“KEŞKE KENDİSİNE güvenebileceğim bir rehberim olsaydı” ifadesini kullanan ya da manasını taşıyan bir çok zihin vardır (1) . Bu zihinlerin anatomisine baktığımızda Eric Hoffer tabiriyle ‘kesin inançlılar’dan, mütehayyirlere (2) uzanan bir yelpaze ile karşılaşırız. Dünveyi senaryolar içinde oyunculuklarını en maharetli bir şekilde sergileyen insanlar bu yelpaze ile yalancı serinlikler üretirler. Genel kültür güdümlü, bilgi asrının ayıklanmamış karmakarışık veri çöplüğünün örttüğü ontolojik boşluktan bihaber olarak güzeran-ı hayat uykusunu uyanıklık zannederler. Tolstoy’un da itiraf ettiği gibi iletişimlerinde bile yaptıkları en iyi şey cehaletlerini birbirlerinden saklamaktır.
Hal böyle iken, gerek ‘kesin inançlılara’ gerekse özden gayrıya dair ne varsalarla kuşatılmış mütehayyirlere uğrayan bir hakikat da düşünce tembelliklerine, umursamazlıklara, bilmişliklere ve bileğelmişliklere feda edilebilmektedir. Bir yönüyle işte bu gaflet halindendir ki İslam hakikatleri de bilgilerden bir bilgi, geleneklerden bir gelenek olarak değerlendirilir olmuş.
Bu değerlendirmelerden taklidi inanç sahipleri de hissedar olabilmekte. Turnosol olarak, konuşan delil Hz. Peygamber(Salat ve selam üzerine olsun)’in sözlerine karşı olan bağlılık ve teslimiyet durumları düşünülebilir. Bütün önceki peygamberler hayattar kökleri, evliyalar taze meyveleri olan o nurani ağaç, öncekiler ve sonrakilerce davalarında tasdik edilmiştir(İbrahim Suresi 24-25. Ayetlerde “Güzel söz kökü yerin derinliklerinde sabit, dalları ise göğe doğru yükselmiş bir ağaç gibidir ki Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Düşünüp ders çıkarsınlar diye Allah insanlara böyle temsiller getirir” buyurulmuştur. İşte Resulullah(Salat ve selam üzerine olsun) öyle bir sözdür. Sözleri de öyledir). Bu anlamda kendisinden daha sağlam bir referans silsilesine sahip bir rehber yoktur ve olamaz. Böylesi bir rehberin sözlerine muhatap saff-ı evvellerden Hz. Ebu Bekir(Allah ondan razı olsun)’in “O söylediyse doğrudur” teslimiyeti kalbinin bağlılığının ve aklının keskinliğinin alametidir. Gelelim ki günümüzde kendini akıllı, kalplerini sağlam zanneden bir çok insan(ehl-i din ya da değil), O kudsi Nebi(Salat ve selam üzerine olsun)’nin sözlerinin değerini bilmede ya da o sözleri pratiğe dökebilmede sıkıntılar yaşayabilmektedir.
Kütüb-u sittede yer alan bir hadise Şanlı Nebi’nin sözlerine verilen kıymeti resmetme bakımından manidardır. Ata Ibnu Yesar(Allah ondan razı olsun)’dan rivayet edildiği şekliyle Hz. Muaviye(Allah ondan razı olsun) altın ya da gümüşten yapılmış bir su kabını ağırlığından fazla bir fiyata satmıştı. Buna karşılık Selman-ı Farisi’nin kardeşliği, Şam fakihi olarak meşhur Ebu’d Derda(Allah ondan razı olsun) kendisine Resulullah(Salat ve selam üzerine olsun)’ın bu çeşit alışverişi yasakladığını işittiğini ve bu tarz malların satışının misli misline olması gereğini emrettiğini söyler. Hz. Muaviye kendisine “ben bunda bir beis görmüyorum” ifadesini kullanır. Bunun üzerine Ebu’d Derda öfkelenir ve "Muâviye'yi kınamada bana yardım edecek biri yok mu? Ben ona Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'den haber veriyorum o bana şahsî reyinden söz ediyor. Senin bulunduğun diyarda yaşamak bana haram olsun!" der (3) .
Hz. Peygamber(aleyhissalatu vesselam)’den gelen bir haber. Kimilerince önemsiz addedilebilecek alış-veriş hukukunun inceliklerine temas eden bir haber. Lakin haberin kaynağına olan bağlılık ve teslimiyet örneği. Faize dair o haberin zamanın göstermesiyle de teyid edilen evrenselliğine olan sağlam inanç. Bu sözü işitip de farklı amel edene gösterilen izzetli tutum.
Bu hadise üzerine Ebu’d Derda orayı terk ederek. Hz. Ömer(Allah ondan razı olsun)’in yanına gider ve durumu kendisine anlatır. Hz. Ömer de Hz. Muaviye’ye mektup yazarak o çeşit satışın ağırlığına denk olarak yapılmasını emreder.
Hz. Ömer bir Şam ziyaretinde Ebu’d Derda’ya uğradığında kapısı kilitsiz, odası ışıksız, elbisesi hafif, soğuktan muzdarip, gelenin selâmını alan, kim olduğunu sormadan içeri kabul eden, altında bir keçe parçası bulunan bir durumda görmüştü. Hz. Ömer, Ebû'd-Derdâ'ya, 'Ben seni Medine'de hoş tutmadım mı?' deyince o, Rasûlullah'tan duyduğu şu hadisi hatırlatmıştır: 'Sizin dünyadan metâmız bir yolcunun azığı kadar olsun ' (Kenzü'l-Ummâl, I. 78) (4)
Derdimiz Ebu’d Derda gibi olamamak: O söylediyse dosdoğrudur.
Dipnotlar
- Örnek olarak F. Nietzche’nin “Senin kendi yolun var. Benim kendi yolum var. Dosdoğru ve tek olan yola gelince, öyle bir yol yoktur.” sözünü verebiliriz.
- “Hayat-ı beşeriye bir yolculuktur. şu zamanda, Kur'ân'ın nuruyla gördüm ki, o yol bir bataklığa girdi. Mülevves ve ufûnetli bir çamur içinde, kafile-i beşer düşe kalka gidiyor. Bir kısmı selâmetli bir yolda gider. Bir kısmı mümkün olduğu kadar çamurdan, bataklıktan kurtulmak için bazı vasıtaları bulmuş. Bir kısm-ı ekseri, o ufûnetli, pis, çamurlu bataklık içinde, karanlıkta gidiyor. Yüzde yirmisi, sarhoşluk sebebiyle, o pis çamuru misk ü amber zannederek yüzüne gözüne bulaştırıyor; düşerek, kalkarak gider, tâ boğulur. Yüzde sekseni ise, bataklığı anlar, ufûnetli, pis olduğunu hisseder; fakat mütehayyirdirler, selâmetli yolu göremiyorlar.” Said Nursi, Mektubat, 13. Mektup
- Muvatta, Büyû 33 (2, 634); Nesâî, Büyû 47, (7, 279).
- http://www.risale-inur.org/yenisite/moduller/bilgi/index.php?id=29 (bu linkte Ebu’d Derda ile ilgili detaylı bilgi bulabilirsiniz)
© 2021 karakalem.net, Harun Pirim