İşten eve dönmeyen yüz çizgilerimiz

Ömür Öztürk*

İŞTEN EVE dönüyorum, yorgun boyunları camlara düşmüş insanların otobüsüyle... Aşinayız birbirimize... Yorgun düşmüş boyunlarımızdan ve boynumuzdaki kırıklardan tanıyoruz birbirimizi... “Hatırladım sizi” diyoruz karşımızdakine içimizden... “Yükünü kaldıramamış narin boynunuzdan tanıyorum sizi.”

Otobüsümüz her durakta başka yorgunlarla doluyor... Her durakta, başka tanıdıklar, önce boyunlarını uzatarak giriyor içeriye...

İşten eve dönüyorum, yorgun gözleri camlarda kısılmışların otobüsüyle... Görmüyoruz birbirimizi... Görmüyoruz camların arkasından geçen dünyayı... Görmüyoruz, acemi bir seyyahın camlarda görebileceklerinin hiçbirini... Oysa yolculuk düş kurmaktır biraz da... Hatıra biriktirmektir. Çağrışımlara dalmaktır. Eski günlere gitmektir.

Kimse kimseyle konuşmuyor otobüsümüzde... Fazla geliyor hayal kurmak. Ağır geliyor yüz yüze konuşmak. Ağır geliyor, ince duygular, ağır geliyor burada, insan olmak bile... İnsan, yorgunken insandır en fazla, oysa...

İşten eve dönüyorum, bu hayatın gerçeklerine ait hiçbir ses duymaya tahammülü kalmamış insanların otobüsüyle... Gün boyu işittiği dünya sesinin şiddetinden rahatsız olup kulaklarına aletler takan insanların otobüsü burası... Yaşadığı boynu kırık hayata hiç benzemeyen sözlerin geçtiği şarkıları, hayatı kendi hayatına benzemeyen sanatçıların seslerini kulağına geçirerek, kısıyoruz dünyanın sesini... Birbirimizi duymamak konusunda aynı sesi çıkarıyoruz... Uyum içerisindeyiz, birbirimizden kopukluğumuz konusunda...

İşten eve dönüyorum, hayattan istifa etmiş insanların otobüsüyle... Yaşadığı günü sevmemiş insanlar... O sevmediği günü, daha derinden tekrarlamak için hazırlanmaktan başka bir şeye yaramayan evlerine giden insanların otobüsü burası... Dinlenmek için çalıştığını sanan, ama aslında çalışmak için dinlenen insanların otobüsü burası... Bu yüzden kimse kimsenin yüzüne rahatlıkla bakamaz...

Otobüsümüz her durakta başka yorgunları evlerine bırakıyor. Her durakta, boyunlarını ellerine alarak iniyorlar, tanıdıklarımız... Vedalaşmadan iniyorlar, âdet bu... Ellerindeki yüzlerini, göğüslerine çevirerek, onu saklayarak iniyorlar... Kimilerinin yüzü inerken düşüyor yere... Evine götürmeye kararlı olduğu yüzünü düşürüyor... İşlerin, sorumlulukların sildiği çizgilerini yeniden çizeceği yüzünü düşürüyor... Evine vardığında, “yüzünü taşıyamadın, neden gülümsemiyorsun, nerede yüzün, neden ilgi göstermiyorsun bana” diye kızıyorlar ona, hem de çok...

Ben de yüzümü düşürdüm çoğu kez, onun gibi... Evime bir boşluk gibi vardım... Sabah en yüksek varlığımla ayrıldığım evime, bir hayalet gibi geri döndüm. Bütünümü götürdü o hayat, o işler, o binalar... Size zamanım yok, kendime zamanım yok, kendime “ben” yokum, size “ben” yokum, ben yüz çizgileri kaybolmuş bir insan taslağıyım, dedim. “İşleri, sorumlulukları gelip bütününü koparmış insanların otobüsünden indim ben de” dedim, açıkça ve samimiyetle... Üzerimde dünya ile yorulmuş insanların bezdirici kokusu...

İşten eve dönüyorum... Bir yere varmak isteyen insanların otobüsünün, inmeye iştihasız insanların otobüsüne dönüştüğü son durakta iniyoruz.

Karanlık bir sokaktan evimize silik, orta sınıf ayaklarımızla yürüyoruz.

Yürürken kulaklarını kapatmış insanların otobüsünü düşünüyorum... Gözlerini yummuş, yarından tedirgin olmuş insanların otobüsünü düşünüyorum...

Elimdeki küçük tanıtım broşürünü yürüdüğüm yola usulca bırakarak yoluma devam ediyorum. Kimbilir, birileri düşürdüğü yüzünü yerde ararken, onu eline alır, çizgilerini unuttuğu yüzünü, yeniden çizmek için bir fırsat bulur, diyorum...

  03.04.2009

© 2021 karakalem.net, Ömür Öztürk



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut