“Olan”ın doğru idraki

Derya Güney

MÜ’MİNİN GENEL psikolojik durumu, “havf” ve “recâ,” yani “korku” ve “ümit” arasında bir yerde olmalıdır. Ne Allah’ın rahmetine güvenip, O’nun rızasından emin bir gevşeme hali içinde olmak, ne de ebedî hüsranın ve azabın mağduru olduğuna inanmak yoktur iman gözüyle bakan bir mü’minin gönül dünyasında. Çünkü her iki durum da “şeytanca” düşünüş ve inanış biçimleridir. İçimizde yükselen ses, her iki taraftan birine tekabül ediyorsa bilmelidir ki, bu şeytanın sesidir. Hakkın sesi ise, Kur’an-ı Kerim’in bütün sûrelerinden yükselen sestir. Ki o ses, şeytanın Allah’ın rahmetine güvendirerek insanları kandırmasına karşı uyanık olmaya davet eden ayetler ile Allah’tan ümit kesenlerin ancak kâfirler olacağını zikreden ayetlerde, âdeta vücut bulur. Mü’minler, İsra Sûresi’nde buyrulduğu üzere “O’nun rahmetine gönül bağlarlar ve azabından korkarlar”. Peygamberimizin, “eşyanın hakikatini” kendisine göstermesi için Rabbine dua edişi ise, “olan” ların doğru idraki için nasıl niyazda bulunacağımızı öğretir bize.

İnsanların ruh halleri konusunda “insan” olma hasebiyle bir parça fikir sahibi olanlar bilirler ki, kimilerinin çizgisi olumsuzluğa, karamsarlığa daha yakınken, kimilerinin de ümide ve emniyet duygusuna daha yakındır. O nedenle içinde bulunulan durumlar bazıları tarafından olumsuz spekülasyonlarla abartılıp kabartılırken, bir kısım tarafından da her şey yolundaymış, hiçbir sorun yokmuş gibi algılanır ve algılatılmaya çalışılır. Gerçek durumun doğru algısı ise, yakın olduğu tarafı tesbit edebilen ve bu noktada dikkatli ve uyanık olabilen insanların algısıdır.

Şeytanın insanın yakın olduğu tarafın sesini yükseltmesi ve böylece onu haktan uzaklaştırmaya çalışması bu açıdan bakıldığında oldukça “akıllıca”dır. Gerçi şeytan, adı üstünde “ kovulmuş” bir varlıktır ve her şeyini yitirmiş birinin gösterdiği cesaretle kullanır aklını. Aslında şeytan için akıl kelimesini kullanmak ne derece doğrudur, bilemiyorum? Çünkü ayeti kerimelerde “akletmek” ve “akla davet” insana yönlendirilir. Ve akletmenin hakkı görmenin ilk basamağı olduğuna işaret edilir.

Araf Suresi’nde, şeytanın ilahî huzurdan kovuluşu anlatılırken, ondan İblis diye bahsedilir. Allah’ın emrine âsi olup Âdem’e secde etmeyen ve bu itaatsizliğine açıklama getirme cür’etinde bulunan “iblis”tir. Rağıb el-İsfahâni, bir Kur’an İstılahları Sözlüğü olan Müfredât’ında, “iblis” kelimesinin “ümidi tükenmiş”, “üzgün”, “suskun” manalarına işaret eder. Ümidini yitirmiş, Allah’ın rahmetine sığınmayı “akledememiş” İblis, haddini iyice aşıp isyanına delilleler getirmiş ve en sonunda and içmiştir: “Öyle ise beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolun üstüne oturacağım. Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulamayacaksın!” İblisin bu andında, insanın kanını donduran şu ibareye dikkat etmek gerekir:“Onların çoklarını şükredenlerden bulamayacaksın.” Hakikatin yanlış algılanması için elinden geleni yapan İblis’in hedefi “şükürden yoksun” insanların sayısını artırmaktır... Yani, tıpkı kendisi gibi “küfran-ı nimet” eden, bu inkârın beraberinde getirdiği karamsarlık ve ümitsizlik çukurlarında debelenen insanlar... İslam âlimlerinin “iblis ahlakı”ndan diye tasvir ettiği insanlar...

Şükretmek, iman gözüyle bakan mü’minin halidir. Korku ve ümit dengesini koruyan, nimeti verenin Allah olduğunu unutmayan, hadiselerin içindeki hayrı görmeyi becerebilen ve bunu söz ve davranışlarıyla ifade eden mü’minin hali... Öyleyse, insanı şükürden alıkoyan ses, “İblis”in sesidir. Her ne sûrette zuhur ederse etsin; ister rehâvet isterse karamsarlık kisvesi altında, onun gayesi âdemoğlunu şükürden uzaklaştırmaktır.

  13.03.2009

© 2021 karakalem.net, Derya Güney



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut