Eğri yerine doğruyu göstermek

Siyami Arslan*

Doğru Bir Örnek, Yanlışı Göstermekten Daha Etkilidir

İNSANLARIN YAPTIĞI AYIBI, yanlışı direkt olarak yüzüne vurursanız bundan çok alınır ve kırılırlar. Bu gibi bir tavır karşısında çoğunlukla karşılaşacağınız tutum, muhatabınızın kendini savunmaya geçmesi olacaktır. Hele bunu bir toplum içerisinde yapıyorsanız, kişi yanlışını ispat yoluna gidecektir.

Bu açıdan insanlara doğruyu gösterirseniz, kendilerine yanlışlarını görüp değerlendirme, tartma fırsatı vermiş oluruz. Bu sayede kendileri yanlışın ne olduğu konusunda fikir edinmiş olurlar. Yanlışın görülebilmesi için, insana doğru bir örnek göstermek, yanlışı göstermekten daha etkili olacaktır. Böylece doğruyu göstererek yanlışı önlemiş oluruz. Hep menfîliklerini görmek muhatabımızı hırçınlaştırıp yanlışlarında ısrar etmesine sebep olabiliriz. Doğruyu usûlünce anlatmak aynı zamanda akla kapı açmak olacağı için ihtiyarı, iradeyi elden almamış oluruz. Bunun yerine her şeyi ve herkesi olumsuz bakış açısı ile değerlendiren kişiler, kendilerini strese ve kaygıya ittikleri gibi, çevrelerine de negatif enerji yaydıklarından yalnızlaşır ve sevimsizleşirler. Tenkit ile birlikte muhatapta kırılma ve dışlanma duygusu oluşabilir. Tenkit ile karşı tarafın ya cesaretinin azalarak pasifleşmesine veyahut daha da hiddetlenmesine sebep olunabilir. Tenkit ettiğimiz kişinin bize karşı içten içe öfke duyması halinde de aradaki diyalog bozulur. Tenkit alışkanlığı, dedikodu ve gıybeti beraberinde getirebilir. Dolayısıyla tenkide başlayan kişi, bir süre sonra dedikodu ve gıybete de yakalanabilir. ‘‘Sen hatalısın’’ diye söze başlayıp bir tartışmaya girmek çözüm değildir.

Dikkatle seçilmiş sözlerle karşınızdaki kişinin hatasını anlamasını sağlayabiliriz. Doğruyu gösterip, yanlışlarını kendilerinin bulmasını sağlama metodundaki temel amaç; yol göstermek olduğu için, yanlışını kendisinin bulmasını sağlamak daha ustaca bir yöntem olur. Yanlışı göstererek düzeltme çabamız, daha çok eğitimde, özellikle anne-baba-çocuk ilişkisinde görülür. Örneğin: “Çok söyleme arsız olur, aç koyma hırsız olur” atasözü, psikolojik olarak anne-babaların aşırı ölçüde dayak atma, buyruk vermek, eleştirilerde bulunmaları; sözlerinin gücünü kırıp, zamanla tesirsiz bırakacak kötü bir tutumdur. Dolayısıyla bu atasözünde olduğu gibi çocuklar; yüzsüz ve söz dinlemez olacaklardır Örnek verilen atasözü, söylenen söz ve dayak karşısında çocuklar duyarsızlaştığı için, sözlerin tesirini kaybetmesi yönünde dikkat çekici bir psikolojik tespittir. Bu yönde, “Çok söylene söylene ar damarları çatlamış” ifadesi, onca dayak ve sözün, etkisi azaldıkça artırılan cezaların, hiç etki etmez hâle gelmiş olmasının nedenlerini ortaya koyacak; utanma duygusunu yitirmiş, cezaları kanıksamış, alıcılarını çevresine kapatmış, vurdumduymaz çocukların ortaya çıkması da kaçınılmaz olacaktır.

Tenkit Yumuşak Bir Üslûpla, Doğruyu Göstererek Yapılmalı

“Kusuru kendisine söylenmeyen adam, ayıbını hüner sanır.” “Doğru söyleyeni, dokuz köyden kovarlar” demiş atalarımız, doğrudur ama acaba söyleyen hangi usûlle söylüyor. Halbuki atalarımız aynı zamanda şu sözü de söylemiştir: “Tatlı dil, yılanı deliğinden çıkarır.” Acaba hangi birimiz sözümüzü yumuşak bir şekilde söylüyoruz. Karşı tarafın tenkidimizden istifade etmesinde en önemli unsur niyetimizdir. Lisan-ı hâlimizle ve konuya yaklaşımımızla iyi niyetimizin hissettirilmesi gerekir. Tenkit yumuşak bir üslûpla yapılmalıdır. Böylece yapıcı ve müspet davranmış oluruz. Karşı tarafın da alıcılarının açılmasına ve görüşlerimizden istifade etmesine zemin hazırlarız. Niyetimizin ve üslûbumuzun iyi olmadığı tenkitlerde ise, hem bizden uzaklaşmasına hem de görüşlerimize karşı alıcılarını kapatmasına sebep olabiliriz. Firavuna bile olsa Kur’an yumuşak söz söylememizi emrediyor: “Firavun'a gidin. Çünkü o, iyiden iyiye azdı. Ona yumuşak söz söyleyin. Belki o, aklını başına alır veya korkar.” (Taha suresi : 44) Yaptığı yanlıştan dolayı, üzgün bir insana daha da kızmak, azarlamak yapılan hataların en büyüklerindendir. Zaten insanlar yanlışı bile bile yapmazlar; yaptıklarını doğru zannederler. Yaptıkları hatalara tepki göstermek, onları kendilerini savunmaya itecek, hatalarını göremeyecek, yanlışlarını kavrayamayacaklardır. Bu da yanlışta ısrara sebep olacaktır. Konumuzla ilgili doğruyu gösterme adına bir örnek verecek olursak: Hz. Hasan ve Hüseyin birgün çölde gidiyorlardı. Bir ihtiyarın abdest aldığını gördüler. Abdesti doğru almıyor, şartlarına uymuyordu. Yaşlı olduğu için, “Böyle abdest sahih olmaz” demeye sıkıldılar. Yanına giderek dediler ki: Mübarek efendim! Birbirimizden daha iyi abdest aldığımızı söylüyoruz. Birer abdest alalım. Hangimizin haklı olduğunu bize bildirir misiniz? Önce Hz. Hasan, sonra Hz. Hüseyin güzel bir abdest aldılar. Aldıkları abdest tamamen birbirinin aynıydı. İhtiyar, dikkatle baktı ve sonra dedi ki: Evlatlarım! Aldığınız abdestin birbirinden hiçbir farkı yok. Aslında ben abdest almasını bilmiyormuşum. Abdest almasını şimdi sizden öğrendim...

Kaş Yapayım Derken Göz Çıkarmak

Resulullah (sa) bir adamdan kendisine menfi bir söz ulaştığı vakit: "Falan niye böyle söylemiş?" demezdi. Fakat: "İnsanlara ne oluyor da şöyle şöyle söylüyorlar?" derdi. Cemaat içerisinde asla kimsenin yüzüne yanlışını vurmazdı. Cemaat içinde yanlışı dile getirir. Yanlışı yapan kendi kendi yanlışını anlar. Cemaatte bundan ders alırdı. Bu ders birkaç açıdan önemlidir ve etkili bir metotdur:

  1. Yanlış yapan kişiden olumsuz bir tepki gelmesi, haksızda olsa kendisini savunması ya da öç almak için şeytanın kışkırtmasına açık hale gelmesi engellenmiş olur.

  2. Böylesi bir metot, insanlar için nasihati kabule ve ders almaya daha uygundur.

  3. Kişinin yanlışı, diğer insanlar nezdinde gizlenmiş böylece saygınlığı korunmuş olur.

  4. Bu metot tenkit edenin statüsünün yükselmesine ve kendisine danışılan kimse haline gelmesine neden olur. Karşı taraf tarafından sevilmeye sebep olur.

Bir insanın hatasını halkın içinde değil yalnız iken sosyal ve psikolojik durumunu da dikkate alarak söylemek gerekir. Kaş yapayım derken göz çıkarmak durumuna düşmemek lazımdır. Şöyle bir menkıbe anlatılır: Bir adam halkın huzurunda Hz. Ali(r.a.)`ye şöyle seslendi.

– Ya Ali! Sen şu hususlarda hatalı hareket ettin. İtirazın varsa halkın huzurunda bu yanlışlıklarını bir bir ispat edeyim. Hz. Ali bu adama şöyle cevap verdi:

– Bana nasihat edip hatalarımı düzelteceksen, bunu ikimiz arasında, kimsenin bulunmadığı bir yerde yap. Benim hatalarımı düzeltirken ne ben kendi nefsimden, ne de sen kendi nefsinden halkın huzurunda emin olamayız.Sen Ali’nin hatasını düzelttim diye gururlanabilirsin. Ben de kusurlarım ispat edildi diye darılmış olabilirim. Böylesine bir tutum her ikimiz için de hayırlı olmaz.En iyisi bana yapacağın nasihati `halkın’ huzurunda değil `Hakk’ın huzurunda yap. Hata düzeltecekken bir hata da sen yapma!..

Hz. Ali’nin sözü doğruyu en doğru şekilde anlatıyor.Öyle ise hepimiz hata düzeltecekken bir hata da biz yapmayalım. Çünkü usûl çok önemlidir.

Vicdanlarına Başvurdular

H.z İbrahim’in putları kırıp, putları kıranın büyük put olabileceğini söylemesi; akla kapı açıp ihtiyarı elden almamanın, doğruyu gösterip, yanlışlarını kendilerinin bulmasını sağlamaya çalışması güzel bir metotdur.

