hikayelere de tanık oluyoruz. Birbirlerinden her şeyi saklayan, bu saklı dairede çirkin işler yapan insanlar çoğaldı. Bu da bizi kendimizi koruma dürtüsü ile araştırmaya itebilir. Ancak hiçbir kendini koruma dürtüsü başka bir insanın özgürlüğünü elinden alma hakkını bize vermez. Bu adalet-i mahzaya terstir. Güvenlik sebebi ile özgürlüğün iptali sadece devletlerde değil, ailelerde de büyük bir sorundur. İnsan hürriyet olmaksızın yaşayamaz. Kabiliyetleri gelişmez, hayatın gayesi tahakkuk etmez, siz bir fidanı koruyacağım diye ona cam bir fanus giydirirseniz dalları içe doğru bükülür ve o bir hilkat garibesine döner. Ayrıca bir insanı yalan söyleyinceye kadar sıkıştırmamak lazımdır. Bazen eşler birbirlerinin hoşlanmayacağı, ancak kendilerince hiç de yanlış olmayan şeyler yapabilirler, eşimizin hoşlanmıyor oluşu o şeyin bizzat gayri meşru olduğu anlamına gelmez, bazen bunlar küçük şeylerdir. Mesela, bazısı eşinin sinemaya gitmesinden hoşlanmaz, kendi de götürmez, başkasıyla da gitsin istemez, yalnız da gidilmesinden haz etmez. Şimdi bu adam sinemaya gidilmesine karşı diye kadının özgürlüğü kısıtlanmalı mıdır? Yahut her seferinde kadın üzerine basa basa “ben bugün falan filme gittim” mi demelidir? Evde kavga mı çıkarmalı, adamın damarına mı basmalıdır? Bazen en iyisi susmak ve söylememektir. Ama bunun için eşinizin de sizi sorularla bunaltmaması lazımdır. Her eş eşinin hayatı ile ilgili anlattıkları ile yetinmelidir.

Ayrıca marifet ve ahlak ancak özgür bir alanda elde edilirse anlamlı ve değerlidir. Siz yapabilecek fırsatınız varken bir haksızlık yapmazsanız, gizli bir ortamda dahi ahlaki davranırsanız bu sizin güzel bir insan olduğunuza delil olur. Yoksa hiç kimse baskı altında günah işlemiyor diye temiz kalmış sayılmaz. Temizlik ancak kirlenme imkanı varsa bir değerdir. Ayrıca hiç kimsenin Allah’ın kulları üzerinde Rablik taslamaya hakkı yoktur. “Ben onun tüm hayatını kontrol edeceğim, bileceğim” çabası bir Rububiyet çabasıdır. Böyle yapmak isteyen geçmiş zamanlarda yaşayıp bir köle veya cariye sahibi olmayı dilemelidir. Zira hür bir insan böyle hüküm altına girmez.

Hem, diyelim ki bir insan tecessüs etti ve gizleyenin gizlediği şeyi açığa çıkarma uğraşısına girdi, sonuç ne olabilir? Birinci ihtimal karşımızdakinin onun açığını yakalayabiliriz endişesi ile yanlış yapmaktan kaçınmasıdır. Bu bizi mutlu eder mi? Zira o ilk fırsatta yanlış yapmaya büyük bir iştiyak duyacaktır, kafamızı çevirmemizi bekleyecek ve hatta bizden böyle gözlerimizi üzerinden ayırmadığımız için nefret edecektir. Yahut daha cesursa işi pişkinliğe vuracak yanlışını izah edecek, bir tevil bulacak, meşru sayacak ve açıktan yapmaya başlayacaktır. Bu da karşımızdakini önceki durumdan daha kötü bir duruma itmektir. Zira ilk seferinde örtülü iken daima istiğfar şansı vardır, biraz beklenirse belki kendiliğinden pişman olup davranışını düzeltecektir, fakat biz onun ar damarını çatlatırsak bir daha geri dönülemez olmayacak mı? Böyle davrandığımız bir yakınımızı sevdiğimizi iddia edebilir miyiz?

Allah Rasulü (sav) bir gün kendisine gelen Hz. Ömer’i bu sebeple azarlamamış mıdır? Rivayette öyledir ki, Hz. Ömer bir adamın kapısının deliğinden bakmış ve onu içeride içki içerken görmüştür, hemen o öfkeyle gidip Efendimize haber vermiştir. Sonuç? Azarlanan Hz. Ömer olmuştur. Adam gizli olarak günah işleme hakkına sahiptir, zira o hakkı ona Şari-i Teala vermiştir, hesabı görecek olan da O’dur. Bizden nassla istenen gördüğümüz ayıpları örtmemizdir, bunun ödülü bizim de ayıplarımızın örtülecek olmasıdır. Bırakınız ayıp örtücü olmayı, bizzat ayıp araştırıcısı olmak mümine yakışmaz. “Bu kadar da benim kusurum olsun, onun yaptığı daha büyük” demek de bizi kurtarmaz. Zira Efendimiz (sav) tecessüsü, tecessüsle keşfedilen günahtan daha büyük saymıştır. Mesele açıktır.

Hiç örtülecek ayıbınız yok mu? Yoksa dahi size ayıp olarak tecessüs yetmez mi?

Öyleyse herkes kendi işine bakmalıdır!

  16.04.2009

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut