2002 GENEL seçimleri öncesine kadar hayatının önemli bir kısmında memlekette ‘iktidarı ele geçirme’ mücadelesi için uğraşırken kendi iç dünyasındaki iktidarı bir enfüsî darbe ile kaybettiğinin pek de farkına varamamış biri olarak, tevbe ve istiğfara vesile olması düşüncesiyle bir iç muhasebemi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Eskişehir Mahkeme Müdafaalarında “Son müdafaata sonradan bir hikmete binaen ilhak edilmiş bir mukaddeme” kısmında Bediüzzaman şöyle der: “Evet, inkâr edilmez ki; Kâinatta dinsizlik ile dindarlık zaman-ı Âdem’den beri cereyan edip geliyor ve kıyamete kadar gidecektir.”
Bu ifadeler iman ve inkâr cephesindeki mücadelenin sürekliliğini vurgularken, aynı zamanda dikkatli nazarlara bir uyarı da sunmaktadır.
Yaşamın her alanını kuşatan bu fikrî çatışma süreci, kâinatın bütününde, yerkürenin her bölgesinde, her çağda, her toplum içinde, hatta her insanın kendi iç dünyasında yaşanmakta olan bir mücadeleyi de ifade eder.
İnsanın terakkisini, manevî cephede ilerlemesini, büyük ölçüde, iç dünyasındaki bu ‘iktidar mücadelesi’ belirler. İnsanın iç dünyasındaki bu mücadele, aynı zamanda sürekli bir gerilim de üretir. Önemli olan, bu gerilimde dengeli duruşu korumaktır. İtidali, temkini ifade eden bu dengeli duruş, muktedir olunan bir iktidarı da ifade eder.
Türkiye süratle bir mahallî seçim atmosferine girdi. Bir iktidar mücadelesi almış başını gidiyor. En küçük idarî birim olarak köyde ve mahallede muhtarlık ve azalık seçimlerinden tutun da, belediye meclisi, il genel meclisi, belediye başkanlıklarına kadar onbinlerle, belki yüzbinlerle ifade edilecek rakamda insan bu seçimde milletin karşısında arz-ı endam ediyor.
Bu seçimlerin bir ‘demokratik olgunluk içinde’ geçmesi hep temenni edilir. Ancak imanî ve ahlakî zaafiyetler nedeniyle, kuralsız duruşlar ve kaidesiz vuruşlar ile ‘bir günah kervanı’ almış başını giderken, bu olgunluk bir türlü gerçekleşmez. Şerli bir alanda yol alan bu günah kervanı; gıybetten, yalana, haksız karalamadan iftiraya, ikiyüzlülükten dalkavukluğa, sahte iltifatlara, günü kurtardığını ve milleti aldattığını zanneden insanlık yoksunu davranış ve tutumlara kadar tümüyle insanlıktan uzak örneklerini gözümüzün önüne serer. Bazı istisnaî insanî duruşlar, ahlaklı tavırlar ya da hakikat müdafaaları ise, bu yaşananların medyatik bombardımanla takdim edilmesi karşısında fark edilmez bile.
Menhus cazibesi nedeniyle de zihinlerimizdeki öncelikler sıralaması bir anda bu dönemde yer değiştiriverir. Hak ve hakikati müdafaa adı altında sinsice başlayan bir mücadele heyecanı, bir noktada iktidar koşusuna dönüşüverir. Artık varsa da yoksa da iktidardır hedef. Şayet iktidar isek, bu kez iktidarı korumak ve kollamak, devamlı kılmak olmazsa olmazlar arasına giriverir.
Tam bu noktada ve bu hızlı tempo içinde, iktidara koşar iken kendi iç dünyamızda bir darbe oluverir. İç dünyamızdaki iktidar alaşağı edilir. Çoğu zaman bu iç dünyadaki bu darbenin farkına bile varamayız.
Oysa işte tam bu noktada bir nefes almaya ve soluklanmaya ihtiyaç vardır. Durup yeniden düşünmek zamanıdır bu radde. Bir muhasebe yapma zamanı... Hayatın içinde bu kadar ‘önemli’ gördüğümüz iktidarı ele geçirme uğruna ‘seçim takvimi’nde yaptıklarımızı gözden geçirme zamanıdır. Aldatıcı cazibe ile iktidarı ele geçirme ya da elde tutma çabası ve ideali ile iç dünyamızda kaybettiğimiz iktidarın mukayesesi zamanıdır.
Mahallî seçim sürecinde hızla ilerlerken insana bu tehlikeyi yaşatan, büyük ölçüde merak duygusudur. Hele bu merak medyatik vasıtalarla da sürekli tahrik edilince, adeta karşı konulmaz bir menhus cazibe sarıverir bizi. İş sadece buna kılıf bulmaya kalır ki; “İyi insanlar bu işlerin başında olmalılar. Meydan kötülere mi kalsın?” gibi, “İktidar çok ama çok önemlidir. Gayeler uğruna, idealler uğruna, haklı hedefler uğruna bu iktidar ele geçirilmeli ya da muhafaza edilmelidir” gibi söylemler hemen ardı arkasına gelir zaten.
Bu tesbitler tümüyle hakikatsiz tesbitler de değildir hani. Ama ya önceliklerimiz? İşte dikkatten kaçan bu noktadır.
Sonrasında ise, siyasî partiler ya da mahallin adayları birbirine ne dedi, öteki ne cevap verdi, nasıl da cevap verdi, nasıl da susturdu, ne kadar da rağbet gördü, hangi ankette kim ne kadar çıktı gibi meraklar bu arenadaki menhus cazibeyi vazgeçilmesi zor bir tutkuya dönüştürüverir. Hele bir de akrabadan yahut yakın arkadaşlardan aday olan biri varsa veyahut bir partiye mensubiyetiniz de varsa, düştünüz bu işin ortasına demektir.
Bütün bu tehlikeli süreç, öncelikle insandaki merak duygusunun kullanımı ile ilgilidir. Bu duygu aktardığımız bu tehlikeli süreci tetikleyen bir özelliğe sahiptir. Bu duygu da terk edilemeyeceğine göre, öyleyse ne yapılmalı da bu tehlikeli süreçte risk kontrol altında tutulabilmelidir?
Bu sorunun herhalde onlarca çeşit cevabı ve kurtuluş yol ve yöntemi vardır. Bu hakikatli kurtuluş yollarından birisi de merak duygusunu haricî alandan dâhile ya da Nurlardaki tanımı ile ‘afaktan enfüse’ çevirmek ile mümkün gibi görünmektedir.
Böyle bir vasatta bu cazibedar arenadan kurtulmanın kestirme yolundan biri öncelikle ‘farkındalık’tır. Belki de anahtar bu kelimededir. Mesele cazibedar bir iktidar mücadelesini takip ise, merak bu alana yönelmişse; insanın iç dünyasındaki bu iktidar mücadelesi, dışarıdaki iktidar kavgalarından pek de geri kalacak cinsten değildir. Hatta bu mücadele alanında siyaset arenasından çok daha fazla meraka konu manşetlik yüzlerce olay iç dünyamızda her an cereyan etmektedir. Bütün maharet merakımızı iç dünyamızdaki iktidar mücadelelerine odaklamaktadır.
İç dünyadaki bu iktidar mücadelesinin tarafları iman cephesinde Kalp, Akıl, Ruh, Vicdan, Şuur ve ulvî hisler iken; inkar cephesinde ise Şeytan, Nefis, Vehim, His ve Hevadır. Bu mücadele arenasında acımasız ve tümüyle kuraldışı iktidarı ele geçirmek isteyen Nefis ve Şeytan ikilisi sürekli ve değişken bir taktikle hep belden aşağı vurmaktadır. Oysa bunların kuralsız duruş ve vuruşlarına karşı Akıl, Kalp ve Vicdan ise iktidarda olmanın sorumluluğu ile bir kısım icraatlar ve faaliyetler yapmaya çalışmakta, öte yandan iktidarı bu şer odaklara kaptırmamanın yolunu aramaktadır.
Gerçekten iç dünyada bu mücadele, meraklı ve dikkatli bir nazarla takip edilebilse, dışarıdaki iktidar mücadelesinden hiç de geri kalmaz. Hatta merakını tümüyle bu alana odaklayan insanın bu iktidar mücadelesinde Akıl, Kalp, Vicdan iktidarına yardımcı olan tavrı neticesinde inkar cephesinin Şeytan, Nefis ve Heva üçlüsünün hileli tuzaklarını fark etmesi ve buna karşı geliştirdiği kurtuluş yollarını hem ailesi ve çocukları, arkadaş ve dostları ile paylaşmasından hâsıl olan gündem heyecanı, hiç de mahallî seçim heyecanından geri kalmaz. Hatta bu alandaki ruhanî lezzetlerin, öbür alandaki nefsanî lezzetlerle mukayesesi dahi yapılamaz.
Dilerseniz, dikkatimizi bu noktaya odaklayan Bediüzzaman’ı dinleyelim:
“Aziz kardeşlerim, siz kat'î biliniz ki: Risale-i Nur ve şakirdlerinin meşgul oldukları vazife, rûy-i zemindeki bütün muazzam mesailden daha büyüktür. Onun için dünyevî merak-aver mes'elelere bakıp, vazife-i bâkiyenizde fütur getirmeyiniz. Meyve'nin Dördüncü Mes'elesini çok defa okuyunuz, kuvve-i maneviyeniz kırılmasın… Elhasıl: Ehl-i dalalet, muvakkat hayata karşı mücadele ediyorlar. Bizler, ölüme karşı nur-u Kur'an ile cidaldeyiz. Onların en büyük mes'elesi -muvakkat olduğu için, bizim mes'elemizin en küçüğüne -bekaya baktığı için- mukabil gelmiyor. Madem onlar divanelikleriyle bizim muazzam mes'elelerimize tenezzül edip karışmıyorlar; biz, neden kudsî vazifemizin zararına onların küçük mes'elelerini merakla takib ediyoruz. ...biz de bütün kuvvetimiz ve merakımızla vaktimizi kudsî vazifeye hasretmeliyiz. Onun haricindekileri malayani bilip, vaktimizi zayi' etmemeliyiz.” (Emirdağ Lahikası, c. 1) |
İç âlemimizde, insanlık şehrinde iktidarımızı belirlemeye yardımcı olacak bir iç muhasebe anketiyle işe başlamaya ne dersiniz?
Muktedir bir iktidara sahip olmanın ya da bu iktidarı korumanın ne kadar da heyecan verici olduğunu göreceksiniz...