H.z ibrahim putları kırmış ama en büyük olan putu ayakta bırakmıştır. Putları kırdıktan sonra, bunun en büyük put tarafından yapıldığını söylemekle kavmini kendi inançlarını sorgulamaya yöneltmiştir. Kavmine H.z İbrahim büyük put için şöyle dedi: "Bu yapmıştır, bu onların büyükleridir; eğer konuşabiliyorsa, siz onlara soruverin." (Enbiya Suresi, 63). İnkarcılar, Hz. İbrahim'in bu cevabı üzerine putların konuşmaya güç yetiremeyeceğini ister istemez düşündüler ve anladılar. O güne kadar bu taş parçalarının hiçbir gücü olamayacağını anlatan Hz. İbrahim'e inanmayan bu insanlar, onun bu hikmetli planı ile bu gerçeği kavradılar: Bunun üzerine kendi vicdanlarına başvurdular da; "Gerçek şu ki, zalim olanlar sizlersiniz (biziz)" dediler. (Enbiya Suresi, 64) Ancak inkarcıların bu pişmanlığı kısa sürdü. Hz. İbrahim'in putları kırmasındaki asıl amaçlardan biri, kavminin sahip olduğu inanç sisteminin ne kadar akıl dışı olduğunu onlara kavratabilmektir.

Ders Vermede Örnek Bir Metot

Bir başka örnekte, bir öğretmenin yanlışı usûlünce nasıl düzelttiğini görelim: Eğitim kampında bulunan küçük çocuğa, annesinden bir kutu kurabiye gelmişti. Çocuk kurabiyelerin bir kısmını yedi, kalanını yatağının altına koydu. Ertesi gün, kalan kurabiyeleri yemek için odasına gitti. Ancak kurabiyeleri yerinde bulamadı. Çocuk, doğruca kamp öğretmenine gitti, durumu anlattı. Öğretmen, durumu araştıracağını, kurabiyeleri kimin aşırdığını bulduktan sonra, gerekeni yapacağını söyledi. Daha sonra kurabiyeleri çalınan çocuğu çağırarak “Kurabiyelerini kimin aldığını öğrendim. Ona bir ders vermeme yardım eder misin?” Çocuk, şaşkınlık içinde: “Şey, tabiî. Ama onu cezalandırmayacak mısınız öğretmenim?” diye sordu. “Hayır. Böyle yaparsam çocuk bundan çok alınır ve senden hep nefret eder” dedi. “Annene telefon et ve sana bir kutu kurabiye daha göndermesini rica et.” Çocuk kamp öğretmeninin dediğini yaptı ve bir-iki gün sonra annesinden bir kutu kurabiye daha geldi. “Şimdi” dedi öğretmen, “kurabiyeleri çalan çocuk göl kenarında. Oraya git ve kurabiyelerini onunla paylaş.” “Ama o bir hırsız!” “Biliyorum. Fakat, neler olacağını görmen için bunu yapman gerekiyor.” Yarım saat kadar sonra, kamp öğretmeni iki çocuğun birbirine sarılmış halde göl kenarında dolaştıklarını gördü. Kurabiyeleri alan çocuk, süslü çakısını hediye olarak arkadaşına vermek istemiş, ama kurabiyeleri alınan çocuk bunu kabul etmemişti. “Çakın çok güzel ama, sende kalsın” diyordu çocuk. “Sana verdiğim üç-beş kurabiyenin ne önemi var ki?”

Kızım Sana Söylüyorum, Gelinim Sen Anla

“Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla.” gibi atasözleri doğruyu gösterip, akla kapı açarak, ihtiyarı elden almama yönünde, yanlışı usûlünce gösterme noktasında güzel örneklerden biridir. Ancak bazen öyle olur ki; İronik bir biçimde yönlendirerek hedef alınan kişiye mesajını üstü kapalı yollamak, o kişinin işine gelmez. Yeni gelin olmuş, gelinin bu örneğinde olduğu gibi…

Kaynana: Ah bey! bu odada iyice toz oldu. Dur, kalkayım da ben bir süpüreyim şurayı. Ah belim de çok ağrıyor ama! ahhh ahh uf uf…

Kayınpeder: Aaa! Bırak hanım, bırak yaşlı halinle ev mi temizleyeceksin. Sen bırak ben yaparım.

Kaynana: Ayol, sen çok mu gençsin! Bırak ben yaparım. Kıvrana kıvrana da olsa yaparım. (sesini yükseltir gelin hanım duysun diye!)

Kayınpeder: Aaa! Hanım bırak diyorum, ya yeni gelin mi zannediyorsun sen kendini halen?

Yeni gelin: Yaşlıların kavgasını bölerek umursamazca; Ayol, niye kavga ediyorsunuz? Bırakın. Biriniz salonu temizlesin biriniz de oturma odasını, iş bölümü yapın kavga çıkmaz o zaman.

Yukarıda olduğu gibi, yani gelinin işine gelmiyorsa ne kadar söylersen söyle anlamaz seni. Geline inceden inceye gönderme yapmak maalesef bir işe yaramıyor…

  13.04.2009

© 2021 karakalem.net, Siyami Arslan



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut